Bu nedenle, Arafat'ın anne tarafından ailesi, Hazreti Muhammed ile akrabalık iddia edebilmektedir. Arap aile geleneğinde, bu olgu, bir aileye bir tür asalet kazandırıyor.
Baba tarafından ise Gazze'nin Kudva klanı ile yine Kudüs'ün en ünlü ailelerinden Hüseynî klanı ile bağlantılıdır. Arafat'ın çocukluk yıllarında Filistin ulusal mücadelesinin lideri olan Hacı Emin el-Hüseyni, Kudüs Müftüsü idi ve klanın en önemli ferdiydi. Arafat'ın babası Abdür-rauf el-Hüseynî el-Kudva, Hüseynî klanının "yoksul" kanadından sayılıyor.
Yaser Arafat, sekiz yaşına kadar, bir dönem (1988) Filistin Kızılayı'nın başkanı olan ve kendisinden dört yaş küçük kardeşi Fethi ile birlikte, Kudüs'te oldukça yoksul bir ortamda yaşadı. Sekiz yaşında tekrar Kahire'ye döndü.
II. Dünya Savaşı'na kadar uzanan çocukluk yıllarında fırtınalı bir aile yapısı içinde yaşadı ve bu dönemde Kahire'de Yahudilere büyük merak salarak onları tanımaya çalıştı. O yıllarda Mısır'da büyük Yahudi toplulukları yaşamaktaydı. 13-14 yaşlarında, Mısır Meclisi'nde çay ocağında çalışırken, politikayla da ilgilenmeye başladı.
Yaser Arafat, savaş bitiminde 17 yaşına geldiğinde, İngiliz egemenliğine karşı sürdürülen mücadeleye de iştirak etti. Mısır'dan Filistin'e silah ve cephane kaçırılması faaliyetinde yer aldı. Savaş sonrasındaki Mayıs 1946 ile 1948'de İsrail Devleti'nin kuruluşu arasında geçen süre, sürgündeki Filistinli liderlerin Kahire'de toplandıkları ve Filistin toprakları üzerinde kıyasıya bir çatışmanın hüküm sürdüğü dönemdi.
Yaser Arafat'ı delikanlılık yaşlarında yakalayan bu dönemin, geleceğin Filistin önderi üzerinde silinmez izler bıraktığı kesindir. Nitekim, Yaser Arafat, ilk silahlı eğitimini bu sıralarda yaptı ve Filistin silahlı ayaklanmasının lideri Abdülkadir Hüseynî'nin hayranları ve yandaşlarından biri oldu. Aynı dönemde, Mısır'ın en etkili anti-emperyalist örgütü Müslüman Kardeşler olduğu için, o örgüt ile de belirli ilişkiler içine girdi.
Yaser Arafat, Abdülkadir Hüseynî'nin Kudüs yakınlarında bir çarpışmada öldürülmesinden sonra, gizlice Filistin topraklarına girerek silahlı eylemlere girişti. İsrail'in kuruluşuna kadar geçen aylarda, Arafat, Filistin'in güneybatısında, Gazze bölgesinde Müslüman Kardeşler'den Mısırlı gönüllülerle birlikte savaştı.
İsrail Devleti, 15 Mayıs 1948'de ilan edildiği yani Filistinliler hesabına mücadele kaydedildiğinde, Yaser Arafat 19 yaşındaydı. Arafat, İsrail'le savaşa tutuşan Arap ordularıyla birlikte bir süre daha Filistin'de kaldı. Ateşkes ilan edildikten ve silahlar toplanmaya başladıktan sonra Kudüs bölgesine geçti ve Abdülkadir Hüseynî'den arta kalan gerilla birliklerine katılarak, bir süre daha umutsuz bir silahlı mücadele yürüttü.
1949 başında büyük bir moral çöküntüsü içinde Mısır'a döndü ve öğrenimini sürdürmek için Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmeye karar vererek vize başvurusunda bulundu. Filistinli önderin yaşamının bu kesiti, tarihte rastlantıların oynadığı rolü göstermesi açısından çarpıcıdır. Eğer, Kahire'deki Amerikan Büyükelçiliği, vizeyi geciktirmese, yıllar sonra Amerikan politikasının Ordadoğu'daki en büyük baş ağrılarından biri haline gelecek olan bir siyaset adamının oluşması engellenmiş, bambaşka bir hayat çizgisine sürüklenmiş olacaktı.
Benzer bir saptamayı, 1 Ocak 1980 gecesi Beyrut'ta kendisiyle görüşen bir Türk parlamento heyetine Arafat da yapmıştı. Babasının l. Dünya Savaşı'nda Türk ordularında subaylık yaptığını anlatan Arafat, "Osmanlı vatandaşı olan birçok Filistinli subay, savaşın bitiminde Türkiye topraklarında kaldı ve daha sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçti. Babam bir rastlantı sonucu dönmeseydi; belki ben de bugün bir Türk vatandaşı olarak yaşıyor olurdum; yani Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat olmazdım" demişti.
1950'de Amerika'ya gitmekten umudunu kesen Yaser Arafat, Kahire Üniversitesi'ndeki mühendislik öğrenimine geri döndü. 1950'lerin ilk yarısı, Filistin'in gelecekteki liderinin kim olacağına ilişkin ilk işaretleri verdi. Arafat, bir yandan Filistin Öğrenciler Birliği Başkanı olarak, Filistin siyaset arenasında belirirken, bir yandan da, Cemal Abdülnasır önderliğinde 1952'de Mısır'da Krallık rejimini deviren Hür Subaylar Hareketi ile yakın ilişkiler kurdu.
1956'da, Süveyş Kanalı bunalımında ya da bir başka adıyla Mısır'a karşı İngiltere, Fransa ve İsrail üçlü saldırısı diye bilinen savaşta, Arafat, hayatının ikinci askerî deneyimini elde etti. Bir grup gönüllü ile birlikte Kanal bölgesinde İngiliz hatlarının gerisine sızarak sabotaj faaliyetlerine girişti. Bu savaş sırasında, Arafat, bir patlayıcı uzmanı olarak göze çarptı.
1950'lerin ikinci yarısı Arafat'ın Filistin Öğrenciler Birliği Başkanı olarak çevresindeki arkadaşlarıyla birlikte, bir yeraltı Filistin kurtuluş hareketi oluşturmak konusunda ilk çabalarına giriştiği döneme işaret eder.
Arafat'ın bu dönemden arkadaşları arasında Salah Khalaf (Abu İyad) ve Faruk Kaddumi'yi not etmek gerekir. Ancak, en önemli bağlantı, 1954'de Gazze'de İsrail'e karşı gizliden gizliye askeri eylemlerde bulunan 19 yaşındaki Halil el-Vezir'in tutuklanarak Mısır zindanlarına atıldığı sırada gerçekleşti. Filistinli öğrencilerin lideri olarak, Mısır'da tutuklanan tüm Filistinlilerle ilgilenmeyi görev sayan Arafat, Halil el-Vezir'i (Abu Cihad) bu vesile ile tanıdı.
Arafat - Halil el-Vezir ilişkisi, daha sonraki Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin (El-Fetih) temellerini atacaktır. Arafat'ın Abu Cihad ile beraberliği, ikincisinin Nisan 1988'de Tunus'ta bir İsrail baskınında öldürülmesine kadar kesintisiz sürdü.
İki arkadaş, 1950'lerin ikinci yarısında bir yeraltı direniş örgütünün kurulması için kollarını sıvadıklarında, Arafat, inşaat mühendisi olarak, Filistinlilerin yoğun olarak bulundukları Kuveyt'te çalışmaya başlamıştı. Aynı şekilde, Salah Khalaf ile Faruk Kaddumi de Kuveyt'te çalışıyorlardı. El-Fetih'in kesin kuruluş tarihi saptanamamışsa da, 1959 olarak kabul edilmektedir.
Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi (Hareket el-Tahrir el-Vataniyye el-Filistiniyye) sözcüklerinin baş harflerinin Arapçasının tersten okunuşu ile elde edilen El-Fetih'in fikir babası Abu Cihad olmakla ve kolektif liderlik ilkesi kabul edilmekle birlikte, Arafat, kısa süre içinde "bir numara" olarak kendisini kanıtladı.
El-Fetih, 60'ların başında Lübnan başkenti Beyrut'ta gizlice Falastinuna (Filistinimiz) adlı gizli bir yayın çıkararak, onun çevresinde örgütlenmeye çalıştı. Ulusalcı nitelikte olan kuruluşun yapısı, Almanya'daki Filistinli öğrenciler arasındaki yoğun hücre çalışması nedeniyle başlangıç dönemlerinde, tipik bir aydın örgütü özelliği taşıyordu.
Yaser Arafat, El-Fetih'in 1 Ocak 1965'te silahlı mücadeleye başlamasına da önayak oldu. El-Fetih'i silahlı mücadeleye iten nedenlerin başında, 1964'de Mısır'ın Pan-Arap lideri Nasır'ın kendi denetiminde Filistin Kurtuluş Örgütü'nü kurdurması ve başına Filistin kökenli bir diplomat olan Ahmet Şukeyrî'nin getirilmesi geliyordu.
Filistin davasının, Arap diplomatik girişimlerinde bir koz olarak kullanılacağından ve sürgünde dağınık olarak yaşayan Filistin halkının Filistin Kurtuluş Örgütü çevresinde toplanacağından endişe eden Arafat ve arkadaşları eyleme geçmeye karar verdiler.
Bu nedenle, 1 Ocak 1965'te Arafat ve arkadaşlarının oluşturduğu ilk silahlı müfrezeyle, silahlı eylemin başlaması, Filistin yakın tarihinde, "Filistin halkının kendi kaderini kendi eline alışı" olarak algılanıyor.
Silahlı eylemin başlaması, El-Fetih'e Filistin halkı arasında efsanevi bir özellik kazandırdı ve bu yüzden, birkaç yıl sonra, çeşitli akımları ve Arap rejimlerini temsil eden Filistin gerilla örgütleri ortaya çıktığında, El-Fetih, en güçlü "gerçek anlamda" Filistinli örgüt olma özelliğine sahip oldu.
Silahlı eylemin başlaması, Arafat'ı da Arap rejimleriyle çatışma haline soktu. 1966'da Suriye'de tutuklandı. Dönemin Suriye Savunma Bakanı Hafız Esad'ın ikna edilmesiyle salıverildi. Aynı dönemde, Lübnan topraklarından İsrail'e karşı eylem düzenlerken de yakalandı ve bir süre Beyrut zindanlarında yattı.
1967 Arap-İsrail Savaşı, Arafat'a ve Filistin mücadelesine yepyeni ufuklar açtı. Haziran 1967'de altı gün süren savaş, Filistin topraklarının tümünün İsrail'in eline geçmesi ve başta Mısır olmak üzere, Suriye ve Ürdün'ün acı bir yenilgiye uğramasıyla sonuçlandı. Arap bozgununun külleri arasından El-Fetih etkili bir gerilla hareketi olarak belirledi. Böylece, yeraltından çıktı ve halkları önünde yenilginin sıkıntısını yaşayan Arap devletleri, Arap onurunu temsil eden bu gerilla hareketine destek ve meşruiyet vermeye mecbur kaldılar.
Haziran ile Eylül 1967 arasında kalan yaz aylarında, Yaser Arafat, gizlice işgal altındaki Batı Şeria'ya girerek, Kudüs ve Ramallah'ta, işgal altındaki topraklarda El-Fetih örgütünün hücrelerinin oluşturulmasını ve mücadelenin örgütlenmesini üstlendi. Birkaç kez, İsrail kuvvetlerinin elinden kıy payı kurtuldu.
1967 Savaşı'nın ardından Filistin silahlı hareketinin meşruiyet kazanmasıyla birlikte Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (George Habbaş önderliğinde) ve Saika (Suriye denetiminde) gibi yeni gerilla örgütleri de sahneye çıktı.
Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Ahmet Şukeyri devrildi. Yerine Yahya Hammuda adlı bir avukat getirildi. Yeni şartlar, Yaser Arafat'ın düşünce tarzı üzerinde de etkisini gösterdi. El-Fetih'i Filistin Kurtuluş Örgütü'ne rakip gören Arafat, bu düşüncesini değiştirerek, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün sayıları artan Filistin gerilla örgütleri için bir siyasal çatı olarak düşünülebileceğini tasarladı.
El-Fetih, diğer örgütlerle birlikte FKÖ'ye katıldı. 1969'da, Filistin Kurtuluş Örgütü liderliğine Yaser Arafat seçildi. Böylece, 1967'den beri "3 El-Fetih Sözcüsü" sıfatıyla uluslararası kamuoyunun önüne çıkan ve bu sayede tanınan Yaser Arafat, bundan böyle milyonlarca insan tarafından ezberlenen unvanını elde etti: Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat...
Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat'ın 1969-1971 arası dönemi Ürdün yıllarıdır. Filistin Kurtuluş Örgütü'nün merkez karargahı Amman; askerî mücadele hattı Şeria nehri boyunca uzanan Ürdün-İsrail ateşkes sınırındaki gerilla üsleridir. 1970 ve 1971'deki iç savaş, Arafat'ı ve kadrolarını Temmuz 1971'de Ürdün'ü terke mecbur etmiş, ancak bu dönemde ve özellikle 1970'de binlerce Filistinlinin hayatını kaybettiği "Kara Eylül" çarpışmaları esnasında, Arafat'ın bir askeri lider ve devlet adamı niteliklerini ilk kez sergilemesine tanıklık etmiştir.
Arafat, Eylül 1970 günlerinde kuvvetlerinin en önünde savaşmış, birkaç kez kılpayı ölümden kurtulmuş, cesareti ve özverisiyle, Filistinli savaşçıların nezdinde gücünü ve etkisini pekiştirmiştir. Buna paralel olarak, savaşın durdurulması çabalarında, Nasır'ın girişimiyle Kahire'de toplanan olağanüstü Arap Zirvesi'nde, Arap devlet başkanları ve krallarla eşit düzeyde masaya oturarak, devlet adamlığının basamaklarını tırmanmıştır.
Arafat'ın 1971-1982 arası dönemi Lübnan yıllarıdır. Bu dönemin tayin edici dönüşümü 1974'den sonra gerçekleşti. Ekim 1974'de patlak veren Dördüncü Arap-İsrail Savaşı, uluslararası ve bölge dengelerini değiştirdi. Savaştan sonra aynı yıl içinde Fas'ın Rabat kentinde toplanan Arap Zirvesi'nde Filistin Kurtuluş Örgütü, "Filistin halkının biricik meşru temsilcisi" olarak oybirliğiyle ilan edildi.
Böylece, Filistin Kurtuluş Örgütü, sürgün de ve özellikle Lübnan'da bir devlet örgütlenmesi haline geçti. Uluslararası diplomaside Filistin'in siyasal ifadesi oldu. Bu olgu, Arafat'ın da uluslararası konumunu güçlendirdi. Aslında, "yumurta-tavuk" örneği, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün böylesine bir kimlik kazanması da, Arafat'ın politikaları sayesinde idi.
Lübnan'da 1975-76'da patlak veren iç savaşla birlikte, Filistin Kurtuluş Örgütü, "devlet içinde devlet" haline dönüştü. Arafat da, bu mini-devletin fiili başkanı olarak, Lübnan başkenti Beyrut'u yabancı konuklarını kabul ettiği fiili başkenti olarak kullanmaya başladı.
Filistin Kurtuluş Örgütü'nün "Filistin halkının biricik meşru temsilcisi" ilan edildiği Rabat Zirvesi'nden sonra, Arafat'ın New York'ta Birleşmiş Milletler kürsüsünden ilk kez konuşmasıyla, yani Filistin davasının uluslararası meşruiyet kazanmasıyla başlayan süreç, Beyrut'ta pekişti ve 1980'lere kadar Filistin Kurtuluş Örgütü, 100'den fazla ülke tarafından tanınarak diplomatik ilişkilere geçti.
Yaser Arafat da, giderek, dünya çapında bir diplomasi ustası olarak belirdi. İsrail'i giderek tehdit eden bu süreç, 1982'de İsrail'in Lübnan'ı ve başkenti Beyrut'u işgal etmesiyle ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün ait yapısına ağır bir darbe indirmesiyle sona erdi. Yaser Arafat ve FKÖ kadroları deniz yoluyla, Lübnan'ı terkettiler. Arafat'ın yeni karargahı Tunus'ta kuruldu.
Ancak, Arafat, bir süre sonra tekrar Lübnan'a dönmek istedi. Bu dönemde, kendisiyle Arap politikasında öncelik ve önderlik konusunda şiddetli bir rekabete girişmiş bulunan Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad, El-Fetih içinde bir isyan başlatmıştı.
Arafat, Suriye başkenti Şam'dan sınır dışı edildikten sonra, mücadele karargahını Lübnan'ın kuzeyindeki liman kenti Trablusşam'da kurdu. Bir süre sonra, Suriye birlikleri ve desteğindeki isyancı güçler tarafından kuşatıldı. Ekim 1983'de, Arafat, birbuçuk yıl içinde ikinci kez kuşatma altında kaldı ve kanlı çarpışmalardan sonra yine deniz yoluyla, bir kez daha dramatik şartlar altında Lübnan'ı terketti.
1982 ve 1983, Arafat'ın itibarının en çok sarsıldığı, can güvenliğinin en büyük tehlikeler altına girdiği kara bir dönem, bozgun ve yenilgi yılları oldu. Ne var ki, Yaser Arafat, kendisine dünya politika sahnesindeki çekiciliğini kazandıran en büyük yeteneğini ortaya koydu ve yenilginin külleri arasından tekrar etkili bir siyaset adamı olarak ortaya çıktı.
Filistin mücadelesinin başedilmeyen usta liderine, tarihin kaydettiği en akıl almaz suikast girişimi bu dönem içinde yapıldı. 1 Ekim 1985'de İsrail savaş uçakları 3000 kilometre yol katederek, Tunus'ta Arafat'ın evini bombalayarak yerle bir ettiler. Büyük bir rastlantı sonucu, binada olması gerektiği halde, onbeş dakika uzaklıkta olan Arafat canını kurtarabildi. Arafat, daha önce de, Suriye ve Lübnan'da sayısız suikasttan kurtulmuştu.
Yaser Arafat'ın siyasal hayatının en önemli dönemeç noktalarından biri, bu kara dönemi 1987'de Cezayir'de yapılan Filistin Ulusal Konseyi (FKÖ'nün sürgündeki parlamentosu) toplantısında, 1982'den beri parçalanmış bulunan Filistin ulusal birliğini, kendi önderliği ve politikaları etrafında ve Filistin Kurtuluş Örgütü bünyesi içinde birleştirmesiyle gerçekleşti.
Bu gelişmeden bir süre sonra, işgal altındaki Filistin toprakları, Kudüs, Batı Şeria ve Gazze'de Aralık 1987'de başlayan büyük ayaklanma (intifada), Filistin meselesine dünya çapında yepyeni boyutlar getirdi. Uluslararası ve bölgesel dengeler bir kez daha sarsıldı. Ayaklanan Filistin halkı, Yaser Arafat'ın önderliğini kesin, tartışılmaz biçimde kanıtladı. Ayaklanmanın getirdiği yeni şartlarda toplanan Filistin Ulusal Konseyi, 15 Kasım 1988'de Cezayir'de, bağımsız Filistin Devleti'nin kurulduğunu ilan etti. Arafat, bu devletin başkanlığına seçildi.
Bağımsızlık ilanı kadar önemli bir adım, Arafat'ın ilk kez İsrail devletinin 1967 sınırları öncesindeki varlığını kabul ettiğini bildirmesi oldu. Bu adımdan sonra, Amerika Birleşik Devletleri ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında ilk kez ilişkiler kuruldu, müzakereler başladı. Böylece, Ortadoğu'nin siyasal süreci yön değiştirdi. Bu adımların atılması, dünya diplomasi tarihinde görülmemiş biçimlerde mümkün olabildi. Yaser Arafat'ın Birleşmiş Milletler Genel Kurul'unda konuşma yapmak için New York'a gitmesi engellenince, Aralık 1988'de 161 ülkenin delegeleri New York'tan kalkıp Cenevre'ye geldiler ve Arafat'ı dinlediler.
Böylece, Arafat, koskoca Birleşmiş Milletleri "ayağına getiren" ilk ve tek uluslararası şahsiyet unvanını da kazandı.
Yaser Arafat, sık sık "Filistin Devrimi ile evli olduğunu" vurguladı. Başında siyah-beyaz kefiyesi, üzerinde askerî giysiyi, belinde Colt tabancasıyla ilginç bir figür olarak, milyonlarca insanın belleğine yerleşti. İdeolojik olarak Arap milliyetçiliği ile Filistin yurtseverliğinin kırması sayılır. Yetiştiği ortam ve tarihi dönem buna imkân verdi. Siyasal manevra kabiliyeti son derece yüksek, kıvrak bir diplomat ve en önemlisi, Filistin siyaset arenasının bu yüzyıl içinde eşini görmediği ölçüde gerçekçi, daha da ötesi pragmatik bir politikacı olarak göze çarptı. Koyu bir dindarlığına rastlanmamakla birlikte, Müslüman kimliğini sık sık vurgular. Konuşmalarına genellikle kuran ayetleriyle başlar ve öyle bitirir, içki ve sigara kullanmaz.
İsmi, Filistin sözcüğü ile eş anlamlı bir duruma gelmiştir. Dünyada, ülkesi ve halkı ile bunca özdeşleşen ve simgeleşen ikinci bir siyaset adamına rastlamak zordur. Mükemmel bir hatiptir. Elinde Churchill'i hatırlatan zafer işareti, hareketli gözleri ve dudaklarından eksik etmediği geniş tebessümüyle kendine özgü bir karizmaya sahiptir, inanılmaz bir enerjiyle yaşar. Genellikle, sabaha karşı 05'te uyur ve güne O9'da başlar. Aralıksız çalışma, sürekli seyahat etmesi, hangi saat nerede olacağını kendisinden başka hiç kimsenin bilmemesiyle gizemli bir kişilik ortaya koymuştur.
Sevecen ama otoriter bir yönetim biçimiyle, Filistinli siyasal kadrolar arasında, bilge kişi anlamında kullanılan "İhtiyar" lakabıyla anılır. Filistin ve Arap dünyası onu, Yaser Arafat isminden çok, yeraltı döneminden kalma takma adı Abu Ammar ile tanır.
Özel hayatı son derece sade ve mütevazidir. Ama uluslararası siyaset sahnesinin en renkli kişilerinin başındadır.
* Cengiz Çandar'ın Arafat biyografisi Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi'nde (İletişim Yayınları, 1988) yayımlanmıştır.