George W. Bush yönetimi Irak'ı niçin işgal etti? Bu soru, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Ortadoğu'daki savaşlarını anlamak ve bugün içinde bulunduğu durumu doğru değerlendirmek açısından çok önemli.
Görünen nedenlerden biri Irak'ın elinde kitlesel imha silahları bulunmasıydı. Bu varsayım üzerine müthiş bir algı operasyonu yaratıldı. Irak sadece ABD için değil, tüm bölge, hatta bütün dünya için büyük bir tehditti.
Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz bu durumu açık bir şekilde dile getirdi: “Herkesin üzerinde ittifak kurabileceği tek gerekçe buydu.”
Daha sonra işler sarpa sardığında Savunma Bakanı Donald Rumsfield bu konunun aslında yanlış bir halkla ilişkiler programı olduğunu söyleyip hedefi değiştirme yoluna gitti.
Asıl ve önemli amaç Ortadoğu'ya özgürlük getirmekti. Bu yüce amacı inandırıcı bulmayanlar ise başka bir telden çalıyordu.
ABD Irak'a petrol kaynaklarına el koymak, kendi savaş sanayi için yeni imkanlar yaratmak, İsrail için potansiyel bir hedefi ortadan kaldırmak ve de en önemlisi Bush'a babasının yarım bıraktığı işi, Saddam Hüseyin’i ortadan kaldırma imkanını vermek için giriyordu.
Bu varsayımların hepsinin belli bir doğruluk payı vardı, ama ABD'nin asıl amacını yine de kapsamıyordu.
İşgalin nedenleri
ABD, Irak'ı üç temel nedenden dolayı işgal etti. Birincisi “önleyici savaş” kavramının başarısını kanıtlamak, ikincisi Washington'un onaylamadığı rejimleri ortadan kaldırma hakkının münhasıran ABD'ye ait olduğunu göstermek, üçüncüsü ise Büyük Ortadoğu'yu neo-liberal düzenin içine çekmek, Condoliza Rice'ın tabiriyle, “gelişme paradigmasına” dahil etmek.
Ortadoğu demokrasi gücü sınırlanmış yönetimler, piyasa ekonomisi, insan hakları ve de özellikle kadın haklarına saygılı bir bölge olacaktı, kısacası “yaşam biçimleri değişecekti”.
Ortadoğu’ya giden yol
Bu işe başlamak için Irak, Ortadoğu'nun en uygun ülkesiydi. Saddam Hüseyin herkesin nefret ettiği bir lider, Irak halkı ağırlıklı olarak laik ve gelişmeye açık bir orta sınıfa sahip özgür olmak isteyen bir toplumdu.
Bush yönetimi için Irak yaratacağı tehlikelerden çok, sunduğu olanaklar nedeniyle bulunmaz bir fırsattı. Saddam Hüseyin’in 11 Eylül saldırısıyla (9/11) bir ilişkisi olup olmadığı da önemli değildi.
9/11’den hemen sonra Bush'un “Irak ve Suriye ile başlayıp İran ile bitirmek üzere beş yıl içinde yedi ülkeyi yola getireceğiz” sözü hala akıllardaydı.
Bu yola getirme her ülke ile savaşma anlamına gelmiyordu. Irak'ta ABD'nin gücünü görenler savaşa gerek kalmadan kendiliklerinden yola geleceklerdi. Ortadoğu'ya giden yol Bağdat’tan geçiyordu.
Irak için görev bölüşümü
ABD, Irak'a girmeye kesin karar verdiği 2002 yılında Pentagon görev dağılımını yapmıştı. Irak savaşının olup olmayacağı değil, ne zaman ve nasıl olacağı konuşuluyordu. Üç önemli görev söz konusuydu.
Birincisi Irak ile savaşmanın ortaya çıkaracağı yeni normları oluşturmaktı. Bu görev, Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleeza Rice'a verilmişti.
İkincisi Amerikan kamuoyunu yönlendirmek ve algı operasyonları yönetimiydi; bu Başkan yardımcısı Dick Cheney'in göreviydi.
Üçüncü ise zaferi garantileyen bir savaşı ortaya çıkarabilmekti. Bu görevin sahibi ise Savunma Bakanı Donald Rumsfield'den başkası olamazdı.
Nürnberg Savaş Mahkemesi ne amaçla olursa olsun savaş çıkartmayı en büyük uluslararası suç olarak tanımlamıştı. Savaşı başlatan taraf olmak tüm kötülükleri içinde barındıran bir anlayıştı.
Bush yönetimi bu engeli aşmak için ABD'ye özgü bazı ayrıcalıklar elde etmek peşindeydi. “Eğer bize yapılan tehditlerin gerçekleşmesini bekleyecek olursak, geç kalmış olacağız” diyen ABD yönetimi düşmanın planlarını bozmak için savaşı başlatan tarafın kendileri olması gerektiğini, bugünkü dünyada güvenliği sağlayacak tek yöntemin eylem olduğunu savunuyordu.
Bush Doktrini
Artık geçerliliğini yitirmiş olan Carter doktrini, yerini Bush doktrinine terk etmek zorundaydı. Bush doktrini en başta özgürlük olmak üzere bazı kavramların tartışmaya açılmasına karşıydı.
Özgürlük her zaman, her yerde, İslam dünyası da dahil, tüm insanların uyması gereken kuralları içeriyordu.
Bush yönetimi bir yandan, tehditleri ortaya çıkmadan önlemek, diğer yandan da bazı temel değerlerin tartışılmasını engellemek istiyordu.
Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Bush doktrinine karşı çıkan tüm itirazları ortadan kaldırmak için başlattığı çalışmalara “amaca ulaşmak için her yol mubahtır” anlayışı ile devam ediyordu. Entelektüel dürüstlük vb. kavramlara kulak asmayan Cheney, kendisine karşı çıkanları da saldırı oklarının hedefi yapmakta hiç beis görmedi. Kuralları biz koyarız, biz uygularız siz ise biat edersiniz dönemi başlamıştı.
Siviller ve askerler
Cheney'in bu çalışmaları Rumsfield'in elini güçlendiriyordu. ABD bu savaşta sadece Saddam Hüseyin’i devirmekle kalmayacak, tarihi bir savaş zaferi elde edecekti.
Rumsfield önce hava saldırısı, sonra kara ordularını kullanma stratejisini benimsemiyordu. Ona göre her şey aynı anda olmalı, insanlar korkmalı, sinmeli ve karşı koymaya cesaret etmemeliydi. Bu görüşlerini CENTCOM'a anlatmak ve kabul ettirmek için bir hayli uğraştı.
Sivil yöneticiler ile üst düzey askeri yetkililer arasındaki ilişkiler her zaman uyum içinde olmuyordu. Sivil yönetimin ordu üzerinde ciddi bir baskısı söz konusu olduğu halde, kamuoyuna anlatılanlarda generallerin savaş konusunda verilen tüm kararlarda tamamen özgür oldukları havası yaratılıyordu.
Birinci OPLAN 1003'e göre Irak'ın işgali için yarım milyonluk bir orduya gerek vardı. Rumsfield'e göre ise bu sayının dörtte biri yeterliydi. CENTCOM ile Rumsfield arasında yapılan sıkı pazarlık sonucunda 170 bin sayısı üzerinde uzlaşıldı.
Çöl Fırtınası Operasyonu büyük bir savaş gücüne dayanıyordu, Irak İçin Özgürlük Operasyonu ise hareket kabiliyeti ve hıza.
BM devre dışı
CENTCOM komutanı General Tommy Franks ordusunu bekleyen tehditleri doğru değerlendiremedi. Zafere giden yol, Saddam Hüseyin’i devirmekten geçmiyordu. Savaş planlarını Irak halkının Washington güdümünde yeni bir siyasi yaşamı kabul ederek, “yaşam biçimlerini” değiştirmeleri üzerine kurmak, gerçekçi olmayan hatalı bir yaklaşımdı.
Bu planda Bağdat üzerinde yoğunlaşan bir bombardımanla başlayacak olan savaşın daha sonra nasıl süreceği yeterince ele alınmıyordu. Gerçekçi planlar yapılmamıştı.
Savaş kararı, ABD Kongresi tarafından onaylandı. Bush yönetimi 5 Şubat'ta savaş kararını BMGK de onaylatmak istedi, ancak aradığı desteği bulamadı. Bunun üzerine BM kararı olmadan savaşacaklarını ilan etti. BM devre dışı bırakılarak savaşmanın yolu böylece açıldı.
Dünya sokaklarda
ABD'nin savaş kararı bütün dünyada büyük bir tepkiye neden oldu. New York Times Gazetesi, “Dünya üzerinde iki süper güç var, ABD ve dünya kamuoyu” manşetiyle yayınlandı.
Batı başkentlerinden Ortadoğu, Asya ve Afrika'ya kadar uzanan bir coğrafyada milyonlarca insan “Savaşa hayır” demek için sokaklara döküldüler.
Bush yönetiminin bu tepkilere verdiği yanıt: “Herkes kendi fikirlerini savunmakta özgürdür, ama bizim için bu fikirlerin hiçbir önemi yoktur” şeklinde oldu.
Irak'ta ABD'nin kazanacağı zafer, bölgedeki diğer ülkeleri de hizaya sokacaktı. Hizaya girmeyenler olursa, ABD daha güçlü adımlar atmaya hazırdı.
Türkiye’den beklenmeyen karar
Bush, Saddam Hüseyin'e Irak'ı terk etmesi için bir ültimatom verdi. General Franks Bağdat'a yönelik, iki ayrı noktadan yapılan kara saldırıları planlıyordu. Biri Kuveyt'i üs olarak kullanarak Güneyden, diğeri ise Türkiye'deki üslerini kullanarak Kuzeyden.
Tam bu noktada ABD yönetimi hiç beklemediği bir direniş ile karşılaştı. Türkiye, ABD Ordusunun 4. Kara tümeninin ülkelerinden geçerek Kuzey Cephesi’ni açmasına karşı çıkıyordu. Türkiye Parlamento’sunda yapılan oylamada ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak'a girmesine izin vermedi.
Pentagon'un yıllarca Türk ordusunu eğitmek ve desteklemek için harcadığı milyar dolarlar işe yaramamıştı. Washington'da ipler gerildi, ancak İncirlik Üssü’nü kullanma gereği ABD'yi soğukkanlı davranmaya zorluyordu. Kuzey cephesini açmamak, savaş planlarımızı etkilemez diyerek yola devam ettiler.
Saddam Hüseyin kaçtı
Washington'da kararları verenler için işler yolundaydı ama bizzat savaşanlar başka gerçeklerle boğuşuyordu. Kötü hava koşulları, gerekli malzemelerin yetersizliği, Irak halkının hiç yardımcı olamayan tutumu işleri zorlaştırıyordu.
Cumhuriyet Muhafızların ana birliğinin bulunduğu Kerbela kentine yapılan saldırıda kullanılan helikopterlerin tümü delik deşik olmuştu. 4 Nisan 2003'de ABD güçleri Saddam Hüseyin uluslararası Havalimanını ele geçirdiler.
Bir gün sonra ABD tankları ve askerleri Bağdat’ta dolaşıyordu. Saddam Hüseyin, oğulları ve yakın çevresi ile birlikte bilinmeyen bir yere kaçmıştı.
Bağdat'ta halk Saddam Hüseyin heykellerini yıkarken, bütün ülkede büyük bir yağma faaliyeti başladı.
Bağdat tarumar
Mezopotamya tarihinin en seçkin eserlerinin bulunduğu Bağdat müzesi talan edildi, paha biçilmez değerli eserlerin bir kısmı kaçakçıların eline geçti. İslam dünyasının en önemli el yazmalarının bulunduğu Bağdat Kütüphanesi yakıldı.
İslam tarihinin en büyük kültürel merkezlerinden biri olan Bağdat kenti, ABD bombardımanlarına eşlik eden talanlarla çok kısa bir sürede adeta yok edildi.
Bağdat beş gün içinde yasaların ve güvenliğin olmadığı, kovboy filmlerinde gördüğümüz “Vahşi Batı”ya dönüştü. Irak aydınları ve gerçek yurtseverler şaşkınlık içinde ülkelerinin gözlerinin önünde yok oluşuna tanıklık ederken büyük acılar yaşadılar.
Saddam Hüseyin’den hoşnut olmayan Irak halkının kendi kaderini tayin etme hakkı elinden alınmış, yabancı bir devletin askerleri ülkelerine el koymuştu.
Direniş başlıyor
General Franks herhalde bütün bu olanlardan habersiz olmalı ki, Saddam Hüseyin’in saraylarının birinde poz verirken, Rumsfied'e gönderdiği mesajda Irak'ı Kurtarma Operasyonun başarısını övüyordu.
Ama ne yazık ki üç haftada bittiği ilan edilen Irak'ı kurtarma operasyonu 450 hafta sürecek uzatmalı bir savaşa dönüşecek, sorunları askeri müdahale ile çözmek, yeni ve çok boyutlu sorunların çıkmasına neden olduğu gibi, savaşın bittiği ilan edilirken yeni bir savaş başlayacaktı.
Irak halkı, “kurtarıcı”larına şükran duymak yerine direnmeye başlayınca, işlerin rengi de değişti. Nisan ayının sonlarında Irak'ın Felluce kentinde ABD askerler ile Iraklılar arası çatışmada ABD işgaline karşı direnen sivil halka ağır silahlarla saldırıldı. Sivil halktan çok kişi yaşamını yitirdi.
CENTCOM’da görev değişimleri
Bu olayların yaşandığı sırada, CENTCOM'da bir görev değişimi yapılıyordu. General Ricardo Sanchez, Franks'ın yerine gelirken, insani yardım ve yeniden yapılandırma faaliyetlerinin başına emekli bir general olan Jay Garner atandı.
Garner ve ekibi Iraklı meslektaşlarına yol gösterecek, asıl işleri yerel kadrolar yapacaktı.
İşlerin bu şekilde yürümeyeceği üç hafta içinde belli olunca, Rumsfield, Garner'ı görevden alıp yerine Paul Bremer'i getirdi. Eski bir diplomat olan Bremer, Washington görevlisiydi ve doğrudan Bush'a bağlıydı. Bremer ilk iş olarak “Irak Geçici Koalisyon Hükümetini” kurdu.
Bremer'den iki genelge
Mayıs başında Irak'a gelen Bremer Geçici Hükümet adına iki genelge yayınladı.
Birincisi Irak Baas partisinin kapatılması ve Baas Partisi üyelerinin Irak'ın gelecekteki politik yaşamında yer almaması, ikincisi Irak'ın bütün güvenlik güçlerinin, ordu dahil, ortadan kaldırılması.
Bunun anlamı Irak’ta artık yeni bir düzene geçilmesiydi. Irak, dünya pazarlarına açılan, Batılı bir liberal ekonomik düzenle yönetilen demokratik bir ülke olacaktı.
Bremer ve Sanchez birbirlerinden nefret ediyordu. Bu mutsuz beraberlik bir yıl sürdü. Sivil yönetim ile askerler arasındaki çekişme işleri daha da zorlaştırdı, Irak’taki ayaklanma aldı başını gitti. 2004 yılının yazına gelindiğinde “onların yaşam biçimlerini değiştirme” stratejisi başarısız olmuştu.
Düşük yoğunluklu çatışmalar
Bir Amerikalı General açıkça itirafta bulundu: “Düşman kim, belli değil. Savaşanların bir kısmı adi suçlular, bazıları yıkılan rejimin adamları, bazıları Şii milisler. Gerilla savaşı desem değil, koordinasyonu olan bir savaş değil, liderleri yok..”
Savaş sona ermemiş, “düşük yoğunlukta bir çatışma” olarak sürüyordu. ABD askerleri halan direnen Baas partisi liderlerini avlamak için evlere baskınlar düzenlemeye başladılar. 22 Haziran 2004’te Saddam Hüseyin’in oğlu Uday Musul'da öldürüldü.
ABD'nin Irak’taki varlığı, istikrar ve düzen getirmek yerine, Amerika karşıtı cihatçılar yetiştiren bir yapıya bürünmüştü. Savaş Irak'ı etnik, mezhepsel ve ulusal fay hatları üzerinde hızla bölünmeye götürüyordu.
Savaşanların amacı Saddam Hüseyin’i geri getirmek değil, ABD'nin savaşma isteğini yok etmekti.
Saddam Hüseyin yakalandı
13 Aralık 2004'te Saddam Hüseyin üstü kamufle edilmiş bir sığınakta, bir delikte yakalandı.
Saddam'ın yakalanmasının ülkedeki dengeleri değiştireceğini sanan ABD fena halde yanılıyordu. Saddam gitmiş ama savaş artarak sürüyordu. Rumsfield, başarısızlığını kabul etmeyerek, “her şeyi silip süpürün” diye gürledi. Irak'ta ABD ordusunun terörü başladı. (MUT/BA)
ABD'NİN "ORTADOĞU"SU YAZI DİZİSİ
"ABD'nin 'Ortadoğu'su" Başlarken (17 Ekim 2016)
1- Petrol Denilen Kara Kuyu (17 Ekim 2016)
2- İran-Irak Savaşı ve Lübnan İç Savaşı (18 Ekim 2016)
3- Soğuk Savaş, Afganistan, Libya (19 Ekim 2016)
4- Kuveyt'in İşgali ve Körfez Savaşı (20 Ekim 2016)
5- 11 Eylül Saldırısı, Afganistan (21 Ekim 2016)
6- Irak'ın İşgali (22 Ekim 2016)
7- Irak'ta Uzun Soluklu Savaşa Doğru (23 Ekim 2016)
8- ABD Askeri Irak'tan Çekiliyor (24 Ekim 2016)
9- En Çabuk Unutulan Savaş: Afganistan (25 Ekim 2016)
10- Son Perde: Suriye (26 Ekim 2016)
11- Bitirirken; Amerika Nereye Gidiyor? (27 Ekim 2016)