Bugün Türkiye’de Kürt illerinde yaşanan savaşın yolaçtığı sonu gelmez yıkım belirsiz bir noktaya doğru ilerliyor. Eğer sistem kendi esnekliğini sağlayamazsa, ki sağlaması yolunda bir ortak akıl gözükmüyor, teritoryel bütünlük zora dayalı olarak bir yere kadar devam eder ve sonunda devletin meşruiyeti kalmaz olur. 21. yüzyıl devleti Weber’in tarif ettiği gibi “belli teritoryal sınırlarda güç kullanma tekeli meşru olan” devlet mi? Bu meşruiyetin sınırları kavramsal anlamda değişmedi mi? Modern devletin geliştiği 19. Yüzyıldan bu yana bu kavramsal sınırlar da yeniden çiziliyor. Örneğin Britanya polisi 20. Yüzyıl başında kadınların oy verme mücadelesinde çok sert müdahalelerde bulunuyordu ama kadınlar sivil itaatsizlik eylemleri sonucunda bu haklarına kavuştuktan sonra bu konu gündemden çıktı. Artık birçok gelişmiş ülkede yerel özerklik (otonomi) talepleri de devlet şiddeti için "meşru" bir neden değil. Kadınların oy hakkı talepleri gibi özerklik taleplerinin bir hak olarak kabul edilmesi ve kurumsallaştırılması sonucu, devletin şiddet kullanma meşruiyeti bu alanda kayboldu.
Bu hakların varlığını kabul etmek ve uygulamak için önce “terör” dursun sonra bakarız demek, tedaviye başlamak için enfeksiyonun geçmesini beklemeye benziyor.
Bugün sadece Avrupa kıtasında değil birçok kıtanın birçok ülkesinde ulusal sınırlar içinde özerk yönetim bölgeleri vardır. Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi tarafından gerçekleştirilen bazı bölgesel düzenlemeler sonucunda (Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı-1985 ve Bölgesel Demokrasi İçin Başvuru Çerçeve Belgesi-2009) bazı bölgeler yeniden ve farklı derecelerde özerk yasal statülere kavuşturulmuştur. Fransa’da Korsika örneği bu bakımdan ilginçtir. Sözü edilen yasal düzenlemeler olmadan önce dahi, yükselen yerel özerklik talepleri nedeniyle Fransız Hükümetleri tarafından dikkate alınan Korsika, 2018 yılından itibaren tamamen özel statülü bir kollektivite olarak kabul edilecektir. Benzer durum diğer AB üyesi ülkeler için de geçerlidir. Britanya, İspanya, İtalya’da, Fransa gibi yönetim sistemleri federatif olmadığı halde, bazı bölgelere diğerlerinden farklı bir özerklik tanıyan “asimetrik federasyon” yönetim biçimi uygulanmaktadır.
Türkiye dahil bütün Avrupa Konseyi üyesi ülkeler, ortaya çıkan yerel demokratik özerklik taleplerinin hukuki ve idari çerçevesini çizmek isterlerse, 2009 yılında resmi belge haline getirilen “Bölgesel Demokrasi İçin Başvuru Çerçeve Belgesi”ni dayanak alabilirler. Bu belgeye göre toprak bütünlüğü esastır ve bölgesel özyönetim, “anayasa ve yasalar çerçevesinde, bölge nüfusunun çıkarları doğrultusunda ve yerindenlik ilkeleri içinde bölgesel yönetimlerin kendi bölgelerinden sorumlu olmalarıdır” şeklinde tanımlanmaktadır. Tabii ki, bu amaçla anayasa ve yasalarda değişiklik yapmak gerekebilir ve birçok ülke de bunu yapmaktadır.
Türkiye işe en başından Avrupa Yerel Özerklik Şartı’na koyduğu çekinceleri kaldırmakla başlayabilir. Bu çekinceler arasında ‘yerel otoritelerin kendi yerel ihtiyaçları doğrultusunda etkin bir yönetim sağlamak için kendi idari yapılarını belirlemeleri’ ve ‘kendilerine ne yolla kaynak tahsis edileceğine ilişkin kararlarda yerel otoritelere danışılması’ gibi idari, mali ve siyasi düzlemlerde yerel özerkliğin olmazsa olmazları da vardır. Geçmiş yıllarda gerek AKP, gerek CHP parti programlarında bu çekinceleri de kaldıracağını bildirmişti.
Aslında bütün bu düzenlemeler, sermayenin çıkarlarını birincil tutan kapitalist ekonomiler için son derece de tutarlı ve rasyoneldir. Bu sayede, yerel birimlerin uluslararası sermaye gruplarıyla ve ulusüstü örgütlerle büyük projelere girişmelerinin önü açılmaktadır ve küresel girişimcilik çağında bu çok önemli kabul edilmektedir. Bu yeni yönetimsellik bütün mekanizmalarıyla çalıştığı için halkın arzuları da bu “habitus” içinde zaten “gerektiği” gibi şekillenmektedir. Diğer yandan sermayenin değil yerel halkın ve emeğin çıkarlarını birincil tutan alternatif örgütlenmeler de vardır ve büyük mücadeleler içinde varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu iki yol birbirleriyle çelişir gibi gözükmektedir. Ancak bu çelişkiyi çözmenin tank ve tüfek ile olamayacağı açıktır. Bunu yapan bir devlet yerel halk nezdinde meşru bir devlet olamaz.
Yerel halkların gerçek arzularını her türlü şiddetten uzak gerçekleştirebilecekleri alternatif yapılanmaların oluşması ve bu oluşumun adil ve hakça temellerde başlaması için ülkedeki emeğe ve çevreye saygılı bütün demokratik güçlerin ortak mücadelesi bugün her zamankinden daha elzem ve acildir. (HK/HK)
* Fotoğraf: Rauf Maltaş - Diyarbakır/AA