Politik psikoloji alanında, ezenlerin ve ezilenlerin bakış açısıyla üretilmiş bilgilerin ve hayata geçirilen uygulamaların ayırt edilebilmesi için, “ezilenlerin politik psikologları neler yapar ve neler yapmaz?” sorusunu yanıtlamak gerekiyor. Aşağıdaki liste, bu soruya yanıt niteliği taşıyor:
Tarihe bakış
Ezilenlerin politik psikologları, tarihi ve coğrafyayı, Malazgirt’le başlatmaz. Dünyaya “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” bakışıyla bakmaz. “Bizi yüzyıllardır bölmeye/yıkmaya çalışıyorlar” türünden kolektif paranoya kokan açıklamalara yaslanmaz. “Bu kadar tehdit altında olan başka ülke yoktur” türünden bir kolektif mağduriyet edebiyatına sarılmaz.
Türk’ün yendiklerinin hep travmatize olduğunu ve travmalarını bir türlü atamadıklarını ileri sürmez. Tarihsel travma varsayımı kabul edilecekse, Türkiye’nin bir uluslar birliği (commonwealth) bile kuramadan, Müslüman sömürgelerini ve Avrupa’daki sömürgelerini kaybetmesinin sürmekte olan travmasına dikkat çeker. Toplu travma tarihi yorumu yaparken, halk(lar)ın travmasıyla (örneğin, Yemen Türküsü) devletin resmi travması arasında ayrım yapar. Tarihte isyan edenleri de bugün isyan edenleri de, muktedirlerin açısından değil, içeriden anlamaya çalışır. Devletlerarası savaşları değerlendirirken, bunları uzlaşmaz milliyetçi çatışmalar biçiminde özcü bir açıdan ele almaz.
Yöntem ve tutum
Ezilenlerin politik psikologları, kendi görüşleri ile yaygın kabul gören bilimsel görüşler arasında farklar varsa; bu farkları olabildiğince vurgular ve bunları kabul gören görüşlermiş gibi sunmaktan kaçınır. “Biz dedik, oldu” yaklaşımında değildir; sınanmış bilgiden yanadır. Resmi ideolojinin dayattığı politik psikolojiye mesafelidir. Devletin ideolojik araçlarını güçlendirmek için kullanılan ya da kullanılacak bir politik psikolojiden yana değildir. Siyasal olanı siyasal değilmiş gibi gösterip onu gizli siyasal bir içerikle sunmaz. Ürettiği bilginin ve hayata geçirdiği uygulamaların gizli gündemi yoktur. Siyasal görüşlerine psikoloji sosu sürerek, ortaya çıkanı ‘politik psikoloji’ olarak adlandırmaz; onun yerine, psikoloji bilgisine ve uygulamalarına siyasal açıdan bakarak ona siyaseti açıklayabilir bir nitelik kazandırır. Tezlerini metin içinde kaynak göstermeyip metnin sonuna uzun bir kaynakça koyarak bilimsel gösterme gibi yola sapmaz. Hangi görüşü hangi kaynaktan aldığı, açık ve net olarak bellidir. Bu kaynaklar, bilimsel olarak kuşku uyandırıcı değildir. Psikoloji bilgisinin ve uygulamasının siyasal amaçlı kötüye kullanımlarına (örneğin, orantısız psikolojik savaş, sorgulama vd.) karşıdır. Yas tutmanın da tutmamanın da patoloji kategorilerine indirgenmesine karşı çıkar (bkz. Gezgin, 2007).
Liderlerin topluma etkisini abartmaz; onları liderleştiren kitleyi de dikkate alır ve onları anlamaya çalışır. Normal olanı anormal olan üzerinden açıklamayı doğru bulmaz. Bireysel yaşantıları açıklamak için kullanılan kavramsallaştırmaları şematik bir biçimde topluma ve siyasete giydirmez; bu kavramsallaştırmalardan yararlanmakla ve esinlenmekle birlikte, bunların üzerinden kuramsal bir otorite kurmaya kalkmaz. Siyasal gelişmelere yönelik öngörüleri gerçekleşmediğinde, yine de kendi görüşünü haklı gösterme yoluna sapmaz; hatasını kabul eder ve kendini günceller.
Ötekileştirme
Ezilenlerin politik psikologları, ‘teröristlerin psikolojisi’ başlığı altında, toplumun çeşitli kesimlerinin ötekileştirilmesi ve suçlu olarak incelenmesi gibi bir yola sapmaz; onun yerine, ‘devlet terörü’nü masaya yatırır.
Egemenlerin bakışına kolaylıkla eklemlenebilecek kavramlar yerine, ne biçimde olursa olsun, resmi ideoloji ve bunun çocuk yetiştirme uygulamalarına yansıması üzerinden çeşitli çözümlemeler yapar. Ezilenlerin küçüklükten başlayan siyasetdışı görünümlü resmi siyasallaştırılması ile (non-political-looking official politification), ergenlik ve yetişkinlikteki siyasetsizleşme (depoliticization) ve yeniden siyasallaşma (repoliticization) süreçleri arasındaki ilişkileri inceler.
Bu süreçler, okullarda, ailede, akran gruplarında, mahallede ve medyada gerçekleştiği ölçüde, bu kanalları gelişim psikolojisi ekseninde (değişik yaş gruplarını dikkate alarak) araştırma konusu edinir. Ancak, bunu yaparken, çocuk yetiştirme değişkenleri dışındaki toplumsal değişkenleri göz ardı etmez (Gezgin, 2007).
Ezen-ezilen ilişkilerini ve tahakkümü, tekil (münferit) olaylar ve bir grup devlet görevlisinin eğitimsizliği/bilgisizliği/yorgunluğu vb. gibi kaçamak açıklamalarla geçiştirmenin ezenlere hizmet etmek olduğuna dikkat çeker. “Her şeyde devleti suçlama; asıl suçlu, sensin. Çocukluktaki sorunların için de devleti suçlama; asıl suçlu, ailen” gibi kurban suçlama ve günah keçisi arama gibi eğilimlere sahip açıklamalardan uzak durur. Aynı biçimde, devleti baba, halkı çocuk olarak gören psikanalitik açıklamaların, ezenlerin yararına olan sürümlerine karşı çıkar. Devletin gerçekleştirdiği insanlık suçlarını aklayan açıklamaların gerçek yüzünü açığa vurur. Ezilenlerin adalet taleplerini gözardı etmek yerine, daha görünür kılmak için çaba sarf eder. Ezilenleri, devletin onları nasıl adlandırdığı üzerinden değil, kendilerinin kendilerini nasıl adlandırdıkları üzerinden tarifler; onlar, kendilerini nasıl tanımlıyorsa, o tanıma bağlı kalır. Her tür önyargının ve ayrımcılığın ortadan kalkmasını savunmakla birlikte, önyargıların ve ayrımcılığın ortadan kalkmasının otomatik olarak toplumsal sorunları çözeceği biçimindeki yanlış inanca bağlı kalmaz.
***
Kısacası, ezilenlerin politik psikologları, tarihe bakış, yöntem, tutum ve ötekileştirme bağlamında, ezenlerin politik psikologlarından ayrılıyorlar. Politik psikoloji, bir alan olarak gelişip yaygınlaştıkça, bu ayrımlar, daha da önem kazanacak.
* İlgilisine Ek Okuma: Gezgin, U. B. (2007). Yansısal açıdan Türk-Yunan sorunu. İzinsiz Gösteri Dergisi, sayı 139 (Mayıs 2007).