Matthew Cassel, Ortadoğu denilince akla gelen gazetecilerden. 2003 yılından beri neredeyse Ortadoğu’da basılmadık toprak bırakmamış. Electronic Intifada, Al Jazeera, The Guardian, VICE gibi medya kuruluşlarında yazıyor ve 15 yıldır profesyonel fotoğraf çekiyor.
Son bir senedir Türkiye’de yaşıyor, mültecilerin zorlu yolculuklarına tanıklık ediyor ve geçtikleri yollarda onlara eşlik ediyor.
Onunla 2003 yılından bugüne hem kendi hikayesini hem de Ortadoğu’nun durumunu konuştuk.
Ortadoğu odaklı bir gazeteci olmaya nasıl başladığını sorarsam…
Aslında Al Jazeera bu hikayenin belgeselini yaptı. Ben annesi Amerikalı bir Yahudi olan bir Chicagoluyum. Ortadoğu serüvenine nerden başladın dersen benim ilk mücadelem anneme karşıydı. Onun jenerasyonu İsrail’i desteklerken ben eleştiriyordum. Ve 2003 yılında Amerika Irak’ta ve Afganistan’da işgale hazırlanırken ben de savaş karşıtı harekete katıldım.
O zaman siyasetle pek aram yoktu ama savaşın kötü bir şey olduğunu idrak ediyordum. Irak işgali başlamadan önce engellemeye çalıştık ama başarısız olduk. Ondan sonra ne yapabilirim diye düşündüm ve orada ne olup bittiğini anlamak için Ortadoğu’ya gitmeye karar verdim.
O zaman gazetecilik tecrüben var mıydı?
Hayır. Hatta mühendislik okuyordum. Okulu bıraktım ve fotoğrafçılık okumaya başladım. Irak’a gitmeyi düşünüyordum ama 20’lerinde Orta Doğu’yu hiç bilmeyen bir Amerikalı için çok tehlikeli olacağını düşündüm. Bu yüzden Filistin’e gitmeye karar verdim. Aman tanrım üzerinden 13 yıl geçmiş. Batı Şeria’ya adım attığımda çok saftım kimin Filistinli kimin İsrailli olduğunu ayırt edemiyordum. Yavaş yavaş insanlarla konuşa konuşa kimlerin Filistinli olduğunu anlamaya başladım.
Filistinli anneler ve çocuklar sınır noktasında saatlerce bekletilirken silahlı 18 - 19 yaşındaki İsrail askerleri onlara bağırarak ne yapmaları gerektiklerini söylüyordu. Askerler, insanların hayatlarının her alanını kontrol ediyordu. Bu beni üzdü ve öfkelendirdi. Ama beni en çok öfkelendiren şey Yahudilerin sembolü olan ve benim büyürken 2. Dünya Savaşı’nda ezilenlerin sembolü olarak benimsediğim Davut’un yıldızının bir baskı unsuru olarak bu kontrol noktasının üzerinde asılı bayrağın üzerinde kullanılmasıydı. Bir anda o sembol ‘ezilenden’ ‘ezene’ dönüştü ve tüm algım değişti.
Artık daha derinlemesine anlamaya çalışıyordum. 2003 yılında Filistin’de sadece bir kaç hafta kaldım ama değişmiştim, Chicago’daki aileme ve arkadaşlarıma Filistinliler ile ilgili e-postalar yolluyordum. Benim önemsediğimi anladıklarında onlar da bana katıldılar. Ben aslında gazeteci olmayı planlamamıştım. Bir şekilde kendiliğinden gelişti. Ve bir kaç hafta sonunda Filistin’den ayrıldım.
ABD’ye geri döndün, sonra?
Amerika’ya döndüm ama hala öğrenmem gereken çok şey olduğunu biliyordum. Filistin’e geri döndüm ve sivil toplum örgütleri ile çalışmaya başladım. Mülteci kamplarında çok vakit geçirdim ve Arapça öğrendim. Bu esnada bol bol fotoğraf çekiyordum. Daha sonra dışarıdan birinin yerine buradaki insanların da kendi hikayelerini anlatmaları gerek diye düşündüm ve bir arkadaşımla beraber Filistinlilerin kendi hayatlarını kayda almaları için küçük bir medya okulu kurduk.
Çok başarılı oldu. Kamptaki birçok gence kendi hikayelerini anlatma şansı verdi. Ve bu gençler kendi sergilerini açtılar hatta ABD turnesi düzenlediler. Hem Amerikalılar için zihin açıcıydı ama kampı hiç terk etmemiş o gençler için de ‘dünya daha büyük bir yer ve evet Amerika gibi bir yerde de bizi önemseyen kişiler var’ dedirtti.
Sergiden sonra amacım Filistin’deki medya okulunu kendi çarkında dönmesini sağlamaktı ama İsrail devleti tarafından ülkeye girmem engellendi.
Bende Lübnan’a gittim, yine sivil toplum örgütleri ile çalışmaya başladım. Orada beş sene yaşayacaktım.
Artık yavaş yavaş bir gazeteci olduğumu hissediyordum.
2011’de bölgeyi kasıp kavuracak ayaklanmaları bekliyor muydun? Bölgede küçük çaplı sosyal hareketler devam ediyordu ama bu kadar büyük bir kitlesel hareketi bekliyor muydun?
Kesinlikle. Mesela Mısır. Mısır’da 2005 yılından beri çok vakit geçirdim ve orada eylemleri örgütleyen kişiler benim arkadaşlarımdı. O zamandan beri Mübarek’e karşı popüler bir öfkeden bahsedebiliriz. Mısır’ın ihtiyacı olan tek şey bir kıvılcımdı. O kıvılcım Tunus ile birlikte geldi.
Bugün devrim kelimesini telaffuz etmekte zorlanıyordum ama gerçekleşen şey devrimdi. Mısır Devrimi sırasında ben ise tamamen eylemcilerin yanındaydım. Mübarek’in bir diktatör olduğunu ve benim hükümetimin desteği olmadan ayakta da kalamayacağını biliyordum.
Bol bol fotoğraf çektim, bazen slogan da attım. O esnada Al Jazzera’da işe başlamıştım. Devrimin yanındaydım fakat bu ilerleyen beş yıl içinde bir ‘eylemciden’ daha objektif bir gazeteciye dönüşecektim.
Mattew Cassel'in Tahrir meydanı'nda çektiği fotoğraflardan biri.
Mısır Devrimi’nden sonra nerelere gittin?
Tunus ve Bahreyn’e. Bahreyn’e bir gazeteci olarak gitmek imkansızdı. Bu yüzden oraya gazeteci kimliğimi gizleyerek gittim ve iki ay boyunca orada kaldım. Bahreyn benim için çok özeldi. İnsanlar hep Bahreynli protestocuları sekter olmak ile suçluyordu fakat oranın ezilenleri de Şiilerdi.
Konu Suudi Arabistan olunca Batılı güçler sessiz kaldı ve oradaki ayaklanma askeri müdahale ile hızlı bir şekilde ezildi. Bahreyn’de medyada yansıtılandan çok daha farklı bir hikaye vardı.
Peki 2011 yılında Lübnan’da neler oluyordu?
Lübnan’da pek medyaya yansımamış bir olay gerçekleşti. Mayıs ayında 1948 ‘Felaket günü’* için bir anma gerçekleştirmek isteyen Filistinliler, İsrail sınırına doğru yürüdü. Onların asıl sorunu kendi ülkelerinde olmamalarıydı. Onların ayaklanması aslında işgal edilen topraklarda İsrail hükümetine karşıydı. Onların diktatörü İsrail’di.
Ve sınıra doğru yürüdüler. Sınıra yüründüğünü gören İsrailli askerler ateş açtı ve yaklaşık 13 kişi hayatını kaybetti. Daha sonra da Lübnan ordusu gelip eylemi dağıttı. Çok barışçıl bir sivil itaatsizlik eylemiydi fakat o da bir çok hak hareketi gibi kanlı bir şekilde bastırıldı.
2015’te gerçekleşen “Kokuyorsun” eylemleri hakkında ne düşünüyorsun?
Lübnan’da bir şeylerin olmasını heyecanla bekliyordum çünkü Lübnan o kadar küçük ve karışık bir ülke ki... Çok fazla mezhepçi ayrılıklar var, fakat herkesin ortaklaşabileceği tek bir nokta vardı; o da hükümetin berbat olduğu aslında hükümetin olmadığı! Son olarak da çöpün toplanmaması bunun göstergesi oldu.
Fakat bu hükümet deviren bir hareket olamadı, olamazdı da. Zaten nerede hükümet (gülüyor)? Lübnan’da sorun diktatör değil sistem. Lübnan’da bir hareketin başarılı olması için önce mezhebini bir kenara bırakman gerekiyor. Bu açıdan ‘Kokuyorsun’ eylemleri iyi bir tecrübe oldu.
TIKLAYIN - LÜBNAN: SİYASETİN ÇÖPLÜĞÜ, ÇÖPLÜĞÜN SİYASETİ
Türkiye’ye geldikten sonra mülteciler ile çalışmaya başladın. Nasıl bir süreçti?
Türkiye’ye geldim ve mültecilerle birlikte çalışmaya başladım. İstanbul’da hikayesini takip edeceğim Aboud ile tanıştım. Aboud Türkiye’de ailesi de Suriye’de kalmıştı. Aslında Türkiye’den gitmek istemiyordu ama karısı ve iki çocuğu ile kendisinin onun maaşı ile burada geçinemeyeceklerini düşünüyordu. Bu yüzden Avrupa’ya gitmeye karar verdi ama zorlu bir yolculuktu. İki kez Bulgaristan sınırından ve bir kez Yunanistan sınırından geri dönmek zorunda kaldı. Dördüncü geçişinde başarılı oldu. Onunla Atina’da buluşup Amsterdam’a doğru yola çıktık.
Uzun bir yolculuktu. Ahırlarda yatmak zorunda kaldık, tren rayları üzerinden yürüdük polis ve hırsızları atlattık. Bir anı unutmam, yola devam etmek için bisiklet aldık ve 150 mülteci ile birlikte Avrupa’da bir sınırdan diğerine ulaşmaya çalıştık.
Çok özel bir yolculuktu ve sonunda aile geçen ay Hollanda’da buluştu.
Hikaye yayınlandığınla sizinle burada paylaşacağım. (BZ/HK)
* İsrail Devleti, Tel Aviv'de 14 Mayıs 1948'de saat 16:00'da ilan edildi. Karar, son İngiltere birliklerinin bölgeyi terk ettiği ertesi gün yürürlüğe girdi. Filistinliler, 15 Mayıs'ı "El Nakba" diye anarlar, yani "Felaket" günü.
Kişisel Web Sitesi için tıklayın.
ARAP AYAKLANMALARI'NIN 5. YILI YAZI DİZİSİ
25 Ocak Pazartesi - Arap Ayaklanmaları Yazı Dizisine Başlarken
25 Ocak Pazartesi - Arap Ayaklanmaları'nın 5. Yılı: Kronoloji
25 Ocak Pazartesi - Yedi Ülkede Arap Ayaklanmaları'nın Dünü Bugünü
26 Ocak Salı - Mete Çubukçu Ayaklanmaların 5 Yılını Anlattı
27 Ocak Çarşamba - Mısır'da Her Şey Mümkündü; Buraya Nasıl Geldik?
28 Ocak Perşembe - Tahrir ve Küresel Kalabalık Üzerine
29 Ocak Cuma - Mısır Devrimi'nin Sesi Essam'ın Hikayesi: "Çalınan Bahar"
1 Şubat Pazartesi - "Ulusal Mutabakat Sağlanmadan Mısır Halkı Güvende Olmayacaktır"
2 Şubat Salı - Can Ertuna'nın Gözünden Arap İsyanları
3 Şubat Çarşamba - Amerikalı Bir Gazetecinin Ortadoğu Güncesi
4 Şubat Perşembe - "Mısır, İran Devrimi Gibi Kendi Değerlerinden Döndü"
5 Şubat Cuma - "Görmüyor musun Ben Vatanımı Kaybettim?"
7 Şubat Pazartesi - Arap Devrimleri ve Suriye: Beş Yıl Sonra