- III -
Türkiye solunda kim bilir nice Pançunilikler yaşanmıştır. Buna eminim, çünkü Pançuni, evrensel bir karakter. Bilebildiğim, benim de içinde yaşadığım 78’liler dönemidir. Ve iğneyi kendime de batıracağım!
100 yıl önce yaşamış Pançuni, siyasi çalışma yapmak için gittiği Dzabılvar adlı 20 hanelik Ermeni köyünde açılması istenen ilkokula karşı, bu bir burjuva kurumudur, Dzabılvar gençliğini yok etmek istiyorlar vs. diyerek, köyden edindiği yoldaşı Deli Avo’yla birlikte köylülere karşı amansız bir mücadele yürütür!
Türkiye solunda ‘Okullar burjuva okullarıdır, onların bu gerici eğitimlerini almanın bir anlamı yoktur, sisteme hizmet etmektense buraları birer devrimci mücadele alanlarına dönüştürerek sosyalist toplumu kurmalıyız; işte asıl görevimiz budur’ diyen kim bilir kaç solcu olmuştur?
İğneyi kendime batıracağım demiştim…
Taşrada parasız yatılı okuyan başarılı bir öğrenciydim. 1973’lü yıllar. Lise ikinci sınıftan itibaren dersleri ihmal etmeye başladım. Fransızca öğretmeni olan hanım, derse ilgisiz kalışıma üzülüyor. Sevdiği öğrencilerinden de biriyim. Bir gün derste benim kolumdan tuttu ve bir sinirle pencerenin önüne getirdi. Bak dedi, ilerdeki inşaatı göstererek, “Onlar gibi mi olmak istiyorsun?”
Hiçbir şey söylemedim. Ancak içimden, “İşte bir küçük burjuva! İnşaatta çalışan işçileri aşağılıyor. Hâlbuki onlar, geleceğin toplumunun kurucuları olacak proletarya sınıfıdır! Bir gün o işçiler de güçlerinin bilincine varacaklar, kendiliğinden sınıf yerine kendisi için sınıf olduklarında hep birlikte sosyalizmi kuracağız. Küçük burjuva sınıfıyla devrimci ittifak imkânsız olmasa da çok zordur, ama kaypak oldukları için de çok dikkat edilmelidir; işte örneği!” diyerek, yerime oturdum. Sevdiğim öğretmenime de, bu küçük burjuva tavrından dolayı biraz kızdım! Tespitimi de, yorumumu da çok sevdim! Ustaların ve hele de kasketli top sakallının bir iki kitabını okumuş olsam da, sınıflar teorisinin proletarya ve küçük burjuvazi kısmının pratikteki karşılığını fark ettiğime ve böylece de teoriyi çok iyi anladığıma hükmettim!
O zamanlar Adalet Ağaoğlu, “Bir Düğün Gecesi”ni yazmamıştı daha. Ama hayatın içinde, “İntihar etmeyeceksek içelim bari” diyen Tezel varmış. Üniversite öğrencisi Tuncer, Prof. Ömer’i devrimci mücadele için sokağa davet etmiş. Tıpkı o hayatın içinde, Düğün Gecesi’nin kıyısında kalan ama bir kır çiçeği aykırılığında ve tutarlılığında sisteme karşı muhalif mücadelesini yürüten Ali de varmış. Hayat bu; demek bende de Tuncer’ci potansiyel varmış! Bu potansiyelin yanında nihilist Tezel’in lafı mı olur? Hele Ali’nin?
Ama Fransızca öğretmeni olan o "kızcağızdan" küçük burjuva olur!
Gün Zileli, 3 cilt olarak yayınladığı (Yarılma - Havariler – Sapak) anılarında böyle durumlardan bahseder ve hatta kendisinin, yüksek öğretmen okulu son sınıfını bitirmeye 2 ay kalan bir öğrenciyi, okulu bıraktırarak kendince aktif devrimci mücadeleye sokar. Aradan 6 ay geçer ve bu öğrenciyle bir toplantıda karşılaşır. Ancak öğrenciyi tanıyamaz. Artık militan olan öğrenci, kendisinin 2 ay daha okusa öğretmen olacağını, ama kendisine devrimci mücadele için okulunu bırakması gerektiği söylendiğini, kendisinin de okulu bıraktığını anlatır. Gün Zileli ise, “Ulan hangi eşek sana bunu dedi” diye sorunca militan, “Siz demiştiniz” der! Şimdi bunda bir Pançuni’lik yok mu?
Burjuvazinin de, işçi sınıfının da olmadığı, kendi yağı ile kavrulan fakir bir Ermeni köyünde sosyalist mücadele veren Pançuni, bunu yapabilmesi için köyde sınıflar ‘yaratır’. Köyün nalbandı Mıgo’yu, işçi sınıfı; üç tarlası, iki ineği ve birkaç keçisi olan Ser Resko’yu burjuvazi olarak ilan eder. Pançuni, komşu köyden Kürt Haso ile ittifak kurarak mücadelesine enternasyonalist bir nitelik kazandırır. Öznesini nesne yerine geçirme ‘başarısını’ gösteren Pançuni, böylece kendine ‘iş çıkarmak’ için, önce ‘iş çıkarmanın’ koşullarını ‘yaratır’. Artık Pançuni’nin sınıfları hazırdır!
Ancak bir eşkıya olan ve devlet tarafından aranan Haso’nun sosyalizm, enternasyonalizm gibi laflara he demesinin altında yatan neden, şarlatan Pançuni’nin enternasyonalist dayanışmacılığı sayesinde Dzabılvar köyüne rahatça girerek talan yapmaktır. Sonunda Haso’nun çetesi köyü basar, bir kısmını öldürür ve köyü talan ederler.
Ortada köy (Daha doğrusu sınıflar!) kalmadığı için Pançuni kendine yeni çalışma alanları arar.
Vaspuragan’a, yani Van’a gider.
Van’da da aynı anlayışla çalışmalarını yürütür. Uzun yazmaya gerek yok. Şu kadarını söyleyeyim ki, Pançuni’nin Vasburagan’da Surp Vartan Manastırı’nı basıp manastırın adını değiştirerek “Kropotkin Manastırı” yapması, neler yaptığının özetidir.
Eh! Biz okurların yazar Odyan’ın 1900’lü yılları anlattığı bu olanlardan 90 yıldır haberimiz olmadı. Nasıl olsun ki, o dönemde daha birçok kitap olduğu gibi, Odyan’ın bu kitabı da yayınlanamazdı. Hayır, kitabın içeriğinden dolayı değil; kitabın yazarının Ermeni ve içinde de Osmanlı Ermenilerinin yer almasından dolayı. Bu değerli kitap, Aras yayınevi tarafından ancak 2000 yılında yayınlanabildi. Ermenilere karşı Abdülhamit despotizminin, İttihatçı milliyetçiliğinin ve pozitivist tek tip toplum mühendisliğinin Cumhuriyet döneminde de devam ettiğinin işaretlerinden biri de, Ermeni literatürüne karşı adı konulmamış yasakçı ve korku zihniyetinin varlığıdır. Ermeni edebiyatı ve 1915 üzerine yayınlarda şunun şurasında 20 yıldır biraz olsun nefes alınabiliyor. Bunun öncesinde, tarihimizde asıl bilmemiz gereken bu alanlardaki yayın yokluğu ve konuşabilme ortamı bir fecaatti. Buradaki Ermeni sözünü diğer azınlıklara teşmil edebiliriz.
Hem bizler (kendi adıma-ben diyeyim) sol deyince yalnızca Türk kökenli bir solu bilirdik. Ne Ermenilerin, ne Rumların partilerinden haberimiz vardı. Balkanlardaki partilerden de, Sosyalist Hınçaklardan da, milliyetçi/devrimci Taşnaklardan da, liberal Ramgavar’dan da haberimiz yoktu. 1880’lerden itibaren Osmanlı’da gayrimüslimler yoluyla az buçuk bir sol literatür varken, bizler solu 1920’lerde Mustafa Suphilerle başlatırdık. Ha bir de İştirakçi Hilmi bölümü vardır. İşte bu kadar! (Bu insanları ve hareketlerini hafifsemiyorum. Her ikisi de devlet eliyle katledildiler). Sonra da Bakü Doğu Halkları Kongresi’ne kaçak Enver Paşa’nın nasıl olup da temsilci sıfatıyla katıldığına bir anlam veremezdik. Daha açıkçası şu: Bizler ne Saray’ın ne İttihatçıların ne de Cumhuriyet’in kadrolarının ve siyasetlerinin ne olduklarını, neler yaptıklarını yeterince bilmiyorduk bile!
Yoldaş Pançuni’yi salt bir dönem kitabı olarak görmemek gerekir.
Aynı mantığın, aynı yöntemin, aynı zihniyetin farklı dönemlerde farklı yansımaları olur.
Pançuni’yi klasik kılan da, insana ait bu yapının güçlü bir mizahla işlenmesidir.
Pançuni, evrenseldir!
Ve “Yoldaş Pançuni” eseri, yazınsal mizahla çizgisel mizahın buluştuğu büyük bir eserdir. (HŞ/HK)
Pançuni yazıları: