İşte bir toplumda, bireyin çıkarı ve gelişimi için varolmayı başaran bir devlet yapısına ancak "sivil devlet" denebilir. Yoksa idarecilerinin "asker" kökenli olmayışı, ya da işlerlikte "despotik-askeri" yöntemlerin kullanılmaması devleti "sivil devlet" yapmaya yetmez.
Devletin sivilleşmesi
Belirttiğimiz anlamda bir devletin "sivilleşmesi" de, tıpkı gerçek halk iktidarının sözkonusu olduğu bir demokrasiye varmak kadar zor, uzun ve sancılı bir süreç olacaktır. Dahası kapitalist toplum içindeki bu süreç; daha baştan "geçiciliği" yani bir gün sona ereceği öngörülmüş bir süreçtir.
Bu süreçte "devlete sahip olan"ın elindekini paylaşmak istemeyişi kadar, özgür birey ve örgütlerin geçmişteki alışkanlıklarla kendisini dışarıda tutma isteğinin de önemli rolü olacaktır.
Devleti elinde tutanlar için "öteki"nin anlamı neyse, devlete katılacaklar için de devlet ve onun ajanları bir anlamda "öteki" sayılmaktadır. Dolayısıyla "öteki"yle buluşma, bir anlamda "aynılaşma"nın, kolay gerçekleştirilebilir bir tutum olmadığı kabul edilmelidir.
Bunu sağlamak için hem yargıların, mevcut bakış ve yaklaşımların, hem de üzerinde birleşilmiş kuramsal "doğru"ların yeniden gözden geçirilmesi gerekecektir.
Üstelik bu teorik yaklaşım olarak devleti yıkma, ortadan kaldırma iddiasındaki kişi ve örgütler açısından bu çok daha zor olacaktır.
Burada rol oynayan içsel bir unsur da özgür bireyin ve onun örgütlerinin "demokrasi" ve "katılımcılık" konusundaki düşünceleri ve yaklaşımlarıdır. Gerçek bir demokratikleşmenin sağlanması için yalnız demokrasinin etkin olacağı alanın demokratik kurallara göre şekillendirilmesi yetmez. Bunun yanında bireyin tüm yaşamında ve kendi çevresinde de demokrasiyi bir davranış biçimi olarak var edebilmesi gereklidir.
Gerek demokrasiyi isteyen tek tek "özgür" bireylerin kafalarındaki demokrasinin sınırları, gerekse onların örgütlerindeki demokrasinin uygulanışı burada önemli bir rol oynamaktan öte, aynı zamanda bir çatışma noktası da oluşturacaktır.
Bireyin en az demokratikleşme istemi kadar "sivil devlet" olgusunu istemesi ve bu doğrultuda görev üstlenmesi, hatta devletin yapmakla yükümlü olduğu bazı görevleri yerine getirmek istemesi yani sorumluluğu ve işleri fiilen üstlenmesi de gerekecektir.
Diğer yandan bu sürece daha kolay uyum sağlayacak, aslında resmi devletin sivil uzantısı konumundaki aslında "özgür" olmayan kişiler ve onların örgütleri de vardır. Üstelik bu süreçte onları "tek başlarına" etkin kılmak hem devletin eskisi gibi sürmesini, ama küçük ve aldatıcı bir "cila"yla yeni bir görünüme bürünmesini yeterli görenler demokratikleşme ve katılımı bunlarla sınırlı kılma eğilimindedirler. Ama bu kadarının "sivilleşme" bakımından yeterli olmayacağı ve kabul görmeyeceği açıktır.
Bu süreçte devlet organizasyonunun kendisi ve onu işletenler, devletten hizmet istemi ve alımı dışında da bireye mevcut organizasyon içinde doğrudan yer verecek yapıları sağlamak zorunda, bir anlamda erklerini paylaşmak zorunda kalacaklardır.
"Devletin sivilleşmesi" ancak bu iki ön koşul süreç, birbiri içinde ve koşut olarak varolduğunda mümkün olabilecektir.
Demokratikleşme ve katılım
Bu sürecin ilk ve belki de en güncel örneği "devletin küçülmesi" ve yönetim işlevinin merkezden çevreye-perifere yayılması programıdır. Bu ancak bir başlangıç olabilir. Sivilleşme sürecinde "Demokratikleşme ve Katılım" hem merkezi, hem de çevresel düzeyle, gerek karar alma, gerek uygulama, gerekse sonuçlarını değerlendirme aşamalarında söz konusu olmalıdır.
Merkezi yapıda başta temel politikalara yön verecek nitelikteki şura, kongre, kurultay vb. belirli sorun ve alanlara yönelik toplantı ve bir araya gelişler, daha önceden olduğu gibi zaman zaman değil, sürekli bir biçimde sağlanmalı, uygulama bakımından "temel" bir ilke haline getirilmelidir. Bu ilke "yasama" erkinin kullanıldığı kurumlarda da gerçekleşebilmelidir. Dahası şimdi olduğu gibi bu katılım yalnız belirli kesimlere açık değil, ilgili tüm tarafları kapsayacak biçimde olmalıdır.
İkinci düzlem halen bir çok alanda oluşturulmuş bulunan yürütmeye dolaylı bağlılığı olan "kısmen özerk üst kurullar"dır.
"Sivil devlet"in yaratılma sürecinde bu kurullarda da yine ilgili tüm tarafların uzlaşmasını hedeflemek üzere demokratik ve katılımcı bir işlerlik sağlanmalıdır. Bunların iyi işleyen ve bazı olumlu sonuçlar üreten; "insan hakları kurulu" gibi örnekleri mevcuttur ve yaygınlaşma potansiyeli taşıyabilir.
Üçüncü bir düzlem de çevresel düzlemdir. Bunlar da her düzeyde hizmet kurumunun gerek çalışma gerekse desteklenmesine yönelik çabaları mümkün kılar. 1961'de uygulamaya konulan Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası uygulamasında yer alan "Sağlık Ocakları Kurulları" ya da günümüzde işlevi çok belirli olmasa da gelişme potansiyeline sahip "Cezaevleri İzleme Kurulları" gibi çeşitli kurullarla, örneğin okullarda etkin işletilse daha yararlı olabilecek "okul aile birlikleri" gibi yapılar, "çevre denetim kurulları", "tüketici hakları" çerçevesinde çeşitli danışma ve denetim birimleri gibi uygulamalar; daha ileri gidilirse mahalle "ihtiyar heyetleri"nin evrilmesiyle gündeme getirilecek "halk meclisleri" uygulamaları, daha iyi ve doğru işler kurumlar haline getirilerek, verilen hizmete toplumun katılımını sağlayan olumlu örnekleri ortaya koyabilir.
"Yerel yönetimler" deyince "kamu yönetimi yasası" uygulamasıyla getirilmek istenen yerelleşmenin tartışıldığı yerel yönetimler ve onların çeşitli uygulamaları gündeme gelmekte ve bu taslakların içerdiği olumsuzluklar nedeniyle "yerelleşme" ve "yerel yönetimlerin özerkleşmesi" tartışılmak istenmemektedir.
Oysa söz konusu "Kamu Yönetimi Yasası" ile yapılmak istenenden farklı olarak, bireyin ve toplumun hizmet aldığı her yerel hizmet kuruluşunun gerek karar süreçlerinde, gerekse işlerlikte, gerekse denetim ve izlenmesinde demokratikleşmesi ve katılımcılığa açık hale getirilmesi, eğer devletin sivilleşmesi isteniyorsa, kanımca mümkündür.
Bunların da en azından yazılı kurallar düzleminde kimi olumlu örnekleri vardır ve kim yer ve zamanlarda iyi işledikleri gözlenmiştir.
Uygulama ve birey
Varolan yapıda, devlet organizasyonu kendini işletecek bireylere gereksinim duyar. Bunları ya yetiştirerek, ya kendi anlayışını sürdürecek nitelikte olanları özellikle seçerek, ya da gereksindiği ancak kendi anlayışını tam olarak taşımayan elemanları için tek sesliliğini bozmayacak mekanizmalar kurarak işlevini yerine getirir.
Dolayısıyla devlet aygıtı içinde hiyerarşik bir sistemle bir takım kastlardan oluşmuş, kendi dışındaki bireylere kapalı bir yapı vardır. Bu kastlar yine elinde olan gücü koruma, sahip olduğunu bırakmama yaklaşımı gereği olarak sıklıkla "devlet" içinde ikinci ve daha derin bir "devlet" yapısı oluştururlar.
Uygulama alanında ilk yapılacak iş, devleti işletecek bireylerin "devletin adamı" olma konumundan uzaklaşarak ülkenin bir bireyi olması ya da tersine söylenecek olursa, bireylerin "devletin adamı" olmadan toplum çıkarı için devletten beklenen işlevleri ve hizmeti yerine getirmelerinin sağlanmasıdır.
"Devletin adamı" olan elemanları toplumun birer "birey"i haline getirmek ve bunu sağlayacak yolları açık tutmak, üzerinde uzlaşılması ve benimsenmesi gereken yollardan biri olmalıdır.
Bir ikinci yol da, toplum için yapılması gerekli işleri toplumdaki "birey"ler aracılığıyla ama bu "birey"leri "devletin adamı" haline getirmeden yapabilmektir.
Bu da oldukça zor bir süreçtir ve bireyin kafasındaki "toplum" ve "toplumculuk" düşüncesine koşuttur. Sorunu görme ve yakınma yerine, sorunu görüp onun çözümüne destek olma yaklaşımı sonuçta bir eğitim ve bilinçlenme işidir. "Güdülen sürünün bir bireyi" olmaktan çıkıp "yurttaş" olma noktasına yaklaşılırsa, bireylerin "kayıp"larının toplumun "kaybı" olacağı görülebildiğinde, toplumsal bedeli küçültmek adına "önleyici" işlevleri üstlenmek kolaylaşacaktır.
Aynı düşünce doğrultusunda örgütlenmiş toplumun kendi oluşturdukları örgütlerini de, devletin işlevlerini yerine getirebilen kurumlar şeklinde devletten bağımsız, ancak devletin desteğini ve olanaklarını kullanabilecek şekilde çalıştırmak mümkün olabilir. Bu anlamdaki örgütlerin; yanlışları işaret eden, doğruları söyleyen, çözümleri üreten ve öneren olma işlevlerini sürdürmek, ama bunlara ek olarak hizmete katılmak ve sorumluluk üstlenmek anlamda bir dönüşümleri söz konusu olmalıdır. Burada bireysel ve grupsal çıkarın ötesinde "toplumsal çıkar" doğrultusunda uzlaşmak ve uygulamayla ilgili olarak da "kamusal denetimi" sağlamak koşuluyla uygulamaya katılmak olanaklı hale gelebilir.
Örnekler
İnsan aklı ve toplum yaşamı bir çok somut, tekil örneği gündeme getirebilir. Toplumun bilgi birikiminden ve varmış olduğu noktadan emin olduğu çağdaş bir yazar, bir düşün adamı, bir sanatçı pekala bir "birey" olma niteliğini her zaman "devletin adamı" olma niteliğine yeğleyerek, toplumun geleceği olan çocuklarımızın eğitimi ya da onları eğitecek öğretmenlerin eğitimi için, gerek örgün gerekse üniversiter düzeyde eğiticilik görevini seve seve üstlenebilirler.
Aydın bir emekli kamu çalışanı, belirli desteklerle içinden çıkılamaz hale gelen, büyük şehirlerin trafik sorunlarında en azından izleyerek ve denetime yardımcı olarak çok önemli görevleri yerine getirebilir.
Kendini kanıtlamış ve çağdaş bir sosyal yardım kuruluşu, belirli bir destek ve devletin olanaklarıyla kimsesiz çocukların sosyal sorunlarının çözümünde aktif ve doğrudan görev alabilir.
Bunların tümü, bireyin ve onlardan oluşan toplumun sivil örgütlerinin temel haklarını gözeterek ve yaşaması için gerekli olanakları onlara sunarak gerçekleştirilebilir örneklerdir.
Bu uygulamalarda önemli nokta, bu hizmetlerin her koşulda mevcut kamusal bir organizasyon tarafından, her koşulda "mutlaka" verilmesi, ama olanak ve toplumsal bir talep ve bu talebi hem yapacak, hem de yanıt verecek bir "toplum" örgütlenmesi varsa onların katılımıyla toplumun katılımı gerçekleştirilebilir.
Sonuç
Her düzeydeki demokratikleşme ve devletin sivilleşmesi bir arada ve koşut işlemesi gerekli süreçlerdir. Bunun sağlandığı oranda devlet "kendisi için devlet" olmaktan uzaklaşacak ve "birey-toplum için devlet" olma noktasına ulaşacak, başka bir deyişle çıkış noktasındaki haliyle varolabilecektir.
Başta iletişim olmak üzere gelişen teknolojinin sağladığı kimi olanaklar, kararların ve uygulamaların açıklığını sağlayarak, toplumu ve onu oluşturan bireylerin olan bitenin farkında olmalarını sağlaması da olumlu avantajlardır.
Uygulamada tam anlamıyla gerçekleşmemiş olsa da ideal olarak düşüncede somutlaşan bu yaklaşımda toplumun her bireyinin, kendine yakın benzer olan bireylerle birlikte oluşturduğu çıkar grupları ve örgütleri aracılığıyla yönetim işlevine demokratik bir işlerlikle katılmaları temeldir.
Ancak bu katılım diğerini ortadan kaldırma, etkinliğini azaltma, ya da kendini egemen kılma yaklaşımından çok bir "uzlaşma" noktası sağlama anlamında alınmalıdır.
Tüm bu örneklerin her alanda yaygınlaşması, kurumsallaşması ve işlevsel olarak çalıştırılması "devletin sivilleşmesi" yolunda önemli adımları oluşturacaktır.
Bu süreçte; eğer mevcut uzlaşma zemininde kendilerine bir yer görüyor ve kendilerini demokrasinin taraflarından biri sayıyorlarsa, kendisini "devleti ortadan kaldırma" göreviyle yükümlü sayanlara da yer olmalıdır ve vardır.
Toplum yönetiminin söz konusu olduğu her düzlemde artık toplumun kendi sivil örgütlerinin doğrudan katılımları "sözde" değil "gerçekte" sağlanmalıdır. Çünkü yönetenlerin erki aslında yönettiklerinden kaynaklanmaktadır. Yönetilenler kendi erklerini kendileri de kullanabilirler. İktidarı ele geçirmenin dışında "yönetilenlerin yaşama müdahaleleri" ancak bu şekilde gerçekleşebilir. (MS/BB)