Propaganda, liderler ve liderliğe özenenlerin kendilerine destek bulmak için tarih boyunca kullandığı bir yöntemdir. Bu yöntem gereğince, bir propagandacının materyalini kitlelere ulaştıracak araçlara ihtiyacı vardır. Günümüzde bu araçlar; internet, televizyon, gazeteler, radyo, reklamlar, bilboardlar ve diğer iletişim araçları olarak sıralanabilir.
Partisinin Van mitinginde sesi kısılan ve kısılan sesiyle mitinge ısrarla devam eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın durumunu da bu 'propaganda yöntemi' çerçevesinde ele almak gerekir. Erdoğan'ın Van mitinginin ardından aynı 'kısık ses' tonunu Diyarbakır'a taşıması ve kitlesine aynı ses tonuyla orada da inatla hitap etmeyi sürdürmesi, Erdoğan'ın sesini 'propaganda aracı' haline getiren şeydir.
Onun ağzından çıkan sözlerin değil de ses tonunun propaganda aracı olmuş olması önemlidir. Çünkü Erdoğan'ın miting alanlarında ağzından dökülenler bir tekrardan, bir ezberden ibarettir. Ve onun bu ezberi, zaten her gün televizyon ekranlarında, basında, reklam panolarında ve propaganda aracı olarak nitelendirilebilecek hemen her araçta mevcuttur ve seslendiği kitlelere zaten ulaştırılmaktadır.
Ancak Erdoğan'ın kalın ve tok sesinin tizleşmesi tüm bu 'ezberi' bozar nitelikte. Kısık ses tonuyla kitlesine seslenmeyi sürdürmesi, konuşmayı sonlandırmaması, yani Erdoğan'ın bu inadında kasıt aramak yanlış olmayacaktır. Bu kasıtlı eyleme yöntemi, Erdoğan'ın kendisini kitlesinin gözünde 'mazlumlaştırması' olarak karşımıza çıkıyor. Onca yolsuzluk ve rüşvet skandalına rağmen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Erdoğan'ı ayakta tutan etmenlerden biri de burada gizlidir; küçük minnet hikayeleri, mazlumluk ve kahramanlık öyküleri…
Erdoğan'ın 'kısık sesli' hali her ne kadar kendisine muhalif olanlara gülünç gelse de, ona ve iktidarına yakın olanlar için durum böyle değil. Örneğin, gazeteci Melih Altınok Erdoğan'ın sesinin kısıklığını bir erdem, bir azim örneği olarak görüp şunları söyleyebildi: "Kısık sesiyle bile seçmen kazanmak, halkı ikna etmek için uğraşan 'diktatörü' bu halk unutmayacak." Yine Almanya'da Vahit Tezgider isimli Türk bir vatandaş da televizyonun başında aynı mitingi izlerken duygulanmış ve "Helal olsun sana! Sen bizim gururumuzsun. Böyle devam et." derken bayılarak kısmi felç geçirmiş ve hastaneye kaldırılmış.
Erdoğan iktidarına muhalif olanlara gülünç gelen şeyin Erdoğan'ın kitlesini cezbetmesi tesadüf mü?
Bir 'efsane' yaratmak ya da 'faşistçe' bir yöntem
Boş inanışlar ve 'efsaneden' başka bir şey sayılmaması gereken hikayeler üzerinde demokratik teorilerin fazla durmadığını; bunların derinlemesine incelenmediğini söyleyen Terence H. Qualter, propagandacıların ise bunlara çok büyük önem verdiğini belirtir.
Bu teoriye göre, boş inançlar ve 'efsaneler' halk kitlelerinde heyecan ve çeşitli duygular yaratabilir; bu yüzden de önemlidir ve propagandacıların ilgisi dahilindedir. Qualter, 'efsaneler' ve boş inanışların, bir siyasal kontrol aracı olarak faşistlerin üzerine eğildikleri bir yöntem olduğunu da belirtiyor.
İşte Erdoğan'ın Van ve Diyarbakır mitinglerinde yaptığı da bu. Bir propagandacı olarak Erdoğan'ın gülünç sesi 'efsane' kılındı ve kitleleri heyecanlandıracak bir malzeme olarak kullanıldı. Ezberi, Van ve Diyarbakır gibi iki kentte boşa çıkacağı muhtemel Erdoğan, kısılan sesini bir 'efsane' olarak pazarlamayı başardı. Yaratılan bu hikayeyle 'uzun adam' efsaneleştirilmiş, yüceltilmiş, Melih Altınok gibi nicelerinin gözünde azmin temsili haline getirilmiş oldu.
Bu 'boş inanç' nesnesi ya da bu 'efsane' ise artık Erdoğan'ın kitlesi için dilden dile dolaştırılacak, insanları hastanelere düşürecek ve belki de doğacak çocuklara anlatılacak bir hikaye olarak hafızalara kazıldı.
Muhaliflere gülünç gelenin, AKP'lilere gülünç gelmemesi bu yüzden tesadüf değil; bir taraf yaratılan hikayeye kaptırırken kendini, diğer taraf ise bunun bir 'efsane' olduğunun gerçekten farkında…(BA/HK)