Gezi Direnişi’nden sonra seçimlerde ne olacak? Neler olabilir? Genel hatlarıyla bir kestirimde bulunabilmek için, seçmen ve oy verme davranışıyla ilgili çeşitli konulara girmek gerekiyor: Oy vermeyle ilgili olarak, temelde, üç tür açıklama var:
Ekonomik açıklamalar
Birincisi, ekonomik açıklamalar. Bu açıklamalar, insanların partilere/adaylara, çıkar ilişkisi üzerinden oy verdiğini ileri sürüyor. Akıllı mantıklı bir homo economicus’u temel alan bu modele göre, insanların seçimleri bireysel bir kar-zarar tartımına dayanıyor; “hangi parti/aday bana en çok yararı sağlar?” sorusu üstünden gidiyor.
Ekonomik modelle, seçmenin tüketiciye benzetilmesi eleştiriliyor; çünkü tüketicinin aldığı karar kendini bağlarken, seçmenin aldığı karar tüm ülkeye etki ediyor. Ayrıca, tüketici, aldığı üründen hoşnut değilse bir daha almaz; ama seçmenin bunun için yıllarca beklemesi gerekiyor. Kaldı ki, bir çoğumuz, ekonomik çıkar dışındaki nedenlerle oy veren çok sayıda seçmen biliyoruzdur.
Buna bir eleştiri daha ekleyelim: Bireyler, ekonomik çıkarlarına göre oy verselerdi; çoğunluk olan emekçiler, iktidara emekçilerin partilerini/adaylarını taşıyacaktı.
Burada ekonomik modelin dikkate almadığı nokta, yanlış bilinç: Ezilenler, ezenlerin çıkarına olan politikaların kendi çıkarlarına olduğuna inandırılıyor. Ekonomik modelin daha incelmiş bir sürümü ise, çıkar kavramına manevi çıkarları da katıyor (Cennet’e gitmek, kendini/vicdanını rahatlatmak vb.). Bu daha geniş anlamda faydacı yaklaşımın yine de açıklayamadığı seçmen kesimleri var.
Toplumsal normlar
İkinci tür açıklamalar, sosyolojiye dayanıyor. Sosyolojik modele göre, bir kere, insanlar, oyları bireysel olarak vermiyorlar; toplumsal aidiyetleri üzerinden veriyorlar. Bölgelere göre, aşiretler, cemaatler, aileler, arkadaş çevreleri vb., bireysel karar üstünde çok daha etkili oluyor. Bunun yanına, psikolojiye kaymayı da göze alarak, çocukluk, aile yaşantısı, toplumsallaşma ve ergenlik gibi olguları katanlar da var. Siyasal tercihler, genellikle, çocuklukta ve ergenlikte biçimleniyor. Seçmenin bireyleşmesinin gerekli olan ama yeterli olmayan bir koşulu ise, kime/hangi partiye oy verdiğini gizleyebilmesi... Ancak, bu, çeşitli bölgelerde, toplumsal normlar nedeniyle olanaklı olamıyor.
Psikolojik modeller
Üçüncü tür açıklamalar, ekonomik açıklamalardaki akıl-mantık varsayımını eleştirerek, duyguların rolüne dikkat çeken psikolojik modeller. Bu tür modeller, duygular yanında, tutumlar, taraftarlığa benzer biçimde kişiyle ya da partiyle özdeşleşme, kimliklenme vb. gibi kavramlardan yararlanıyorlar.
Bu modellerin kimileri, bireyi temel alırken (örneğin tutum araştırmaları); diğerleri, gruba dayanıyor (özdeşleşme, kimliklenme vb.). Psikolojik açıklamalara toplumsal bellek çalışmaları da eklemlenebilir. Kısa erimli-uzun erimli bellek ayrımı, seçimlerden hemen önce gerçekleşen olayların sonuçlara etki etmesi dolayısıyla, geçerli. Bu açıdan, öncelik (primacy) ve sonralık (recency) etkilerinden söz edilebilir. Anıların sırası, onların anımsanmasında etkili. Aynı biçimde, oyların, geriye dönük olarak (iktidardaki partinin icraatlarının değerlendirilmesi) ve ileriye dönük olarak verilmesi gibi, iki seçenek var. Gelecekteki icraatlar tahmin edilemediğinden, genellikle, değerlendirme, geçmişe dönük oluyor.
Bunun sakıncaları var. Bir diğer psikolojik açıklama, ‘bilişsel cimrilik’ olarak adlandırılabilir. Buna göre, insan zihni kısıtlı olduğu için, seçmenler, şematik düşünme eğilimindeler. Seçim sürecindeki bilgi bombardımanındaki karmaşıklıkla, basitleştirerek başa çıkıyoruz (örneğin, “şu, falancı”; “bu, filancı” gibi.) Bu da, doğru bilgiyi doğru seçmene ulaştırma sorununa işaret ediyor.
Ve ideoloji
Bu üçleme dışında, daha az kabul gören görüşlerden biri, ideoloji. Bu görüş, seçmenlerin oylarını ideolojilerine göre verdiğini ileri sürüyor. Buna göre, her bir bireyin bir ideolojisi var ve partiler, bunları yansıttığı ölçüde, oy alıyor. Bu görüş, doğru olmakla birlikte, açıklayıcı olmaktan uzak; çünkü “partilere, ideolojilerine göre oy atıyorlar” düşüncesi, ideolojinin geniş (bilinçli ve bilinçsiz dünya görüşü) ve dar tanımlarıyla (bilinçli dünya görüşü) hesaplaşmayı gerektiriyor. Buradan, yol, yukarıdaki ekonomik model eleştirisine çıkıyor. Diğer bir görüş ise, seçmenlerin seçimlerden önceki gündemden etkilenip ona göre oy verdikleri. Bu da, bir ölçüde doğru.
Peki bunca model içinden hangisi doğru ya da en doğru? Aslında, böyle (en) doğru bir model yok. Hepsi, doğru; çünkü bu, kişiden kişiye değişiyor. Bu, ‘hepsi’ şıkkı, seçmen tipolojileri çıkartmakla aşılıyor. Sözgelimi, psikolojik tip, ekonomik tip, sosyolojik tip vb. Partiye yakınlık gösterenlerle adaya yakınlık gösterenler de bu bağlamda ayrılabilir (Örneğin, kişi nedeniyle bir CHP’liye oy verebilecek bir AKP’li.) Partiye oy verenler, parti liderine oy verenler, adaya oy verenler, ideolojiye oy verenler, çıkarına oy verenler, ait olduğu grup ne derse ona oy verenler gibi ayrımlar da olanaklı.
Parti, aday ve seçmen özelliklerinin incelenmesi gerekiyor. Parti ve adayda propaganda (halkla ilişkiler) başarısı; seçmende değer, tutum ve sosyal grup gibi değişkenler öne çıkıyor. Her bir tipolojide, bu değişkenlerin etkisi, farklı ağırlıkta. Adayların hem ‘içeri’yi (parti içi/bizimkiler) hem de ‘dışarı’yı (parti dışı/diğerleri/kararsızlar) ikna etmesi gerekiyor. İçeri de dışarı da nadiren parti programına bakıyor.
Peki nasıl bir seçim kampanyası yürütülmeli?
Çapulculara önerilenlerden biri, yüzyüze oy toplama (canvassing) yöntemi idi; ancak, bu konuda ilerleme katedildiğini söylemek güç.
Gezi direnişçilerinin talihsizliği, gündemci yaklaşımlara göre, belki de, direnişin seçimlerin hemen öncesinde olmamasıydı. Öte yandan, direnişin bitmediği düşünülürse, hemen öncesinde yeni bir kalkışma olması, bir olasılık olarak karşımızda duruyor.
AKP’nin halkla ilişkiler ekibi, duygulara hitap eden propagandaya ağırlık veriyor. Başbakanla belediye başkanını canlı yayında ağlatıyorlar; mağduriyet edebiyatı (“türbanlı bacıma saldırdılar”; “camide içki içtiler”; “polis öldürdüler” gibi yalanlar); korkuları uyandırma (“falanca seçilirse, ülke kötüye gider/mahvolur”); çocuklara gönderme (Suriye örneği) ve geleneksel Türk-İslam propagandası (“Vatan, millet, Sakarya”, “din, elden gidiyor”, “ecdadımız” vb.) gırla gidiyor. Birçokları, Erdoğan’ın konuşmalarını danışmanlarının yazdığını unutuyor. Karizması, danışmanlarına çok bağlı.
Peki CHP’nin ya da çapulcuların böyle ‘karizma yaratacak’ halkla ilişkiler ekibi var mı?
İşte seçimlerle ilgili kilit soru, bu... (UBG/HK)