Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Bir filmde mi, yoksa bir sitcom’da mı duydum? Tam olarak emin değilim. Tek hatırladığım, söyleyen kişinin bir sosyal bilimci ve kadın olduğu... Cümle şu: “Erkekleri gerçekten anlamak istiyorsanız primat belgesellerini seyretmenizi öneririm.”
Önce çok güldüm. Sonra o tür belgesellere denk geldikçe seyrettim. Çok da haksız bir tespit olmadığını gördüm... Özellikle primatlardaki testosteron – şiddet ilişkisi aydınlatıcıydı.
...
Benim çocukluğumda dayak, evde ve okulda çocuk eğitiminin bir parçası olarak kabul edilirdi. Çocukluk ve gençlik, şiddete maruz kalmasanız bile şiddet diliyle yaşadığınız bir dönemdi… Hem de hayatın her alanında...
Zorbalara karşı iyilerin de gerektiğinde adam dövmesini bilmesi gerekirdi. Mahallede ve okulda erkekler arasındaki dengeler ya şiddet ya da şiddetin diliyle kurulurdu. Kavga etmeyi bilmek, kendini korumayı öğrenmek şarttı. Bugün de durumun çok farklı olduğunu sanmıyorum.
…
Sorun “öğretilmiş, öğrenilmiş erkeklikte” bitiyorsa her şey aileyle ilgili olabilir mi? Pek sanmıyorum. Benim okuduğum yatılı erkek lisesinde üst sınıfların alt sınıfları döverek cezalandırması bir gelenekti mesela.
Öğretmenler öğrencilere bir fiske bile vuramazlardı ama üst sınıfların şiddeti, okul hayatının vazgeçilmez unsurlarından biriydi.
Harçlığıma göz diken bir abinin tokatı dışında lise yıllarımdan şiddetle ilgili çok kötü bir anım yok. Gündelik hayatın sıradan bir parçası olarak kabul ettiğimiz sıra dayaklarını saymıyorum. Onlar geleneğin bir parçasıydı. Sıra dayağı atan “etüt abilerinin” çoğu sevilirdi zaten. Sadece dayak geleneğini sürdürmek zorunda olan abilerdi onlar.
Şaka bir yana, açıkçası okulda öyle çok büyük zorbalıklar olmazdı. Neden derseniz, zorbalar başka bir abiye şikâyet edilmekten korkarlardı. Abileri dayak attıkları için okul idaresine şikayet etmek, yani ispiyonculuk ise kimsenin düşünemeyeceği en büyük suçtu.
Genel olarak abilerin çoğunluğu alt sınıfları dövmezdi; ama her koşulda okulun yazılı olmayan kuralları vardı ve bu kurallar şiddet tehdidiyle uygulanırdı.
Hemen bir örnek vereyim. Okuldaki ilk yılımızda hazırlık sınıfında kızlarla birlikte okuyorduk. Okulda sadece ablalar var. Abiler başka bir okulda.
Ablalar okulda düzeni sağlamak, bizim üstümüzde iktidar kurmak için “Kurallara uymayanların isimlerini gerekirse abilerinize veririz, siz de seneye dayağınızı yersiniz” derlerdi. Biz de sözlerini dinlerdik tabi ki... Sonuçta, o ilk yıl okulda hep ablaların dediği oldu.
12 Eylül 1980 öncesinde solcu siyasi örgütler, 1978'den itibaren okulda üst sınıf şiddetine son vermiş ama onlar da kendi içlerinde kavga etmiş, boykot kırıcılarını ve muhbirleri evire çevire dövmek dahil olmak üzere şiddetten ve şiddet dilinden uzak duramamışlardı. 1980 darbesinden sonra abi dayağı geleneğinin hemen başladığını söylememe gerek yok.
O okulda gerçekten çok eğlendim, çok güzel günlerim oldu ama tüm bunlar kaba kuvvete dayalı bir düzenin hayatımın bir parçası olduğu gerçeğini değiştirmedi elbette.
Erkek lisesinden üniversiteye gittiğimde farkı hemen hissetmiştim. Çünkü orada kızlar vardı ve geç de olsa eğitim hayatımda medeni, sivil bir dönem başlamıştı.
...
Fiziksel olarak dövüşmeyi, kavga etmeyi seven birçok erkek tanıyorum. Çoğu iyi insanlar. Kimseye zorbalık yapmazlar, zayıfları korurlar. Hatta bazıları korumak için fırsat kollarlar. Otobüste bir kadına sarkıntılık yapan erkeklerin başka erkekler tarafından dövüldüğüne şahit olanlarımız çoktur. “Kabul edilebilir şiddet”le ilgili örnekler uzatılabilir.
Sözü getirmek istediğim yer şu: Bazen iyilerin bazen kötülerin yanında olsa da erkek şiddetinin, kaba kuvvetin dili, hayatın her alanına egemendir. Bir tür şiddet sarmalıdır bu.
O sarmal bir enerji gibidir. Asıl sorun, kadın erkek demeden insanları döven, öldüren tüm o erkeklerin de aynı enerjiden beslenmesidir. O şiddeti üreten enerji yok edilmedikçe sorun da asla bitmez.
...
Bir erkeğin toplumun her yanını içten içe sarmış şiddet sarmalından çıkması, bedenindeki testosteronu denetlemesi aslında çok zor değildir.
Çoğu erkek bunu becerir. Ama ona “öğretilmiş erkeklik”le şiddet arasındaki bağ ne kadar güçlüyse, o sarmaldan gerçek anlamda çıkması da o kadar zorlaşır.
Tümüyle şiddet karşıtı olmayı, zayıflık, korkaklık ve eziklik olarak kodlayan bir erkek, hayatı boyunca o sarmalın içinde yaşar. Yaşamak zorundadır.
Dolayısıyla, erkek şiddeti ve kaba kuvvetin gerekliliği fikri, bütün toplumu saran görünmez bir ağ gibidir. Dipteki asıl sorun, çoğu insanın bunu doğal kabul etmesi ve çok da zararlı olmadığını düşünmesidir.
…
Testosteron nedeniyle şiddet kullanan primatlarla ilgili belgeselleri izlemek bütün erkeklere iyi gelebilir. Belki o zaman insan olmanın bir farkı olması gerektiğini düşünerek, “Evrim şart!” diyebiliriz.
Ya da bütün eğitim sistemini erkek şiddetinin, kaba kuvvetin yok edilmesi üzerinden yeniden kurgulayabiliriz... Ama gücün hayatın her alanında her şey anlamına geldiği bir dünyada bu, kuşkusuz pek kolay değil. (MA/ŞA/APA)
* Görseller: Kemal Gökhan Gürses