Ülkemiz, genç, keskin zekalı, esprili, yumuşak, nazik, sevgi ve sevecenlik dolu siyasetçilere özlemle çok uzun süredir yanıp kavruluyor. İşte bunun için, uzaklarda bir yerlerde bu tarife yaklaşan bir siyasetçi ne zaman seçimleri kazansa, sosyal medyada hemen gerçekçi olmayan, aşırı beklentilerle dolu övgüler fırtınası esmeye başlıyor.
Bu liderlerin olumlu yönleri abartılıp olumsuz yönleri görmezden geliniyor. Sonra bunlar icraatlarına başlıyor ve hayal kırıklığı yaratmada önceki liderlerden geri kalır yanları olmuyor. Örnek mi? Yunanistan, Kanada, Uruguay vb. [1]
Çelişki öylesine derin ki, bütün olumsuz yönlere karşın, bu başkasını övme eğilimi, gücünü koruyor ve gelecek günlere taşınıyor. Örneğin, 8 Mart’a bakış, Vladimir Putin’i bile görece olarak ‘melaike’ katına çıkartıyor: Memleketimizde, “ezanı ıslıkladılar” manipülasyonu yapılırken, Putin, 8 Mart için kadın polislerle buluşuyor ve onlarla atlı ve yaya olarak poz veriyor. İlgili haber şöyle:
“Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, iş hayatı ve evi yönetmek gibi hayatın her alanında yaptıkları için Rus kadınları tebrik ettikten sonra güzel kaldıkları için teşekkür etti. Putin ayrıca intihar etmek isteyenlerin, Rus kadın polisleri görünce tekrar yaşamak istediklerini söyledi.
"Başkan Putin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla bir grup kadın polisle görüşerek günlerini kutladı. Putin, kadın katkısı olmadan ülkenin tarihini ve gelişimini düşünmenin mümkün olmadığını kaydederek, ‘Evde, işte her şeyi yönetmenize karşın güzel, ışıltılı ve parlak kalabiliyorsunuz’ diyerek teşekkür etti.” [2]
Elbette bunlar, cinsiyetçi açıklamalar, ama “ezanı ıslıkladılar” manipülasyonuyla karşılaştırıldığında olumlu sayılabilir. Bir kere, işin içinde övgü ve mizah var. Gelelim, Yeni Zelanda’ya...
Özellikle, Yeni Zelanda’da 50 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıdan sonra, kendini sosyalist ve agnostik olarak tanımlayan 1980 doğumlu kadın başbakan Jacinda Ardern, övgüyle karşılanıyor.
Başörtüsü takması [3], mecliste Kur’an okutması, mağdurlarla kucaklaşması [4], Trump’ın tersine beyaz teröriste ‘terörist’ demesi hep olumlu karşılanıyor.
Düşünün bir Türkiye’de bir Hıristiyan öldürüldüğünde, bunların eşdeğerlerinin bizim memleketimizde de yapıldığını…
Mecliste İncil okunsa? Siyasetçilerimiz Hıristiyan azınlıkları kucaklasa? “Bunu yapan, Müslümanlık adına yapsa bile, teröristtir” dense(???) vb.
Elbette bunlar çok olumlu adımlar gibi görünüyor. Fakat bizce burada fazlasıyla yanlış olan noktalar var ve bunlar yeterince görünür değil. O zaman buyurun bu noktaları birlikte görünürleştirelim:
Beyaz burjuva feminizmi
Birincisi, bu övgüler, başbakanın kadınlığı üstünden yapılıyor. İşte bu, beyaz burjuva feminizmiyle sınıf ve emek eksenli sosyalist bir feminizmin çatıştığı nokta.
Birinci tür feminizm, kadınların sınıfsal konumunu sorgulamıyor. Bu bakış, çok sayıdaki toplumsal cinsiyet tartışmalarına ve araştırmalarına karşın, aslında kadınları biyolojik temelli olarak değerlendiriyor. Böylelikle, bir siyasetçinin ya da genel müdürün kadın olması, tek başına, kadın hakları mücadelesinde bir ilerleme ölçüsü olarak değerlendiriliyor. Bu siyasetçilerin ellerindeki iktidarla kadınlar adına ne tür ilerici politikalar güttüğüne hiç bakılmıyor.
Örneğin, Tansu Çiller’in başbakan olması kadın hakları açısından bir ilerleme midir? Aynı biçimde, aile yaşamında ve toplumsal yaşamda iyice ataerkil olan iktidar partili kimi kadın siyasetçilerin varlığı, kadın haklarını ilerletmiş midir? Bunlar, beyaz burjuva feminizmine göre ilerlemedir. Sosyalist bir feminizmde ise, bunlar, kapitalizmi ve devlet baskısını şirin göstermek amaçlı göstermelik, vitrinlik ya da mostralık uygulamalardır. Çiller, eril ve militarist bir siyasetçiydi. Onun dönemi, büyük ve çok sayıdaki insan hakları ihlalleriyle anımsanıyor. Onun politikaları, kadın haklarını ilerletici değil geriletici nitelikteydi.
Beyaz burjuva feminizminin kadınları türdeş bir kategori olarak tariflemesi zaten baştan yanlış. Kadınların çoğu, kapitalizmde, (diğer baskıları saymazsak) en az üç kez ezilirler: Birincisi sınıfsal olarak, ikincisi işyerinde erkek değil kadın emekçi oldukları için ve üçüncüsü, karşılıksız ve görünmez olan ev emeği dolayısıyla. Oysa beyaz burjuva kadını, böyle bir üçlü cendere içinde değildir. Genellikle evinde hizmetçisi vardır, kendi ev işini görmez. İşyerinde ise, ezilen değil ezen konumdadır.
Bu noktanın Yeni Zelanda başbakanına ilişkin olarak da dikkate alınması gerekiyor. Sırf kadın olduğu için övülmemeli. Kadınlar için ne yapmış ona bakılmalı. Erkek egemen düzenin sürmesini sağlamış mı sağlamamış mı, incelenmeli. Kaldı ki, birçok örnekte, kadın siyasetçiler, erkek egemen siyaset düzeninde tutunmak adına erillerden daha eril olabiliyor.
Sosyalizm hayır işi değildir
Yeni Zelanda başbakanı, ikinci olarak, agnostik ve sosyalist olduğu için övülüyor. Yine benzer bir soru soralım: Başbakan, Yeni Zelanda’da bilimsel düşüncelerin ilerlemesi ve kilisenin gerilemesi için neler yapmıştır?
“Bunu siyaset konusu yapmam, beni ilgilendirmez” diyorsa, o zaman agnostik diye övülmesinin bir anlamı kalmıyor. Aynı durum, sosyalist etiketi için de geçerli. Uruguay örneğinde, CHP ile HDP’nin Türkiye solunda büyük oranda baskın olması ve sınıf temelli olmamaları dolayısıyla, Uruguaylı başkanın övgüyle karşılandığını gördük. Sosyalist başkan ne kadar iyi niyetliydi, maaşını yoksullara bağışlıyor, vosvosa biniyordu. Oysa bir siyasetçi sosyalistse, ülkesine sosyalizmi getirmek için çaba sarf eder. Kaldı ki toplumun en tepesinde olduğuna göre, bunu yapmaya siyasal olarak en çok gücü yetenlerden biri olması beklenir. Sosyalizm, hayır işi değildir. Benzeri bir durum, Yeni Zelanda başkanı için de geçerlidir. Ülkesine sosyalizmi getirmek için ne yapmıştır? Ülkesini dış siyasette Amerikan ve Avustralya kapitalizminin piyonu olmaktan çıkarmış mıdır?
Yeni Zelanda bir meşruti monarşi
Üçüncüsü, şunun farkında mıyız? O hep övülen Yeni Zelanda bir cumhuriyet bile değil. Ülke, 14 (eski) İngiliz sömürgesiyle birlikte, İngiliz kraliçesinin yönetiminde.
Avustralya’da yıllar önce cumhuriyetçi hareket güçlüydü ama sandıkta başarı sağlayamadı. Yeni Zelanda’da o kadar güçlü bir cumhuriyetçi hareket bile yok.
Yani sosyalist başbakan, daha kraliçenin otoritesini sorgulamazken -ki bu otoriteyi bölgede hâlâ sömürge genel valisi temsil eder-, nasıl sosyalist olabiliyor ki? Sosyalist krallık mı ilan edecekti? Sanıldığının tersine, Yeni Zelanda, yönetim biçimi (siyaset yapma biçimi açısından olmasa da yönetim biçimi) açısından, Türkiye’nin ve Hindistan’ın gerisinde. Yeni Zelanda (Avustralya da öyle), daha cumhuriyet devrimi yapamamış bir ülke. Aslında hâlâ meşrutiyetle yönetiliyor ama bunu itiraf etmeleri zor.*
Ya istifa?
Dördüncüsü, 50 kişi nasıl öldürüldü? Hükümetin ihmali yok mu? Sağlıklı işleyen bir ‘Batı’ kapitalizminde, başbakan, başörtüsünü takıp taziyelere gitmek yerine, istifa etmeliydi. Onurlu siyaset bunu gerektirir. Yeni Zelanda hükümeti, 50 kişinin (üstelik de kendi vatandaşları olan 50 kişinin) ölümünden birinci derecede sorumludur. Hiç istifa sözü dile getirildi mi? Katliam sonrası başbakanın yaptığı yalnızca bir halkla ilişkiler atağı. Olumsuz özellikleri görmezden geliniyor.
Kültüralist okumanın gizledikleri
Beşincisi, başbakanın, saldırıdan sonra, mağdurların acısını hafifletmek adına yaptıkları, saldırıyı kültüralist kodlarla okuduğunu gösteriyor. Sorunu kültürel ve dinsel bir sorun olarak görüyor ve halkla ilişkiler programını buna göre kurguluyor. Bunu bilerek yapıyorsa, hükümetin saldırıdaki dahline tuz-biber ekmiş oluyor. Bunu bilmeyerek yapıyorsa, o zaman bu kültüralizmin neyi yanlış, onu açıklayalım. Kültürel ve dinsel çatışmalar yalnızda yüzeydedir; bir yüzey kazısı bize kapitalizmi işaret ediyor. Bir başka yazıda, Yeni Zelanda saldırısına ilişkin gözden kaç(ırıl)an 10 gerçeği sıralayıp tartışmıştık. [5]
Altta yatan kapitalist ilişkileri, o yazıdaki 10 noktadan hareketle anımsayalım:
5.1.) Yeni Zelanda, az sayıda polisin olduğu, yeterince güvenliğin sağlanmadığı bir yerdir. Saldırgan, iki camiyi tarıyor, dakikalarca iki noktada ateş ediyor ve çok uzun süre tek bir polis bile gelmiyor. İkinci saldırıyı püskürtüp daha fazla ölümü engelleyen ise polis değil, Afgan kökenli bir sivil Müslüman vatandaş. Bu, tek başına, bir hükümet için istifa ve utanç nedenidir.
5.2) Saldırı, ülkede silah alım-satımı serbest olmasaydı belki de gerçekleşemeyecekti. Yeni Zelanda hükümeti hem silahları serbest bırakıp hem de katliam olmasına şaşırmıştır. Silah alım-satımına izin vermesi, istifa ve utanç nedenidir. Hakkını yemeyelim, bu konuda, başbakan bir adım attı. Ama bu, çok geç kaldı. Bu karar, saldırıdan sonra değil, çok önce alınmalıydı.
5.3) Burjuva medyası, bir saldırı olduğunda, Müslümanları terörist, beyazları ‘yalnız kurt’ ya da ‘akli dengesi bozuk’ olarak kodluyor. Hükümet, medyada bu temsillere izin verdiği için, saldırıdan sorumludur. Önceki saldırıların temsili, diğer etmenlerle birleşerek zincirleme olarak yeni saldırılar doğuruyor.
5.4) Saldırgan beyaz bir Avustralyalıdır. Onlar terör şüphelisi olarak görülmez, sınırı rahat rahat geçerler. Oysa yabancılar ve göçmenler bekletilir; onlara kuşkuya yaklaşılır. Bu da güvenlik açığı yaratıyor. Bundan da hükümet sorumludur.
5.5) Yeni Zelanda’nın düşük gelirli ülkelerin sömürülmesindeki ve o ülkelerin çeşitli uydurma gerekçelerle savaş çıkarılarak cehenneme çevrilmesindeki payı nedir? Bu sorunun yanıtı, hükümetin saldırıdaki sorumluluğunu arttırmaktadır; çünkü bu ikili durum, göçmen ve sığınmacı akımına ivme kazandırmaktadır. Bu da, daha fazla çatışma anlamına gelmektedir.
5.6, 5.7 ve 5.8) Yeni Zelanda, saldırı öncesinde, Hristofaşistlere ve beyaz üstünlükçülere karşı hangi önlemleri almıştır? Örneğin, Avustralya, bu konuda, göçmen kökenli Avustralyalı profesörler tarafından eleştiriliyor. Beyaz üstünlükçülüğünün zaten sistemin temeli olduğu belirtiliyor. [6]
5.9) Yeni Zelanda hükümeti, toplumun kapitalizm ve özellikle de medya ve bilgisayar oyunları eliyle, şiddete duyarsızlaşmasına karşı ne yapmıştır? Sorunun yanıtı, hükümetin saldırıdaki sorumluluğuna ek yükler getirecektir.
5.10) Yeni Zelanda hükümeti, daha fazla kâr elde etmek için, insan çalışanları çıkarıp yerine algoritmaları koyan sosyal medya şirketlerine karşı ne yapmıştır? Bu algoritmalar, saldırganın çektiği videodaki şiddet içeriğini saptayamamıştır ve bu nedenle, bu vahşet videosu saatlerce erişilebilir olarak kalabilmiştir.
Yeni Zelanda başbakanı ve hükümeti, bu noktaları dikkate almadıkça bu saldırıların devamı gelecektir. Sorunların kökeni de çözümü de kültürde değil, yukarıda özetlemeye çalıştığımız gibi, kapitalizmdedir. Başbakanın kültüralist halkla ilişkiler atağı, sorunların kökünü görünmezleştirerek durumu daha iyiye değil daha kötüye götürmektedir. Önce yukarıdaki eleştiri ve soruları karşılayacak önlemler alınmalı, kültüralizm ondan sonra gelmelidir.
***
Sonuç olarak, Yeni Zelanda başbakanının övülmesi, beş nedenle yanlıştır: Birincisi, başbakanın kadın olup olmamasına değil, kadın yanlısı politikalar güdüp gütmediğine bakılmalıdır. İkincisi, başbakanın Yeni Zelanda’da bilimsel düşüncenin ilerlemesi ve ülkeye sosyalizmin gelmesi için neler yaptığı sorgulanmalıdır. Üçüncüsü, Yeni Zelanda’nın bir cumhuriyet bile olmadığı, hâlâ modern makyajlı bir meşrutiyetle yönetildiği unutulmamalıdır. Dördüncüsü, hükümetin saldırıdaki büyük sorumluluğu dikkate alınarak, başbakanın istifa etmeyi gündeme bile getirmemesi not edilmelidir. Son olarak, başbakan, saldırıyı kültüralist açıdan okumaktadır; oysa doğru bir okuma, kapitalizmin dehlizlerine girmeyi göze almalıdır.
Ama yine de anlıyoruz; bütün bu yazdıklarımıza karşın, yine de onu övenler olacaktır.
Neden?
Çünkü başta söyledik: Türkiye'de siyasetçiler bu kadar nefret dolu, kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı oldukça, uzakların siyasetçileri çıplak gözümüze hep aydınlık taraflarıyla görünecektir… (UBG/HK)
Dipnotlar:
[1] Yunanistan ve özellikle Uruguay neden bu listede? Bu sorunun yanıtı için bkz. Gezgin, U.B. (2015). İki Solun Hikayesi: Uruguay’ın Ak Partisi ve Syriza. Bianet, 15 Ağustos 2015.
Yunanistan konusundaki hayalkırıklığı için bkz.
Gezgin, U.B. (2018). SYRIZA’s Metamorphosis As Seen By the Turkish Left: A Critique of Leftism Without Economics and Class Analysis. Athens Journal of Mediterranean Studies.
[2] Euronews (2019). Putin'den Rus kadınların güzelliği için teşekkür: Gören intihardan vazgeçiyor. Euronews, 09.03.2019.
[3] Bu arada Yeni Zelanda başbakanının başörtüsünde, Arabistan-Pakistan stili değil (Afganistan stili elbette hiç değil) İran stili söz konusu, saçları açıkta kalıyor. Dolayısıyla bu hareketini koyu dindar kesimin kabul etmesi zor. Bu, bilinçli bir tercih değilse, başbakanın İslam’ın kendi içindeki çeşitliliğin farkında olmadığını, konuyla ilgili kendisinin ya da danışmanlarının bilgisinin yüzeysel olduğunu gösteriyor olabilir. Ayrıca, başını örtme biçimi bile, tek başına, kimilerine Şii-Sünni ayrışması/çelişkisini anımsatıyor olabilir.
[4] Gerçi burada, tutup Müslüman erkeklere sarılıyordu, Türkiye’de bunu yapması büyük sıkıntı olurdu. Daha el sıkma bile sorun. Bu da, başbakanın İslam’a ilişkin bilgisinin yüzeysel olduğunu gösteriyor olabilir.
[5] Bkz. Gezgin, U.B. (2019). Yeni Zelanda Saldırısına İlişkin Gözden Kaç(ırıl)an 10 Gerçek. Bianet, 19.03.2019.
[6] Bkz. Hage, G. (2019). White entitlement is part of the very structure of Australian society. The Guardian, 18.03.2019.
* Ardern'in kapitalizm karşıtı açıklamaları için bkz.