Sur içinde ve Sur Belediyesi’nin hemen arkasında kalan İskender Paşa Mahallesi’nde sokağa çıkma yasağı yok. Ancak komşu mahallelere ve Melikahmet Caddesi’ne yasak getirilince, İskender Paşa Mahallesi de neredeyse tamamen boşaldı.
Haritayı büyütmek için tıklayın.
Azizoğlu Sokak’ta rastladığımız Yusuf adlı yurttaş, daha önce 11 ailenin yaşadığı apartmanda şimdi tek başına kaldığını söylüyor. Lice’den göç etmiş, Sur’a yerleşmiş, kahvelerde çalışarak hayatını idame etmeye çalışıyor. Yasak gelince ailesini akrabalarının yanına göndermiş. Kirada oturuyor ve dört aydır işsiz olduğu için bu ay kirasını bir akrabası ödemiş. Bütün bunları anlatırken sesinden öfke eksik olmayan yaşlı adamın, “Kiramı asgari ücretle çalışan yeğenim ödedi” derken, gözleri doluyor belli belirsiz.
“Elektrik yok, yakında suyu da kesecekler, ama ben bir yere gitmeyeceğim. Çocukları gönderdim, onlara bir şey olmasın. Mahalle Meclisi’ne (Özgür Eşit Yurttaş Derneği’ni kastediyor) söyledim, ‘beni buralarda görmesiniz (derneğin önündeki boş alanı gösteriyor), bilin ki ölmüşüm, evin penceresini kırıp içeri girin’ dedim. Beni öldürseler de mahalleden gitmeyeceğim. Başka mahallede yaşayamam zaten.”
Eşit Özgür Yurttaş Derneği
Eşit Özgür Yurttaş Derneği, Demokratik Bölgeler Partisi adına Diyarbakır’ın birçok mahallesinde çalışma yürüten bir dernek. Mahalleli ile birlikte, mahallenin her türlü sorununu çözmeye çalışıyor. Kısaca Mahalle Meclisi olarak biliniyor.
Mahalle Meclisi’nin, İskender Paşa’da başlayan yoğun göçün önüne geçmek ve kalanların kimi sorunlarını çözmek konusunda çaresiz kaldığı anlaşılıyor. Örneğin İskender Paşa’nın bazı sokakları elektriği Melikahmet mahallesinden alıyor. Sokağa çıkma yasağı getirilen Melikahmet’in elektriği kesilince, bu sokaklar da elektriksiz kaldı. Evi elektriği kesilen Azizoğlu sokakta olan Yusuf, “Elektriği devlet kesti, Mahalle Meclisi ne yapsın” diyerek çaresizliği dile getiriyor.
Fotoğrafını çekmek istiyorum, “Olmaz” diyor. “Daha önce gazetecilere çok konuştum, çok fotoğraf çektirdim, ama şimdi olmaz.”
“Ben Liceliyim, neler gördüm, neler” diyen yaşlı adam gibi, mahallenin diğer sakinleri de fotoğraf çektirmek istemiyor. Yaşadıklarını anlatıyorlar, ama fotoğraflarının çekilmesini ve adlarının soyadlarıyla birlikte yazılmasını istemiyorlar. Sur, tamamen yeraltına çekilmiş gibi.
Çocuk parkı boş
Dar sokaklarından çocuk seslerinin eksilmediği İskender Paşa Mahallesinde küçük bir çocuk parkı ilişiyor gözüme. Bir tek çocuk var parkta. Uzaktan tek bir çocuğun olduğu boş parkın fotoğrafını çekmeye çalışırken çocuk uzaklaşıyor parktan. Daha birkaç gün önce çocuk sesleriyle şenlenen salıncaklar, kaydıraklar kimsesiz ve sessiz şimdi.
"Tandırlar boş kalmazdı"
Az ilerideki tandırlar da öyle. “Bu tandırlar hiç boş kalmazdı” diyor mahalleden bir yurttaş. “Şimdi kimse kalmadı ki.”
Kahvenin önünden geçerken bir kadın geçiyor yanımdan. “Her şeyi çek, Erdoğan görsün bu rezilliği” diyor. Söylenerek ve beddualar ederek uzaklaşıyor. Tuhaf bir şekilde, kadın ilerideki sokağa girip gözden kayboluncaya kadar, sadece onun sesini duyuyorum. Oysa yan taraftaki kahvenin önünde toplanmış birkaç kişi ve az ilerideki camiye namaza gidenler de konuşuyor…
"Elektrik yok"
Giriş kapısından Diyarbakır’ın görülmeye değer eski evlerinden birinin önünden geçiyorum. İçeriyi görmeden olmaz diyerek bir koridordan genişçe avluya ilerliyorum. Avlunun etrafını kuşatan evlerin sahibi kadınların sohbetine katılıyorum. İlk sorum, “Siz göç etmeyecek misiniz?” oluyor. Etmeyecekler ve kararlı görünüyorlar. Kadınlardan biri kocasının hasta, üniversite mezunu oğlunun işsiz olduğunu söylüyor. “Küçük oğlan da gitti üniversiteye, iki yıllık kazanmıştı. Ama paramız yoktu, okutamadık, o da geri geldi.”
Ev kendilerininmiş, buradan taşınıp kirada oturacak maddi durumları yokmuş. Elektriği Melikahmet’ten aldıkları için, yasak geldiğinden beri evde elektrik de yok.
Sur’da oturan insanların büyük çoğunluğunun elektrik sobası kullandığı biliniyor. Elektrik olmayınca soba kurmuşlar. Çöp kutusu gibi bir plastik kabın içindeki, neredeyse toz halinde kömür o zaman dikkatimi çekiyor. Bu kömürü yakmanın zor olduğunu biliyorum, ancak bu konuda üstelemeden, “Peki, ne olacak” diye soruyorum kadına. “Allah hakkımızı bırakmasın” diyerek beddua ediyor.
Evin dış duvarı, Diyarbakır’ın eski evlerindeki güzelliği gösteriyor. Kim olsa bırakmaz bu evi, diye geçiriyorum içimden. Ama çok yakından patlama sesleri geliyor. Kadınlar alışmış, pek aldırmıyor görünüyorlar. Ama bu seslerle uyumak ne kadar mümkün olabilir ki.
Sokağa çıkma yasağı işsiz bıraktı
Özgür Eşit Yurttaş Derneği’ne dönerken, uzun ve dar sokakta canlılık belirtisi gösteren tek yerin mahalle bakkalı olduğunu fark ediyorum. Bakkalın sahibi yaşlı adam ve oğlu dışında kimse yok sokakta. Belli ki sabahtan beri dükkanın önüne sermiş özellikle çocukların sevdiği yiyecekleri, ama etrafta tek müşteri yok.
“Nereye gideyim” diye cevaplıyor, beylik sorumu. Yeşilçam filmlerinden aşina olduğumuz tonton amcalardan, yüzü hep güleç. “Sokakta müşteri kalmadı ki iş olsun.” Bunu söylerken bile gülümsüyor. Onu buradan koparırsan başka yerde yaşayamayacak kadar bu sokağın, bu mahallenin insanı bir adam.
Oğlu birkaç yıl önce taşınmış mahalleden. Babasının aksine sert bir genç adam. “Yasak geldi ya, buraya taşınacağım” diyor. “Sur'u terk etmemek lazım.” Öfke korkutur insanı, ben de korkuyorum ve tonton amcaya sarılıyorum, bütün kalbimle.
"Bu zulüm bitsin"
Özgür Eşit Yurttaş Derneği’nin avlusunda karşılaştığım bir kadın, hemen dert yanmaya başlıyor. Hasırlı Mahallesi'nde sokağa çıkma yasağı başlayınca bu tarafa taşınmış. Ancak evi Melikahmet’e çok yakın ve burada da yasak başlayınca kaynının yanına taşınmak zorunda kalmış. “Çocukların elbiselerini almaya gittim, izin vermediler, öylece kaldık” diyor üstündeki elbiseleri göstererek. “Biz yedi, kaynım beş kişilik bir aile. Sığındık onlara, gidecek başka bir yerimiz yok, kiraya çıkacak gücümüz yok.” Yanında plastik bir bidon var, onu gösteriyor, “Evde su da yok, geldim buradan aldım suyu.”
O da “Yaz” diyor, “Herkes görsün halimizi, Erdoğan da görsün. Bu zulüm bitsin.” Kimse Başbakan’dan, İçişleri Bakanı’ndan söz etmiyor, hepsinin hedefinde Erdoğan diye özetledikleri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan var.
Fotoğraf çekmeme izin vermiyor. Adını da söylemiyor. “Ama adın, fotoğrafın olmadın nasıl haber yapabilirim” diye ısrar edince, “Ayşe de” diyor. O an uydurduğu her halinden belli ve bu kez içimden değil, yüksek sesle söylüyorum: “Sur, kadını çocuğuyla, tamamen yeraltına çekilmiş.”
Sonunda Fesih, hem fotoğrafını çekmeme hem de adını yazmama gönüllü olarak izin veriyor. Soyadının Sesigüzel olduğunu söyleyince kuşkuyla bakıyorum, “Vallahi soyadım Sesizgüzel” diyor.
İskender Paşa’da oturan Fesih Sesigüzel’in Melikahmet’te tekstil atölyesi varmış. Daha önce yanında on kişi çalışıyormuş, ancak sokağa çıkma yasağı başlayıp işleri bozulunca, işçileri çıkarmak zorunda kalmış. Bu süre içinde kızlarıyla çalışarak atölyeyi açık tutmaya çaba göstermiş. Melikahmet’te de sokağa çıkma yasağı ilan edilince, atölyeye gidemez olmuş.
Ürettiği elbiseleri Sur esnafına satan Sesigüzel’e, alacaklarını tahsil edip edemediğini soruyorum. “Kaç yıldır birlikte çalıştığım esnaf, hepsi çok sağlam. Ama adam dükkanı açamıyor ki bana borcunu ödesin. Onlar da mağdur olmuş, kapılarına gidip para isteyemem ki.”
"Polis kontrolüne kalmadan çıkmak gerek"
Neredeyse bütün öğleden sonrayı İskender Paşa’da geçirmek, boş sokakları dolaşmak, endişeli olsalar da evlerini terk etmeyen insanlarla konuşmak çok yorucu. Yine de direnen ve umudunu kaybetmeyen bir mahalle İskender Paşa.
Görüştüğüm insanların ne adları var ne de fotoğrafları. Çünkü Sur yeraltına çekilmiş ve her sokakta, tuhaf bir alaşım gibi, kol kola girmiş isyan ve beddua kesiyor insanın önünü. Akşama, yani polis kontrolüne kalmadan mahalleden çıkarken, iyimserlik duygusuyla yürüdüğümü fark etmem de bu nedenle olmalı. (VE/HK)