Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Özür dilerim. “‘52 hafta boyunca 52 erkek kadına şiddeti yazacak, bu erkeklerden biri de sen olur musun?” diye sorduklarında “evet” yanıtı vermiş bir erkekseniz, klavye başına oturduğunuzda yazacak ilk cümleniz ‘özür dilerim’ olmalıdır herhalde.
Özür dilerim. Ama’sız, fakat’sız bir özür. Alçak sesle söylenmiş, süt dökmüş kedi naifliğinde bir özür. “Bir daha tekrarlanmayacak” sözüyle beraber samimi bir özür.
Bir erkek yazar, yalnızca yazardır oysa kadın yazarlar kadın yazar diye kodlanır çoğu yerde. Erkek gazeteci demez kimse ama kadın gazetecide vurgu her daim cinsiyete yapılır.
“Adam gibi oturup yazsana yazını” denilir ama kadın gibi yazarım ben çoğu zaman. Yazıma konu ettiğim herkesin pabucunu giyip kendimi öykümün kahramanlarının yerine koymaya gayret ederim. Şimdi kendimi sevgili Michelle’in yerine koyayım mesela.
Michelle, 1999’da 24 yaşında gelmiş İstanbul’a. Çok yakışıklı bir gazeteci çocukmuş. İzmir’de çalıştığı gazetelerde parmakla gösterilirmiş. Orada çalıştığı son gazeteden kovulma mektubunu saklamamış olduğu için pişman Michelle.
Mektupta, habere giderken güya gazetenin şoförünü taciz ettiği yazılıymış! O da valizini toplayıp İstanbul’a gelmiş 1999’da. Bianet’ten Çiçek Tahaoğlu’na 2013’te verdiği röportajda adını anmak istemediği eski yakışıklı çocuğun o yıl öldüğünü, yepyeni bir isim ve soyadıyla Michelle Demishevich’in doğduğunu anlatıyor Michelle.
Kendine seçtiği yeni soyadı Makedonya göçmeni ailesinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı almadan önceki soyadıymış zaten. Durun durun.
Şimdi kendimi Michelle’in yerine koydum da yıllar sonra hakkımda kaleme alınacak bir yazıda yine o eski yakışıklı çocuktan bahsedilsin ister miydim bilemedim. Kendisi röportajda o çocuk için, ‘öldü’ diyorsa ölmüştür o halde. En iyisi devam edeyim.
Michelle, Türkiye’nin ilk trans kadın televizyon muhabiri oldu İstanbul’da. İMC TV’de çalışıyordu en son. Onu fazla dikkatli olmayan ortalama televizyon izleyicisi bile İstiklal Caddesi’nde dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’a soru sormaya çalıştığı ve koruma şiddetiyle karşılaştığı o gün tanımıştır herhalde.
Michelle’in, “Sümeyye Hanım, soru sormama izin vermiyorlar, saçımı çekiyorlar Sümeyye Hanım” diye diye çırpınarak ve ağzı kapatılıp olay yerinden uzaklaştırılırkenki o görüntüleri benim de dikkatimi çekmişti.
Biz, ilk o gün konuştuk Michelle’le sonra yaptığı haberleri takibe aldım. İMC TV gibi ‘ötekileştirilenlerin’ sesi olmayı başarmış ve maalesef bir süre sonra yayın hayatına son verilmiş bir kurumda dahi ilk günlerde eve ağlayarak döndüğünü anlatmıştı Michelle.
Televizyonun bulunduğu iş merkezinde ilk günler ortak alanlarda diğer çalışanlarla yemek yerken, sigara içerken insanların birbirini dürtüp kendisini gösterdiklerini, kadınların yanından geçerken gülüştüğünü, özel güvenlik görevlilerinin onu tanıyor ve nerede çalıştığını biliyor olmalarına rağmen nasıl her seferinde durdurup zorluk çıkardıklarını anlatmıştı.
Basın toplantılarında onun sorularının nasıl duymazdan gelindiğini, gazeteci meslektaşların dahi selam vermekten kaçındığını anlatmıştı Michelle bana da. “Peki, sen ne yaptın?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Şunu yaptım: İMC TV ile Michelle’in yolları ayrıldıktan sonra bu başarılı televizyon habercisinin iş aradığını duyar duymaz aklıma onunla ana akım medyanın göbeğinde, Kanal D Sabah Haberleri’nde birlikte çalışmak geldi.
Bizim böylesi cesur sorular soran, gece gündüz haber peşinde koşan bir muhabire ihtiyacımız vardı. İşte bu noktada özür dilemem gerekiyor. Özür dilerim Michelle, bu fikrin verdiği heyecanla biraz erken davranıp hemen seni aradım o gün.
Daha işverenle bile konuşup netleştirmeden sana umut verdim o gün bağışla. Sen de çok heyecanlanmıştın. Bunu sesinin tonundan anlamıştım. Bekledin günlerce biliyorum. Ben beklemedim ama. Ana akım medyaya bir trans kadın muhabiri almanın zor olabileceğini, her türlü önyargıyla karşılaşabileceğimizi bildiğim için beklemeden harekete geçtim.
Konuyu önce kimle konuşmam gerektiğini bilemedim sonra da en üst seviyeden talepte bulunmayı düşündüm. Patronun sağ kolu, yemek sofrası arkadaşı, altmışından sonra erkeklik denemeleri yazıları yazan köşe yazarı bu konuda yardım istemek için biçilmiş kaftan gibi geldi. Ben de öyle yaptım, seni işe aldırmak için bu köşe yazarının yardımını istedim.
Ne de olsa beyefendi, tabu yıkan yazılar yazmaya hevesliydi, tabuların üstüne pembe pantolonuyla yürüyordu! Beyefendiden aldığım yanıt benim için de büyük hayal kırıklığı oldu Michelle.
Beyefendi, senin cinsel kimliğinden söz edince cin çarpmışa döndü, beni defalarca “Aman ha, patronun en nefret ettiği şeydir bahsettiğin şey. Görünce bile tahammül edemez, sinirlenir. Bu konuyu unut, kimseyle de paylaşma” diye diye uyardı. Seni işe aldıramadım Michelle. Önce umutlandırıp sonra üzdüm seni. Özür dilerim.
Oysa bu ülkede, şiddet haberlerinde bile adından söz edilmezdi trans bireylerin. Öldürülen bir seks işçisiyse zaten kabahat peşinen ondaydı. Herkesin çoluk çocuğu vardı ve gündüz gözüyle bir trans bireyin sokakta yürümesi bile suçtu değil mi?
Öylesine ikiyüzlüydü ki bu toplum sabah kapına linç etmek için dayanan gece seks talep etmek üzere gelirdi. Michelle’le son karşılaşmamız Avcılar’da Denizköşkler Mahallesi’nde oldu.
1999 depreminden sonra bu mahalledeki ağır hasarlı binalara makyaj yapılmış ve İstanbul’un hiçbir yerinde barınmalarına izin verilmeyen trans bireyler, kimsenin içine girip oturmadığı o evlere sığınmışlardı.
Kimi, zaman içinde mülk sahibi de oldu. Kimisi hala kiracıydı. Mahalleli, bir gün erkek televizyonculardan birinin yaptığı bir televizyon haberinin de kışkırtmasıyla kapılarına dayandı. Ellerinde meşaleler vardı. “Çıkın ya da sizi diri diri yakarız” diyorlardı. Tacizler ve tehditler dayanılmaz boyutlara varmıştı.
Trans bireyleri yakmakla tehdit edenler arasında çocuklarının elini sımsıkı tutmuş kadınlar da vardı. O kadınlardan biri kendisiyle yapılan röportajda hiçbir erkeğin itiraf etmediği sırrı da açık etmiş, “Şimdi kentsel dönüşüm çıktı. Evlerimiz değer kazanacak ama bunları gören yine almaz bu evleri. Bu bize haksızlık değil mi? Bu travestiler yüzünden fiyatı düşüyor mahallenin. İstemiyoruz bunları burada” deyivermişti.
İşte o mahallede karşılaştık son olarak Michelle’le. Hem de 15 Temmuz gecesi. Michelle, onu işe aldıramadım diye bana küsmemiş, darılmamıştı. Bunu o gece anladım. Bizim sabah haberleri yaz tatilindeydi 15 Temmuz 2016’da. Biz de ekibimizden çok sevdiğimiz bir dostumuzun düğünündeydik o cuma gecesi.
Avcılar’da bir kır bahçesindeydi düğün. Köprüde bir tuhaflık olduğuna dair tweetler atılmaya başlandı önce sonra herkes birbirini ‘darbe oluyormuş’ diye uyardı. Davetliler tek tek ayrıldı ve gelinle damat öylece kalakaldı.
Bizler de düğün için şık şıkıdım giyinmiş 10 kişilik kızlı erkekli bir grup olarak yollara düştük. E-5 üzerinde yürümeye başladık. Ne olup bittiğini anlayamamıştık. Cep telefonlarımızın şarjı bitmesin diye dönüşümlü olarak twitter’a girmeye karar verdik önce sonra uzun topuklu ayakkabılarıyla yürümekte zorlanan bazı arkadaşları sırtımıza aldık.
Karşımızdan gelen öfkeli bir grubun içinde düğün için özenip hazırlanmış, mini etekli kadın arkadaşımıza “Sizin yüzünüzden 90 yıldır çekmediğimiz kalmadı. Sonunuz geldi sonunuz” diye bağıranlar vardı. O kapkara gecenin içinde Denizköşkler Mahallesi’nden geçerken bir tanıdık sesi duydum sonra.
Yarı beline kadar sarktığı balkondan bana “Dışarısı çok karışık, çıkın yukarı isterseniz, bizim kızların bir iki misafir var, rahatsız olmazsanız burada dinlenin azıcık” diye bağıran Michelle’den başkası değildi. Bir tufanın ortasında uzatılan zeytin dalı gibiydi bu teklif. Bir Dali tablosunun kahramanları gibiydik o anda. İnsan ömründe çok az sayıda yaşanacak tesadüflerden biriydi bu son rastlaşmamız.
Şimdi Almanya’da mesleğine devam edebiliyor Michelle. Özür dilerim herkesten. Bir küçük yazıyla bu ülkenin en önemli sorununu, kadına şiddet sorununu çözecek akıl vermemi beklemiyordunuz herhalde!
Hem ben, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav’dan öğrendim. İstanbul’da, geliri bu etkili sivil toplum kuruluşuna bırakılan bir gösterimden sonra sohbet ederken söyledi Gülsüm Kav. Bana kadınlara şiddetle nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda akıl vermeye kalkan erkeklerden olmadığım için teşekkür etmişti o gün kuliste.
O gün karar verdim. Aklımı kendime saklayıp kadınlar istedikleri anda yanlarında ya da arkalarında dimdik durup destek olmaya devam edeceğim. Bunu yapmaya da özür dileyerek başlayacağım… (İD/ŞA/APA)
* Görseller: Kemal Gökhan Gürses