Fotoğraflar: İsa Uğur Erdoğan
Haberin İngilizcesi için tıklayın
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 24 Eylül'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda daha sonra da 1 Ekim'de de TBMM Genel Kurulu'nda "Güvenli bölgeye 1-2 milyon arasında mülteciyi yerleştirme şansına sahibiz" sözleri üzerine İstanbul'daki "küçük Suriye" Aksaray'ın sokaklarında dolaştık.
Kendi yaşamlarına dair söz hakkı verilmeyen, ne istedikleri sorulmayan, sebebi olmadıkları bir savaşın bedelini ödeyen Suriyeliler İdlib'e gitmek istiyor mu? Daha da doğrusu ne istiyorlar? Ağızlarından duyalım istedik.
Suriyelilerin kendi güvenli bölgesi
Aksaray aslında bir nevi Suriyelilerin İstanbul’da kendileri için yarattıkları “güvenli bölge.” Hatta sadece Suriyeliler için değil, bütün mülteciler için aynı özelliği taşıyor.
Öyle ki, sokaklarda dolaşırken mültecilerdeki rahatlığı görmek oldukça mümkün. Fakat gazeteci olduğunuzu ve röportaj yapmak istediğinizi söylediğiniz an özgüven yerini kaygı ve korku dolu bakışlara bırakıyor.
İlk durağımız bir lokanta, gayet güler yüzlü bir şekilde karşılandık ama gazeteci olduğumuzu söylediğimiz an, tebessüm eden yüzlere gölge düştü. Kimse sorularımızı yanıtlamadı. Ayrılıp başka bir kapıdan içeri giriyoruz. Beş dakika öncesinden farklı olarak bu kez konuşma fırsatı buluyoruz.
Amir: Kaçtığımız için korkaklıkla suçluyorlar
İdlibli 22 yaşında bir genç oturuyor masamıza. Adının Amir olduğunu söylüyor. Biraz konuştuktan sonra “Suriye’ye geri dönmeyi istiyor musun?” diye soruyorum. Başlıyor anlatmaya, gözlerinde öfkeyle ve bazı bazı kederle:
“Savaşın ilk yıllarda 14 yaşında geldim Türkiye’ye. İlk geldiğimiz zaman her şey bizim için çok kötüydü. Bazen aç kaldık, bazen sokakta kaldık. Ama biz savaştan, ölümden, güvensizlikten kaçtık.
"Herkes Suriyelileri savaştan kaçtığı için korkaklıkla suçluyor, biz insanız; savaştan kim korkmaz. Kim ölmek ister. Bugün Türkiye’de savaş çıksa ne kadar insan kalıp savaşır. Bunu soruyor musunuz kendinize. Kahramanlık sözleriyle olmuyor. Ölüm yakınınıza gelince kahramanlıkla olmuyor. Ben idlib’den kaçtığımda küçücük çocuktum, o yaşta elime silah mı almalıydım?
"Defolun gidin diyorlar”
“Ben savaş nedir bilmiyordum başımıza gelene kadar… Arkamdan kardeşim kaçtı ve daha sonra ailem geldi. Ailem şu an Antakya’da yaşıyor ve durumları çok kötü. Dört sene sonra ilk defa Almanya’dan onları görmek için geldim. Gördüğümde gözyaşlarım geldi. Dört sene önce durumları bu kadar kötü değildi. Ama şimdi çok kötü... Artık istemiyorlar bizi ve ‘defolun gidin ülkenize’ diyorlar.
“Bizim tek istediğimiz var, vatanımız güvenli olsun savaş bitsin ve biz ülkemize geri dönelim. Polisler bizi çeviriyor: ‘Suriyelisin haydi yallah Suriye’ye gidin’ diyorlar. ‘Gidin Suriye’de savaşın bizim askerlerimiz Suriye’de savaşıyor, gidin siz savaşın’ diyorlar.
"7 senedir Suriye’yi güvenli yapacaklarını söylüyorlar. Bu yalan, tüm Suriyelileri toplayıp İdlib’e getirdiler, İdlib’in içinde sıkıştırdılar, orada ölüme bıraktılar. Ne günahı var o insanların, küçücük çocukların, bebeklerin, yaşlı insanların ne günahı var. Haydi diyelim; erkekler pislik yapmışlar ölmeyi hak ettiler. Ama kadınların, çocukların, bebeklerin ne günahı var.
“Biz nereye gidersek gidelim hiçbir yer bizim için kendi toprağımız gibi değil. Babam öğretmendi Suriye’de durumumuz iyiydi. O hayatımızı bıraktık, okulumuzu bıraktık buralara geldik.
“Bizi her şeyi yapmaya mahkum görüyorlar. Sanki savaştan kaçtığımız için cezalandırılıyoruz.
Soluksuz konuşurken, bir an duraksıyor Amir, gözleri dolu dolu “Dünyanın hiçbir ülkesi korkmasın: Bizim ülkemiz güvenli olduktan, savaş bittikten sonra biz ülkemize döneceğiz” diyor ve noktalıyor.
Kamar: Güvende olduğuma emin olursam dönerim
26 yaşında Kamar, 3 sene önce Şam'dan geliyor. Türkiye'de turizm sektöründe çalışıyor. Geri gönderilmeyi kesinlikle ama kesinlikle kabul etmiyor. "İdlibli değilim, gideceksem sadece Şam'a giderim ama sadece güvende olduğuma emin olursam dönerim" diyor.
Muhammed Omran ise 19 yaşında. Babası öldürülünce annesi 'seni de kaybetmek istemiyorum' diyerek 6 çocuğunu alıp Şam'dan Türkiye'ye geliyor. Şu an burada üniversiteye hazırlanıyor. Suriye'ye ise hiçbir şekilde dönmek istemediğini söylüyor.
"Kimse bizi dinlemiyor"
Sonra Şam’dan 6 sene önce gelen İbraham dahil oluyor sohbete, Türkçesi yok denilecek kadar az. Ama onun da bakışları ve konuştuğu zamanki ses tonu en az Amir kadar tepkili…
En büyük sitemi de onlar adına başkalarının konuşuyor olmasına: “Bizi Esad’a göndermek ölüme göndermek demek. Aylar önce sokakta çevriliyorduk, sadece suç işleyenleri göndereceğiz dediler, ama hepimiz korku içindeydik. Hala da korkuyoruz. Geri gönderilenler arasında hiçbir suça bulamamış mazlum insanlar var, onların günahı ne? Ölüme gönderildiler.
“Kimse bizi dinlemiyor, sesimizi duymuyor. Büyük devletler bizim adımıza konuşuyor, bizim adımıza karar veriyorlar, kimse bize sormuyor. Bizler adına karar vermeyin.Esad’ın gittiği gün kimsenin bizi zorla göndermesine gerek yok. Biz kendimiz gideriz.
“Bizimle aynı duruma düşebilirsiniz”
“Yabancı ülkelerden bizim için Türkiye’ye yardım parası veriliyor. Ama bu yardımları bize vermemek için koşul koyuyorlar. Kız kardeşim çok basit bir sağlık sorunu için üç kez ameliyat edildi. Hiçbir şey yapamadık, bir şey diyemedik; çünkü biz Suriyeliyiz…
Tamamlarken konuşmasını devletlere değil, halklara sesleniyor: “Bizim yanımızda durun, her ülkenin halkı bizimle aynı duruma düşebilir.”
Yusuf: Vallahi de insanız billahi de insanız...
Yusuf Abbas, Halepli 27 yaşında. Tercümanlık yapıyor. 8 senedir Türkiye’de yaşıyor. “Güvenli bölgeye gitmek ister misin?” sorusuna cevabı çok net: “Kimse geri dönmek istemeyecek, İstanbullu birini Antep’te yaşamaya zorlayabilir misin? Ben Halepliyim, İdlib’e niye gideyim? Halep temizlenirse giderim, zaten hayatımda en çok istediğim şey kendi toprağıma dönmek.”
Oldukça akıcı bir Türkçesi var Yusuf’un… “Polise vermeyin yeter her televizyona gazeteye konuşurum” diyor ve devam ediyor: “İdlib’de ev apartman yapacaklarını söylüyorlar, ama bunları bize beleşe vermeyecekler. Biz ne yiyip ne içeceğiz ya da yapılan iyiliklerin karşılığı olarak bizden ne isteyecekler? Bütün devletler elini çektikten sonra çok büyük sorunlar yaşanacak, o zaman bize ne olacak?
“Akrabalarımdan ölenlerin sayısını bilmiyorum bile; herhalde 50’den fazla. Bizi kimse yanlış anlamasın: Biz insanız vallahi de insanız billahi de insanız…
“Biri suç işlediğinde bütün Suriyelilerin sırtına yapıştırıyorsunuz. Bir olay oluyor hemen Suriyeli yaptı diye haber yapılıyor, bizi hedef gösteriyorsunuz. Toplu olarak çıkıyorsunuz sokağa; ‘Suriyeliler gitsin. Tamam açsınlar sınır kapılarını Avrupa’ya gidelim. Biz Suriye’ye gidemeyiz çünkü bizim Suriye’de yaşamamızın koşulları yok.
“Can bu can…”
Sözlerini İstanbul depremiyle noktalıyor Yusuf. Empati yapın bizimle dercesine: “İstanbul bir depremle sallandı değil mi? Evinde kalan oldu mu, herkes sokağa çıktı. Biz her gün bombalarla sallanıyorduk, nasıl kalabilirdik. Can bu can, can…
“Uçaklarla üzerimize bombalar bırakılıyordu. Düşman da belli değil, kiminle savaşıyoruz. Ben öldürerek ölmek istemedim, bu yüzden kaçtım. Şimdi beni zorla gönderecek olurlarsa orada askerlik yaşında olduğum için ölüme göndermiş olacaklar."
"İdlib de Suriye toprağı, bizim toprağımız"
Halepli Ahmad de savaş bitse dahi ülkenin ekonomisinin hemen toparlanamayacağını söylüyor: "Burada iş yeri açtım vergi ödüyorum. Savaş biter her şey düzelirse dönebilirim ama şu an gitmek istemiyorum, buradayım."
Yusuf, 35 yaşında elektrikçi, "Bence güvenli bölge oluşturulduktan sonra hiçbir Suriyeli burada kalmayacak, herkes geri dönecektir. Ben Halepliyim ama sonuçta İdlib de Suriye toprağı, bizim toprağımız." (RT/DB)