Suç, suç olalı böyle ceza görmedi
Suç tarifi genel olarak toplumsal mutabakatla, geçmişten gelen yaşamsal kurallar çerçevesinde, gelenek, örf ve adetlere uygun olarak ve toplumun bileşenlerini incitmeyecek şekilde yapılır. Bu genel doğrudur. Bu tariflere uygun ve toplum tarafından kabul görmüş cezası da olur. Gerek suç gerekse suçun cezası toplumsal yapılara, kültürlere, inanışlara, iklim ve coğrafyaya göre değişiklikler gösterir. Ekmek çalmanın cezası bir toplumda hapis diğerinde el kesmek olabiliyor.
Toplumsal veya kişisel yaşamı bozacak, engelleyecek, zarar verecek her türlü eylem suçu oluşturur ve karşılığında kararlaştırılan cezalarla suçun oluşması engellenmeye çalışılır. Öldürme, tecavüz, hırsızlık, dolandırıcılık, usulsüzlük, sahtecilik, şiddet, işkence gibi kişisel suçların yanında, toplumsal düzeni veya devletin düzenini bozmaya yönelik suçlar da vardır.
Bir de devletin muktedirlerince, siyasi ve şahsi hedeflerine daha rahat ulaşmak, kendi devamlılığını sağlamak ve korumak için suç tarifleri yapılır. Suç tarifi bir anlamda devletin ve yönetenlerin ihtiyaçlarına göre belirlenir. (Rusya’ya görüşmeler yapmak üzere giden S. Demirtaş’ın ‘’Vatan Haini’’ ilan edilmesi gibi.)
Devletin her zaman suça, suçluya, düşmana ve tehlikeye ihtiyacı vardır. Aynı ihtiyacı muktedirler de duyar. ( biz olmazsak ekonomi batar, maaş ödeyemezler, gibi)
Muktedirler, kendilerini muktedir yapan kitleyi, kendilerine oy verenlerin sayısını düşürmemek, çoğaltmak ve daha güçlü halk desteğini arkalarına almak için, kendileriyle birlikte olan kitleye karşı bir suçlu, bir düşman, mücadele etmeleri gereken bir hedef göstermek, böylece de kendi kitlesini bu düşmanı yenmek üzere, kendisine sonsuz destek vermesini sağlamak zorundadır.
Böylece kendilerini destekleyen kitle, muktedirler olmazsa bu düşman tarafından yenileceklerini, bu suçluların kendilerine zarar vereceklerini, mallarını ellerinden alacaklarını düşünür ve korkarlar.
Yaratılan bu suç ve suça uygunluğu medya tarafından vurgulanan suçlular farkında olmadan muktedirlerle destekçilerinin çimentosu olurlar. Suçlular sürekli var oldukça, sürekli tarif edilen suçları işledikçe muktedirin etrafındaki destekçileri ve kararsız dolaşanlar, korkularından muktedir’e daha sıkı sarılmaya başlarlar.
Muktedirler bu sayede iktidarda kalır, istedikleri yasaları kolayca çıkarır, muhalefeti susturur hatta yasaları bile çiğneyebilirler.
"Ergenekon", "Paralel" ve "Terör" en iyi örneklerdir.
Suç ve suçlu ihtiyaca göre değişir, büyür, küçülür, zararlı veya zararsız dönemleri geçirir, kısaca her zaman var olur, olmak zorundadır.
Tanımlanan bir suç ihtiyaca göre bitirilmesi gerekiyorsa yenisi yaratılır. Yeni suç tarifiyle suçlular yaratılır. Her zaman toplumun içinde suç ve suçluların var olması için her türlü önlem alınır.
Suç toplumsal yaşamın sürekliliği için "gerekli" ve "yararlı" bir eylemdir.
Şöyle düşünelim;
Ne kadar insan suçlular sayesinde yaşamakta, yaşamlarını sürdürmektedir?
En başta polis, bekçi ve güvenlik görevlileri, savcı, hakim ve avukat, suçlulara karşı önlem amaçlı aletlerin, alarmların, kamera ve kayıt cihazlarının tasarım, yapım ve satışın yapanlar, güvenlik görevlilerinin silah ve teçhizatını tasarlayan, üreten ve satanlar yaşamlarını hırsıza veya diğer suçlulara borçludur.
Cezaevleri müdürleri, yöneticileri, gardiyanlar, güvenlik görevlileri ve eğitmenleri, yemekhane çalışanları, cezaevlerinin eşya ve malzeme ihtiyaçlarını karşılayan üretici ve satıcılar da aynı şekilde yaşamlarını suçlulara borçludur ve suçlular sayesinde para kazanıp yaşamlarını sürdürmektedir.
Dolaylı olarak da, karakol, ceza evleri ve benzeri yapıları yapanlar, inşaat malzeme temin edenler, üretenler, Toma ve benzeri zırhlı araç üreticileri, bu üreticilere malzeme sağlayan ve üretenler de kısmen de olsa aynı durumdadır.
Ülkemiz geneline sadece belirgin olanları ele alıp bakarsak, iki yüz elli binin üzerindeki polis ve emniyet çalışanı, üç yüz binin üzerindeki güvenlik görevlileri, on beş bin civarında hakim ve savcı, 80 bin civarında avukat, yapımı devam edenler hariç üç yüz altmış ceza evinde çalışan otuz bin civarında gardiyan, on bin memur olmak üzere direkt suç önlem sektöründe çalışan sayısı toplamda altı yüz seksen beş bin kişi çıkıyor.
Yan sektörleri de buna eklersek sayısı iki milyonu geçen insan suçlular sayesinde yaşamlarını sürdürmektedir. Bu rakama aileleri de katarsak rakam yedi milyonu geçer. Garip görünür ama bir anlamda yedi milyondan fazla insanın veli nimeti, bugün itibarıyla ceza evlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü yüz yetmiş bin kişidir ve yedikleri her lokmada, yaşamlarında kullandıkları her şeyde bu insanların "katkıları" vardır.
Bu durumda suçun bitmesi, suçluların bitmesi istenebilir mi?
Onlar sayesinde yaşayanlar, ekmek yiyenler suçun ve suçluların bitmesini istemez. Suç ve suçlu bitince onların sayesinde yaşayanların ekmeği bitecek, yaşamları alt üst olacak.
Aynı durum muktedirler için de geçerlidir.
Ülke içinde veya dışında düşman bittiğinde, sorun kalmadığında, dostluklar pekişip barış sağlandığında kendilerini destekleyen, oy veren insanları nasıl korkutup yanlarında durmasını sağlayacaklar? Sağlayamazlar. Bu nedenle de sürekli düşman, sorun, suç ve suçlu yaratmak zorundadırlar.
İsteseler bir günde kolayca, kan dökülmeden, acı çekilmeden çözebilecekleri sorunu aylara, yıllara bölüp uzatırlar.
1974 tarihinde Kıbrıs’ın yarısını altı günde almış bir güç, Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, Cizre’de, Silopi’de ve diğer yerleşim birimlerinde beş aydır aradığı ‘’terörist’’i bitiremeyişi nasıl açıklanabilir?
Hem de yargısız infaz sayılabilecek yöntemlere, her türlü silah ve ekipman kullanılmasına rağmen, kendi tabirleriyle ‘’bir avuç’’ insanla nasıl başa çıkamaz?
Amaç farklı değilse…
Amaç ve niyetler, ihtiyaç ve çıkarlar sürenin uzayıp kısalmasına neden oluyor.
Bir yıl öncesine kadar Dolmabahçe’de aynı masa etrafında oturup on maddelik çözüm protokolünü okuyan aynı devlet, aynı yöneticiler değil miydi?
Suç neydi de cezası bu kadar büyük oldu?
Suç var mıydı? (NT/HK)
* Fotoğraf: Arşiv Anadolu Ajansı