Kendini savaşla özdeşleştiren bir devlet tavrı… Barış düşmanlığı refleksi…
Genel olarak Türkiye’de, yönetimlere göre barış demek, düşmanla -o sırada kimse- işbirliği yapmak demek ve vatan hainliği ile eşdeğer…
Her Türk’ün asker doğması ve toprağı sıksan şüheda fışkırması bir yana resmi söylemde hep yaşam değil ölüm, şehadet kutsanır.
Savaş muhabbeti ve barış düşmanlığı devletin zorlandığı, hükümetlerin krize girdiği dönemlerde milli birlik ve beraberliği sağlamanın en kolay yolu… Ortak düşmana karşı topyekûn savaşı örgütlemek…
Zaten halk kitlelerinin en kolay milliyetçilik ve din aracı ile kontrol edilebileceği "gerçeği"ne sıkıca sarılan yönetimler, düşman bulmak ve yaratmakta da hiç sıkıntı çekmediler.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca, emekten, demokrasiden, bağımsızlıktan, sosyalizmden kısaca insanca yaşamaktan yana olanlar hayatı ve barışı savundular. Bu bunun cezasını da çektiler ve çekiyorlar.
Bu devlet refleksi o kadar güçlü ki yönetimin “ideolojisi”, laik veya İslamcı olması bile fark etmiyor. Bu aracın işlerliği ve işlevselliği kanıtlanmış.
İlk barış savaşçıları, başkanlığını Behice Boran’ın yaptığı, Adnan Cemgil, Vahdettin Barut, Osman Fuat Toprakoğlu, Reşat Sevinçsoy, Nevzat Kemal Özmeriç ve Muvakkar Güran tarafından 1950 yılında kurulan Türk Barışseverler Cemiyeti hareketiydi.
Dernek, dünyadaki kutuplaşmaya, Amerika ve Sovyetler Birliği’nin atom bombası ve silahlanma yarışına bir karşı çıkış olarak, barış isteğiyle kurulmuştu.
Kurulduğu ay, hükümetin 25 Temmuz'da aldığı Kore'ye asker gönderme kararını protesto etmek için dernek olarak Millet Meclisi’ne protesto telgrafı çektiler ve bir bildiri kaleme alınarak İstanbul’da sokaklarda dağıttılar.
Bildiriyi dağıtanlar arasında olan Behice Boran tutuklandı, askeri mahkemede yargılanarak “milli menfaatleri ihlal ettiği ve milli direnişi sarstığı” suçlamasıyla on beş ay hapis cezasına mahkûm oldu, çocuğunu hapishanede doğurdu, üniversite öğretim üyeliğinden ve devlet memuriyetinden ihraç edildi, doçentlik unvanı geri alındı.
Barışa ikinci saldırı 1980'de geldi. Yazarlar, siyasetçiler ve bilim insanları tarafından, barışın savunulması amacıyla kurulan Barış Derneği, 12 Eylül askeri darbesi sürecinde kapatıldı. Türkiye Barış Derneği ile ilgili soruşturma, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'nın 27 Ekim 1980 tarihli soruşturma emri ile başladı.
Derneğin kurucuları ve yöneticileri hakkında o dönem yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 141 ve 142. maddeleri* uyarınca dava açıldı. Türkiye Barış Derneği yönetici ve kurucuları, Mahmut Dikerdem, Reha İsvan, Orhan Apaydın, Erdal Atabek, Aykut Göker, Tahsin Usluoğlu, Haluk Tosun, Şefik Asan, Aybars Ungan, Ali Taygun, Uğur Kökden, Metin Özek, Niyazi Dalyancı, Ataol Behramoğlu, Ali Sirmen, Gencay Şaylan, Ergun Elgin, Orhan Taylan, Hüseyin Baş, Nedim Tarhan, Mustafa Gazalci, İsmail Hakkı Öztorun, Nurettin Yılmaz, Kemal Anadil ve Melih Tümer, 27 Şubat 1982'de tutuklandılar.
Aynı yılın sonunda serbest bırakıldılar, 1991'e kadar uzayan bir mahkeme sürecinden sonra beraat ettiler.
Günümüzde, ülkemizin sıcak savaş ortamı yaşadığı ve barışa en çok ihtiyacı olan bu günlerde barışçılar yine saldırı altında. Güneydoğu illerinde süregelen operasyon ve çatışmalar nedeniyle ilan edilen sokağa çıkma yasakları, şiddet ve ölümlere karşı çıkarak barış ve çözüm isteyen akademisyenler, 11 Ocak 2016 tarihinde “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi” adıyla bir metin yayımladı.
Bildiriye çok sayıda akademisyen imza attı, “Bu suça ortak olmayacağız” dedi. Akademisyenler resmi makamlardan tehditler aldılar, idari soruşturmalar, işten çıkarmalar ve hak ihlalleri ile karşılaştılar.
Basın açıklaması yapan Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Kaya ve Doç. Dr. Kıvanç Ersoy’un tutuklandılar. Yurt dışında bulunan Yrd. Doç. Dr. Meral Camcı hakkında da yakalama kararı alındı. Esra Mungan’a Bakırköy Kadın Tutukevi’nde tecrit uygulanıyor.
Ama, ülkemizde barıştan yana olanların inadını kıramadılar, yine kıramayacaklar. Hala varız; barış için mücadeleye devam… (NE/HK)
* 2005 öncesi yürürlükte olan TCK 141. maddesi "komünist örgütlenme", 142. maddesi ise "komünizm ve bölücülük propagandası" ile ilgili "suçları" düzenliyordu. 1936 tarihli faşist İtalyan Ceza Kanunu örnek alınarak hazırlanan bu iki madde beş altı kez değişikliğe uğradı. Bu iki maddenin ihlali durumunda ölüm cezası dahil çeşitli hapis cezaları veriliyordu. Her iki madde 12 Nisan 1991'de Terörle Mücadele Yasası'nın kabulüyle yürürlükten kalktı.