Eduardo Galeano Brezilya’da ilk işkence sonucu ölüm vakasının 1964 yılında yaşandığını ve bunun ulusal çapta büyük bir skandala yol açtığını söyler… Ve devam eder Galeano:
“Onuncu işkence sonucu ölüm vakasıysa kendine gazetelerde zorlukla yer buldu… Ellinci vakaysa ‘normal’ bir durum olarak karşılandı.”
Aynı sözcükler yinelendiğinde başka anlamlar yükleniyor ne yazık ki… Ve değerini kaybediyor o sözcükler.
Lakin aynı şeyler yaşanıyorsa ya da yaşatılıyorsa iyisi mi biz sözcüklerimizi bir kez daha yineleyerek anlamanın, anlatmanın ve dinlemenin olağanüstü mucizesi ile belki sözcük bu kez anlamına kavuşur.
Bir fotoğraf, ne anlatır bize, size ve hepimize… Bir şey, çok şey, her şey ya da hiçbir şey.
Bir masal, bir hikâye, bitirilmeyi bekleyen bir roman, bir film, bir oyun değil ki bu mübarek… Dondurulmuş koca zamana ait bir an... Ve bu an var ya bu an, nedense bugünlerde, daha önce olduğu gibi, gün doğumuyla gün batımı arasında “normal” hale getirilmiş… Nasıl ki “normal” hale getirilmişse insanı sağır eden, dilsiz bırakan, kör yapan bir acizlik de var yani sessizlik.
Yukarıdaki fotoğrafa görmeyi bilen gözlerinizle bir anlığına bakın lütfen ve yüksek sesle kimselerin duyamayacağı şekilde kendinize mırıldanın neler gördüğünüzü.
Fotoğraftaki sözcükleri de okuyalım mı? 6 Eylül Sinemaları.
Bir sözcük bir sonraki sözcüğe nasıl da gelip kavuşmuş: 6 Eylül ve sinema.
İnsan nasıl ki insanın neşesiyse, sinema da insanın neşesidir.
6 Eylül de ne çok şeyin bizlerden eksildiği günlerden bir gündür… Hatırlayalım mı ne olduğunu 6 Eylül 1955 ve sonraki gün olan 7 Eylül’de.
6 Eylül günü, İstanbul Ekspres gazetesi "Atamızın evi bombalandı" manşet atar ve Pangaltı'da, şu anda Ramada Oteli'nin yerinde bulunan ve Rum bir vatandaşın sahip olduğu, dönemin popüler mekânlarından Haylayf Pastanesi'ne yapılan saldırıyla başlayan olaylar, tüm İstanbul'a, oradan da bütün ülkeye yayılır.
Türk medyasına göre asıl suçlu, Türkleri provoke eden Rumlardı. Oysa o gün sadece Rumlar değil Ermenilere, Yahudilere ait mekânlar da saldırıya uğrar.
4 bin 214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekân saldırıya uğrar.
Kiliseler ve mezarlıklara da saldırılır. Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalar tahrip edilir, İstanbul'da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı ateşe verilir.
İnce ayar bir iştir hatırlamak… Anlıktır, adımlıktır, nefesliktir… Birçoğumuz o günleri yaşamadık ve görmedik, ama okuduk o günlere dair bazı şeyleri… Sonra üzerine bazı filmler ve diziler de izledik.
İşte Bilecik’te 1 Mayıs gecesi yaklaşık iki bin kişi HDP Bilecik il binasına saldırarak HDP bayraklarını indirmek için çıktıkları yerin adıydı 6 Eylül Sinemaları.
Sadece Bilecik’te değil; İstanbul, Ankara, Elazığ, Rize, Trabzon, Bursa, Antalya, Muğla, Niğde, Zonguldak, Soma, Uşak ve daha birçok kentte devlete ve onun medyasına göre “hassas vatandaşlar”ın “hassasiyet”i vardı ve bunlar oluyordu… Antalya Serik’te Kaymakam değil miydi “Buranın hassasiyeti var, kapatın binanızı” diyen.
HDP’ye saldırılar ne ilk ne de son olacak… Ama o saldırılarla yok olan ya da yakılan sadece HDP bayrakları değil ki.
Seversiniz sevmezsiniz, oy verirsiniz vermezsiniz bilemem, lakin HDP’ye her saldırı özlemi en çok duyulan yarınlara yapılmış bir saldırıdır.
Yakılan her HDP bayrağı, çocuklara armağan olarak sunulan “Mutlu Çocuklar Ülkesi”ne yapılmış bir saldırıdır.
Saldırıya uğrayan her HDP binası, bürosu ve gönüllüsü “Dünyanın bütün kirli çamaşırlarını bizim yıkamadığımız, bütün dünyayı kendi emeğimizle doyurmak zorunda kalmadığımız, özgürleştiğimiz bir Türkiye için mücadele ediyoruz” diyen, dünyanın erkek haline karşı kadın yüzü olduğunu söyleyen kadınlara yapılmış bir saldırıdır aynı zamanda.
Son söz ve son cümle; inanın, Cemal Süreya’nın dediği bugünler yarınlardan asla daha aydınlık olamayacak. (KT/HK)
* 6 Eylül bölümünde bianet’in arşiv haberinden yararlanıldı.