Bu yazı Pulse Dergisi'nde yayınlandı.
2011 yılının Ocak ayında Tunus’taki ilk ayaklanmadan ve Tahrir Meydanı’ndaki eylemlerden günler sonra The Guardian*, Arap dünyasından önde gelen yazarları bölgeyi kasıp kavuran devrimci coşkuyu yorumlamaya davet etti. O zaman, yazarların tümü gelecek için çok iyimserlerdi. Bugün ise yazarlardan o zaman söylediklerini tekrar ele almalarını ve hala umutlu olmak için bir neden olup olmadığını soruyorlar.
Beş yıl önce benden Tunus’taki ayaklanmanın, Suriye başta olmak üzere Arap dünyasının geri kalanı üzerindeki etkilerini değerlendirmem istendiğinde Suriye’nin “tüm Arap ülkelerinde görülen işsizlik, düşük ücret ve sivil toplumun gelişmesinin engellenmesi krizinden hiçbir şekilde muaf olmadığını” belirtip, buna rağmen “kısa ve orta vadede Suriye rejiminin Tunus tarzı bir meydan okumayla karşılaşması pek de muhtemel değil” iddiasında bulunmuştum.
O yazı 28 Ocak 2011’de yayınlanmıştı. Aynı gün Hasan Ali Akleh adlı bir Suriyeli, aynı Tunus’ta kendini ateşe veren Muhammed Buazizi gibi, Esad rejimini protesto etmek için kendini yaktı. Akleh’in eylemi pek fazla dikkat çekmedi, ama 17 Şubat’ta Şam’da Hareeqa’da polis şiddetine karşı binlerce esnaf toplanarak “Suriye halkı aşağılanmayacak” sloganı attılar. Bu, daha önce benzeri görülmemiş bir olaydı. Kısa zaman sonra Deraa’daki öğrenciler, rejim karşıtı duvar yazıları yazdıkları için tutuklandılar ve işkence gördüler. Çocukların akrabaları 18 Martta gösteri yaptıklarında, onlardan dördü öldürüldü ve böylece cenazeler, eylemler ve silah kullanımı döngüsü başladı.
2011’de Esad’ın kişisel olarak popüler olduğunu yazdım ve 30 Mart’taki –yanlış bir şekilde adlandırılan– Halk Meclisi’ndeki konuşmasına kadar da öyle kaldı. Pek çok kişi o ana kadar bir yargıya varmaktan kaçınmıştı, öldürülenler için özür dilenmesini ve ciddi reformlar yapılacağının açıklanacağını umuyorlardı. Bunun yerine Esad tehdit etti, komplo teorilerine başvurdu ve daha kötüsü sürekli güldü.
Esad’ın geçtiğimiz on yılda yeniden yapılandırılan yeni liberal/’ahbap’kapitalizminin feci etkilerini hafife aldım. Kısa zamanda başka pek çok konuda da yanıldığım anlaşılacaktı. Nisan ayında rejim İslamcılara ve Kürtlere yönelik uzlaşmacı jestlerde bulundu. İlkin bu hareketin, rejimin ne kadar umutsuz bir cehalete battığını gösterdiğini düşünüyordum, bu aşamada protesto hareketi tüm Suriyelileri kapsayan ve mezhepçi olmayan bir hareketti. Sonraları onun durumu yanlış yorumlamasının kasıtlı olarak yapıldığını anladım. İlerleyen yıllarda rejim, devrimi etnik ve mezhepçi açılardan okumayı sürdürdü ve büyük oranda onun kendi çabasının sonucuyla, sahada egemen olan da bunlar oldu.
Genç bir Şamlı bana “Devrimin lideri Beşşar Esad’dır” demişti. “Ne zaman birini öldürse, ne zaman işkence etse, onu yok etmeye kararlı on kişi daha yaratıyor.” Başlangıçta rejimin “güvenlik çözümü”ne başvurması bende, onun zekâsını fazla abarttığım düşüncesi uyandırdı. Sonrasında bunu fazla abartmadığımı aksine azımsadığımı anladım. Gerçek bir reform sürecinden sağ çıkamayacağını bildiğinden, bir iç savaşı kışkırtmıştı.
Önce barışçıl, mezhepçi olmayan eylemciler vahşi bir şekilde bastırıldı. On binlerce kişi toplandı, işkenceye uğradı, öldürüldü ya da kaybedildi. Bu sırada cihatçılar hapishanelerden salındı. Sonra, devrimin kaçınılmaz bir şekilde askerileşmesine karşılık olarak, rejim yanmış toprak politikası uygulamaya başladı. Askerler ekinleri yaktı ve sürü hayvanlarını öldürdü. Sivillerin yaşadığı mahalleler top ateşi, savaş uçakları, scud füzeleri, varil bombaları ve sarin gazıyla harap edildi. 2012 yılında rejimin tarafından düzenlenen bir dizi mezhepçi katliam insanların ruh halinde telafisi mümkün olmayan bir sertleşmeye yol açtı.
Suriye halkının sözde “dostları” devrimi ciddi bir şekilde silahlandırmakta ya da halkı katliamdan korumakta başarısız oldular. Esad’ın dolaylı yardımıyla, oluşan boşluğu yabancı cihatçılar doldurdu. 2014 yılının Temmuz ayına kadar rejim ve İslam Devleti adı konmamış bir karşılıklı saldırmazlık anlaşmasının keyfini çıkardı. Bugün dahi IŞİD, Özgür ordu ile savaşırken rejim (ve Rusya) Özgür Ordu’yu bombalıyor.
İtfaiyeci rolü yapan bir kundakçı olan Esad, cihatçılığı yenmek için kendisinin varlığını sürdürmesinin zaruri olduğunu anlatıyor. Pek çok yorumcu ona katılıyor, belki de bu durumun nedeni genel olarak yorumculuğun, terörizm hikâyesi ve vekâlet savaşının satranç tahtasına odaklanarak, Suriye halkının uğradığı eziyetleri ve başarılarını görmezden gelmeye eğilimli olmasıdır. Bunun sonucunda Batı kamuoyu Suriye’nin seçiminin, bir adamın bana yakın zaman önce söylediği şekliyle “Başkan Esad” ve “çatlaklar” arasında olduğunu düşünüyormuş gibi gözüküyor.
2011’den bu yana, hem solun hem de sağın önceden var olan büyük anlatılarından şüphe etmeyi, kimlik politikalarının ölümcül çıkmaz sokaklarından korkmayı ve bunun yerine insani gerçeklere odaklanmayı öğrendim. Büyük çoğunluğu Esad’ın elinden olmak üzere 300 bin ölü ve yerinden edilmiş 11 milyon kişi gibi. (İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük mülteci krizi) Ayrıca, çoğunlukla demokratik olarak seçilen ve hayatı devam ettirmek için ellerinden gelenin en iyisini yapan, bir çözüm olacaksa bunun parçası olması gereken devrimci yerel konseyler gibi daha olumlu gerçekliklere yoğunlaştım. Çığır açan müzik, şiir, eleştirel radyo kanalları ve gazeteler ortaya çıkaran, kültürde yaşanan devrimle ilgilendim.
Halk yapabildiği yerlerde demokrasiyi uyguladı. Ancak 2013 yılının Ağustos ayında karşıdevrim hem bölgesel hem de küresel olarak kazanmış gibi gözüküyordu. Mısır’da o ay gerçekleşen Rabia katliamı Müslüman Kardeşler’in likidasyonunu başlattı, ardından ise herkesin baskı altına alınması geldi. Suriye’de Barack Obama’nın kimyasal “kırmızı çizgi”si yok olurken, Esad 1400 kişiyi kimyasal silahlarla öldürdü. Esad Rus silahları almaya devam etti, Mısır ordusu ise silahlarını Amerika’dan alıyordu.
İran ve Rusya, bir anlamda çoktan çökmüş, iktidarını yabancı devletlere ve yerel savaş ağalarına devreden Esad rejimini askeri bir çöküşten kurtardı. Rejim ülkenin beşte dördünü kaybetti. “Özgürleştirilmiş Suriye”nin bir kısmına etrafı çevrilmiş Arap ya da Kürt demokratik milliyetçiler sahip ve büyük bir kısmı ise uluslararası cihatçılar tarafından boğuluyor.
Kriz katlanarak büyüyor. Rusya’nın işgali hakkında emin olabileceğimiz tek şey onun savaşı daha büyük bir mekâna ve zamana yaydığı.
Yani beş yılın muhasebesi şöyle: Arkadaşlar ve akrabalar evlerini kaybettiler, vahşetlere tanık oldular, gizlice göç etmek zorunda bırakıldılar. Olağanüstü bir durum değildi bu, hangi taraftan olursa olsun her Suriyeli ailenin anlatacak travmatik hikâyeleri var. Çoğu ölüleri için yas tutuyor. Çocuklarıma Palmyra tapınaklarının ya da Halep’in Emevi Camisinin minaresini asla gösteremeyeceğim, depremleri ve Moğol işgallerini atlatan bu anıtlar şimdi yerle bir edilmiş durumda ve ülkenin karmaşık sosyal yapısı tamiri olanaksız bir şekilde parçalandı.
Suriye insan ahlaksızlığının dip noktalarına şahit oldu. Ama aynı zamanda Suriyeliler, en korkunç koşullarda en ilham verici yaratıcılığı ve direnci gösterdiler.
Suriye’de ve bölgede değişim korkutucu bir hızla gerçekleşiyor ve çelişkili yönlere doğru seyrediyor. Nihai sonuca gelince bu kez diyeceğim şu ki, bunu söylemek için çok, çok erken. (RY/HK)
* The Guardian’ın dosyasının tamamı için tıklayın.
Çeviren: Onur Devrim Üçbaş
ARAP AYAKLANMALARI'NIN 5. YILI YAZI DİZİSİ
25 Ocak Pazartesi - Arap Ayaklanmaları Yazı Dizisine Başlarken
25 Ocak Pazartesi - Arap Ayaklanmaları'nın 5. Yılı: Kronoloji
25 Ocak Pazartesi - Yedi Ülkede Arap Ayaklanmaları'nın Dünü Bugünü
26 Ocak Salı - Mete Çubukçu Ayaklanmaların 5 Yılını Anlattı
27 Ocak Çarşamba - Mısır'da Her Şey Mümkündü; Buraya Nasıl Geldik?
28 Ocak Perşembe - Tahrir ve Küresel Kalabalık Üzerine
29 Ocak Cuma - Mısır Devrimi'nin Sesi Essam'ın Hikayesi: "Çalınan Bahar"
1 Şubat Pazartesi - "Ulusal Mutabakat Sağlanmadan Mısır Halkı Güvende Olmayacaktır"
2 Şubat Salı - Can Ertuna'nın Gözünden Arap İsyanları
3 Şubat Çarşamba - Amerikalı Bir Gazetecinin Ortadoğu Güncesi
4 Şubat Perşembe - "Mısır, İran Devrimi Gibi Kendi Değerlerinden Döndü"
5 Şubat Cuma - "Görmüyor musun Ben Vatanımı Kaybettim?"
7 Şubat Pazartesi - Arap Devrimleri ve Suriye: Beş Yıl Sonra