Amerika’nın Vietnam yenilgisinin nedenlerinin başında Vietnam halkının örgütlü direnişi geliyor. Ancak gözden kaçan bir diğer başlıca neden, Amerika’daki başkanlık sistemi. Kurmacayla dönemin gerçek görüntülerini başarıyla içiçe geçiren bir gerçekçi film olarak ‘Path to War’ (‘Savaşa Giden Yol’ - 2002)*, bize başkanlık sisteminin iç yüzünü gösteren bir anlatı olarak okunmaya açık.
Gerçek olaylarla koşut ilerleyen film, Amerikan devlet başkanı Lyndon Johnson’ın döneminde (1963-1969) Amerikan oligarşisinin karar alma süreçlerini gözler önüne seriyor. Sanıldığının tersine, tepe noktada kararlar hiç de oyunun kuralına uygun olarak alınmıyor. Bir kere, başkanın bugünkü ‘kanun hükmünde kararnameler’e karşılık gelen bir kararnameyle ülkeyi yönetme yetkisi (executive order) var ki bunu bugün Trump da sık sık kullanıyor. Başkana hesap soracak düzenekler var elbette; ancak bunlar işe koşulana kadar hata üstüne hata doğuran ve ABD’li 58 bin 315 askerin ölümüne neden olan Vietnam-Amerikan Savaşı bir türlü durdurulamıyor.
Bir başkan portresi
Bize çizilen, Meclis’e danışmadan, danışmanlarına sorarak karar alan bir başkan portresi. Bakanlar Kurulu da nadir olarak toplanıyor. En önemli kararları Meclis değil danışmanlar ya da birkaç bakan alıyor. Bu bağlamda bir Amerikan siyaseti klasiği olarak, şahinler-güvercinler ayrımını görüyoruz. Birisi barış yanlısı, diğeri savaş yanlısı değil gerçekte. Tartışılan, “savaş mı, barış mı?” sorunsalı değil; “Amerikan hegemonyasını havuçla mı, sopayla mı koruyacağız?” kavgası.
Bu kavga, o dönem zorunlu askerliğin olduğu Amerika’da bütün bir genç kuşağın yazgısını belirleyecek nitelikte ve elbette kimse onlara sormuyor. Zaten Meclis’e bile danışmayan bir başkandan herhalde gençlere sorması beklenemez. Gençlere sorulabilecek bir siyasal düzenek olsaydı, belki savaş da daha erken bitecekti. Çünkü savaşın asıl yükünü ileri yaşlardaki generaller değil genç kuşak çekiyor.
"Amerikan başkanı kandırılmış" mıydı?
Peki “Amerikan başkanı kandırılmış” diyebilir miyiz ya da “Amerikan başkanı falanca kişilik özellikleri nedeniyle şöyle şöyle davranmıyor da böyle böyle davranıyor”?...
Diyemeyiz.
Diyemeyiz çünkü başkanın kendi karar verme yetkisine ek olarak kararlarını en geniş katılımla alma seçeneği de var. Ancak o, bunun yerine kendi gibi olan ve aykırı seslere kulak vermeyen birkaç bakanına ve danışmanlarına dayanıyor.
Bunu kişilik özellikleriyle de açıklamak zor; çünkü yalnızca Johnson’ın dönemine özgü bir durum değil bu: Trump başta olmak üzere birçok başkanda benzeri eğilimler görüyoruz.
Bu, kişilerüstü sistemik bir sorun. Birçok demokratik görünümlü ülkede, önemli olan kararları seçilmişler değil atanmışlar alıyor. Seçilmişler de zaten parti başkanlarının eleğinden geçerek listeye girebiliyor. Bir karar Meclis’e bırakılmışsa, genellikle bu, oligarşi için bunun hayati olmadığı anlamına geliyor. Yoksa zaten yukarıda karar düzenekleri var. Elbette bu ilke, AKP çoğunluklu Meclisler ekseninde farklılık gösteriyor. Fakat bu da başka bir yazı konusu.
Başkan ve adamları
Peki ABD Vietnam’a neden müdahale eder? Ve dahası, yenileceğinin ilk işaretleri ortaya çıkmasına karşın neden askerini çekmez? Çünkü başkanın şahin bakanlarına ve danışmanlarına göre ve buna Savaş Bakanı McNarama da dahil (‘Savunma Bakanı’ diyorlar, ancak bunu ‘Savaş Bakanı’ diye okumak daha doğru), ABD geri çekilirse, bu, komünist ülkeleri cesaretlendirecek. Kamboçya, Laos ve hatta Japonya kaybedilecek. “Fransızların 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Vietnam'a tekrar girmesine izin vermemeliydik” diyor bir bakan. Ho Amca'yı çok yakından izliyorlar ama onun Vietnam halkı içinde sahip olduğu saygınlıktan haberdar değiller ilk başlarda.
1968 Tet Saldırısı** bütün bu savaş meraklısı siyasetçileri şok edecektir. Bugün Vietnam-Amerikan Savaşı denince aklımıza ilk gelen görüntülerden biri olan sokaktaki infaz görüntüsü de (Eddie Adams'ın çektiği Nguyen Van Lem’in infazı) üstüne tuz biber eker. Bebeğiyle gelip savaş yanlısı siyasetçilerin kararlar aldığı binanın önünde protesto için kendini yakan beyaz eylemci gibi dramatik anları anımsatır bize film. Bu ve benzeri protestolar artar. Mezarlar ölü Amerikan askerleriyle dolup taşmaktadır. Fakat başkanla ‘adam’larının (bu arada tüm karar vericilerin erkek olmasını da not edelim) fikir değiştirmeleri için çok daha fazla zaman ve daha fazla ölüm gerekecektir.
Filmin bize anımsattığı kimi bilgiler not edilmeli. Örneğin, filmde McNarama’ya bir yıl önce Saygon’da suikast düzenleyecekken yakalanıp kurşuna dizilen Vietnamlı devrimci genç Nguyen Van Troi, Amerika’nın Vietnam’da yenileceğine dair bir gösterge olarak önlerine gelir. Onu kurşuna dizdirerek, bütün bir Vietnamlı devrimci genç kuşağı korkutacaklarını düşünürler, ama bu geri teper. Tersine, Van Troi efsaneleşir ve hakkında yazılan şarkı, Vietnam’daki en popüler şarkılar arasında yer bulur. Ho Amca’nın konuşmaları da sinir bozucu olacaktır onlar için. Örneğin, “Vietnam 4 bin yıldır savaşıyor. İki kere Cengiz Han'ı yendik, Johnson Cengiz Han'dan daha korkutucu değil” der Ho Amca bir basın açıklamasında.
Öldürülen 3 milyon Vietnamlının sözü edilmez
Johnson'a karşı, savaş karşıtlığı 1969’daki yeni başkanlık seçiminde en önemli koz olur. Diğer adayın kampanyası buna dayanır. Yılbaşı saldırısından sonra dengeler değişmiştir. Kimsenin Amerika’nın bu savaştan zaferle çıkacağına inancı kalmamıştır. Başkan, kamuoyu baskısı ve başkanlık seçimleri nedeniyle barış ilan etmek zorunda kalır. Sürpriz bir karar alır: Aday olmaz, adaylık seçimlerinden çekilir.
Başkanlık sistemi nedeniyle, kafasına göre karar alabilmesi, yanlış kararlar üstüne daha yanlış kararlar alması ve filmde anıldığı gibi “başkanın halka sorumluluğu yok, halkın başkana sorumluluğu var” düsturunu benimsemesi, başta belirtildiği gibi çoğu çok genç olmak üzere 58 bin 315 Amerikan askerinin ölmesine yol açmakla kalmıyor; bunun da ötesinde, çok sayıda Amerikalı, çeşitli protestolarda öl(dür)ülüyor.
Barış ilan etseler de, onlar için aslolan, 58 bin 315 Amerikan askeri olacaktır; oysa Vietnam’da savaşın yok ettiği 3 milyon Vietnamlı’nın sözü bile edilmeyecektir.
Özetin özeti: Başkanlık sistemi, birçoğumuzun farkında olduğu gibi, basit bir değişiklik değil. Evet, elimizdeki sistem muhteşem değil; eksikleri gedikleri bir hayli fazla olan bir sistem. Fakat yakın tarih bize bir mutlakiyet rejiminin ya da ona özenen bir rejimin Amerika gibi büyük bir güce bile yenilgiyi tattırabileceğini anımsatıyor.
Dolayısıyla, “başkanlık rejimi hızlı karar alınması sayesinde Türkiye’yi güçlü bir ülke yapacak” biçimindeki iddia kesinlikle doğru değil. Üstelik, ABD’de uygulanan rejim, başkanı, Türkiye’de önerilen rejime göre daha az yetkiyle donatan bir rejim.
Geçtiğimiz günlerde Trump ile yargı kurumunun çatışmalarını gördük örneğin. Son çözümlemede, son karar verici yine Trump. Ancak, Türkiye’de önerilen rejimde başkanı yanlış kararlar için uyarmayı geçtik önünü iliklemeyip sesini yükseltecek bağımsız bir yargı da öngörülmüyor.
Bir ülke yoktur ki, başkanlık sistemi o ülkeye daha az ölüm, daha çok yaşama sevinci getirmiş olsun. O nedenle, hayır, hayır, yüzbin kere hayır... (UBG/HK)
* John Frankenheimer'ın yönettiği 2002 tarihli filmde Michael Gambon, Donald Sutherland, Alec Baldwin oynuyor.
** Tet, Vietnam’da Güneş Takvimi’yle birlikte geleneksel olarak kullanılagelen Ay Takvimi’ne göre yılbaşı anlamına gelmektedir. Genellikle her yıl, Ocak sonu ya da Şubat başına denk gelir.
Manşet fotoğrafı: ABD'nin 36. Başkanı Lyndon B. Johnson.