Sunumunda İrlanda'daki cezaevi direnişi süreciyle Diyarbakır sürecini karşılaştıran Yrd. Doç. Dr. Nazan Üstündağ ise, beş sene süren "Kirli Protesto" ve 10 kişinin hayatını kaybettiği ölüm oruçlarının olduğu süreçte İrlanda'da cezaevlerinde 500 kişinin olduğunu buna rağmen dört film, onlarca anıt ve senelik anmalarla bu sürecin toplumsal hafızada yerini aldığını 5000 kişinin kaldığı tahmin edilen Diyarbakır Cezaevi için ise bunların söz konusu olmadığını belirtti.
Diyarbakır Cezaevi'nin devlet algısı, Türk algısı ve PKK algısı noktasındaki anlamlarına dikkat çeken Üstündağ, "Kürtlerin resmileşmeyen devlet algısı sabitleniyor. Devletle Kürtlerin ilişkisinin isminin konulduğu yer Diyarbakır. Kürtlerin çıkardığı sonuç, bunun ulusal bir kader olduğu. Devlet cisimleşiyor. 'İnkar ve imha' lafı bize ajitasyon gibi geliyor ama çok önemli bir hakikate işaret ediyor." diye konuştu.
"İşkence insanların sesini gözaltında çığlığa, Diyarbakır'da Türkçe'ye dönüştürdü"
Ayrımsız herkese vahşet uygulandığını ve işkencenin "teslimiyet dönemi"nde bile dozundan bir şey kaybetmeden sürdüğünü söyleyen Üstündağ, devletin kendini bu işkence üzerinden somutladığının altını çizdi.
Kenan Evren'in bir televizyon programında "Ben Güneydoğu'ya gittiğimde darbenin gerekli olduğunu anladım." dediğini hatırlatan Üstündağ ayrıca, devlet açısından meselenin toprak bütünlüğünün ötesinde cumhuriyetin ontolojik egemenliği sorunu olduğunu ve Kürtlerin dilini çalmaya kadar varan uygulamalarla "Türk olarak yeniden doğurulmaya" kalkışıldığını dile getirdi.
Mahkemeler işbirlikçi olarak görülüyor
Diyarbakır Cezaevi'nde tüm bu uygulamalara maruz kalanların gardiyanlar, doktorlar, hemşireler ve askerler nezdinde Türklerle ilgili algısında, onlar adına özür dileyen, utanç duyan bir ruh hali içinde olduklarını ve gerçek travmayı Türklerin yaşadığının bilincinde olduklarını kaydeden Üstündağ, "Taleplerinin gerçekleşmesinin Türkleri de özgürleştireceğini söylediler. Son derece evrensel bir dille konuşup Türkleri anlamaya çalıştıklarını, neredeyse sorumluluktan muaf tuttuklarını söyleyebiliriz." derken, mahkemeleri bu kapsamın dışında tuttuklarını özellikle belirtti. Kürtler nezdinde mahkemelerin onlarca yıldır en işbirlikçi ve en seyirci kurum olarak algılandığını ifade etti.
"Biri işkence yaptı, diğeri yaramı sardı"
Diyarbakır'da örgütün "yeniden doğum"la eş algılandığını söyleyen Üstündağ, görüşülenlerin konuşmalarından aktarımlar yaptı. "Devleti de örgütü de cezaevinde tanıdım. Biri işkence yapdı, diğeri yaramı sardı." diyen bir görüşmecinin söyleminden yola çıkarak, örgütün güvenlik hissiyatı sağladığını dile getirdi.
"Arkadaşının yerine dayak pozisyonuna geçmek, çözüleni affetmek, zayıf konumdakini korumak vb." biçimlerde devletin yarattığı ahlaki boşluğu dolduran etik kodlar üreten PKK'nin içerici cezaevi politikasına sahip olduğunu belirtti.
"Bu anlatılar kanıt değil Anıt olarak görülmeli"
Üstündağ konuşmasının sonunda talepleri şöyle sıraladı: "Bir hakikatin anlatıları bunlar. Türk halkı anlasın filan diye değil, biz devletin kabul edip yasaya bağlamasını istiyoruz. Devlet bizden kanıt beklemeden, bizi sürekli kendi ölümümüzü anlatmaya mecbur etmeden yasada bunu tanımak zorunda. İkinci olarak, toplumsal alanda tamir olmak için özür gerekli. Üçüncü olaraksa bu hikayelerin kendisi anıt ama bunların cisimleşmesi gerekiyor. Dördüncüsü, ortak özgürleşme beklentisi. Diyarbakır Cezaevi şehitlerinin mirası var. Hakları bizim üzerimizde. Haklarını helal ettikleri taktirde bizleri özgür bıraktıklarını düşünüyoruz." (BB/EÖ)