Gezi Direnişi’ne, özel olarak sosyal psikoloji açısından bakan çok az çalışma olduğunu görmek, şaşırtıcı. Psikolojik çözümlemelerin çoğu, psikodinamik (Freudgil) yaklaşımları esas alıyor. Dolayısıyla, Gezi’nin yazılmış ve yazılmamış sosyal psikolojisi üstüne, hâlâ söylenecek çok söz var. Bunlardan ilk akla gelenleri, aşağıdaki notlarda dile getiriyoruz:
- Bir Amerikan disiplini olarak ortaya çıkan sosyal psikolojinin en zayıf noktası, kitleleri hâlâ Le Bon çizgisinde bir yerlerden, olumsuz bir açıdan görmesi. Klasik sosyal psikolojiye göre, insanlar, biraraya geldiklerinde, kendilerini/bireyselliklerini yitirip (‘deindividuation’) ‘hayvan’laşıyorlar. Zaten, sosyal psikolojinin çıkış noktası, “akıllı mantıklı bireyler, biraraya geldiklerinde nasıl oluyor da bambaşka oluyorlar?” gibi bir şaşkınlık ifadesi. Sosyal psikolojinin kurucularından olan Le Bon’a göre, insanlar, biraraya geldiklerinde tehlikeli oluyorlar. Zaten, bu yaklaşıma göre, biraraya gelen insanlar, ‘kitle’ değil ‘kalabalık’ olarak tariflenmeli. Hal böyle olunca, sosyal psikoloji, egemenlerin tezleriyle birebir örtüşüyor. Güvenlik güçlerinin eğitiminde, Le Bon’a ağırlık verilmesine şaşmamalı.
- Sosyal psikoloji ‘gelişirken’, nice toplumsal ‘olay’, nice isyan, nice direniş, nice devrim yaşandı. Sosyal psikoloji, bu gelişmelerden çok az esinlendi. Daha toplumsalcı bir anlayışa sahip olan sosyal psikologlar, çoğunlukla, ana-akımın dışına itildiler.
- Sosyal psikoloji, ezen/ezilen ayrımı yapmıyor; içeriden/dışarıdan bakış ayrımını da umursamıyor. Böylece, katılımcı bir yaklaşıma dayanmayan, internet üstünden doldurulan anketlerle, bir tane direnişçiyle bile konuşulmadan ortaya çıkan araştırmalar sözkonusu oluyor. Ezen/ezilen ayrımını yapmaması ise, kategorik yanlışlara yol açabiliyor.
- Aslında, sosyal psikolojinin klasik araçlarına başvurmadan önce, “Gezi Direnişi’ni psikolojikleştirmeli miyiz?; evetse, nasıl bir psikoloji? Hayırsa, onun yerine ne koyalım?” biçimindeki soru silsilesinin dikkate alınması gerekiyor.
- Sosyal psikolojinin “olan neydi?” ve “ne olmalı(ydı)?” biçiminde özetlenebilecek pozitif-normatif ayrımıyla ne derece hesaplaştığını sormak gerekiyor.
- Sosyal psikolojinin, Gezi Direnişi’ni çözümleyebilmesi için, tarihsizlik ve toplumsuzluk eleştirisine yanıt vermesinin zamanı geldi de geçiyor.
- Birçok özel sayıda sık sık görülen “Gezi, bizi doğruladı” hatta “biz demiştik zaten” eğiliminin sosyal psikolojik açıklamalarda da görülmesi, anmaya değer. Demek ki, sosyal psikoloji için, Gezi Direnişi, daha önce geliştirilmiş ölçeklerle, bağlamını dikkate almadan çalışılabilecek herhangi bir olay. Oysa, ilkine, bilişsel psikolojide, ‘doğrulama yanılgısı’ (‘confirmation bias’); ikincisine ise, ‘ben demiştim zaten yanılgısı’ (‘hindsight bias’) deniyor. Sosyal psikoloji, Gezi Direnişi’ne bakıp “bu süreçte ben nasıl dönüştüm/dönüşebilirim?” diye sormalı kendine.
- Direnişe olumlu bakışlar, “hiç böyle dayanışma görülmemişti” derken, depremlerdeki dayanışmayı gözden kaçırıyor. Belki geriye dönüp o günlerde (özellikle 1999) yazılan psikoloji yazılarına bakmak gerekiyor.
- Tükenmişlik, Milgram ve Zimbardo’yla açıklanan şiddetin, egemenleri meşrulaştırabileceği unutuluyor. Milgram ve Zimbardo, kötülüğün psikologlarıdır. Çalışmaları, herkesin kötü olabileceği gibi bir sonuca yol açmıştır. Böylece, bu yaklaşım, direnişçilere şiddet uygulayanları aklamak gibi bir sonuç doğuruyor. Ortam, insanları kötü ediyorsa; kimse, yaptığından sorumlu tutulamaz. Sosyal psikoloji, itaat edenleri değil itaat etmeyenleri odağına almalı.
- Kibir sendromu tezinin ve onunla akraba olan “son yıllara kadar çok iyiydi; herşey ne güzeldi” biçimindeki görüşün çeşitli ortamlarda hâlâ egemen olması, dikkat çekici.
- ‘Babaya isyan’ ve ‘anneyi ölümsüzleştirme’ gibi psikodinamik tezlere yanıt verilmesi gerekiyor.
- Yöntemler, bir sorun olarak hâlâ önümüzde duruyor. İnternet anketleri yerine, katılımcı çalışmaların yaygınlaştırılması önerilir.
- Terminoloji sorunları sürüyor. ‘Mağdur’ sözü, insanların edilgen olduğunu varsayıyor ve onlara direnme olanağı tanımıyor. ‘Ezilenler’ ve ‘direnişçiler’ gibi sözlerin kullanılması, daha uygun. Aynı biçimde, ‘olaylar’ demek yerine, ‘direniş’ denmesi, daha doğru olur.
- DSM-V eleştirisinin Gezi Direnişi’yle birlikte anılması, olumlu olacak. Türkiye de dahil olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinde, akıl hastalıkları tanısı ve tedavisi için kullanılan elkitabı olan DSM (Diagnostic & Statistical Manual), Amerikalı psikiyatristler tarafından, sigorta ve ilaç şirketlerinin yoğun lobicilik etkinlikleriyle oluşturuluyor. Bunun ticari hedeflerine, tıbbi modeline ve kültürel ve sınıfsal varsayımlarına dikkat çekmek gerekiyor. Ayrıca, travma tanımının bile buna dayanarak yapılmasının ve ilaç ağırlığının, özellikle öne çıkarılması gerekiyor.
- Gezi Direnişi, kültür-kişilik-sosyal psikoloji tartışmalarını, özellikle bireycilik-toplulukçuluk noktasında yeniden alevlendiriyor. Bu konuda daha fazla çalışma yapılabilir.
- Gezi Direnişi, kimi psikologlarda görülen akım fanatizminin fayda etmediğini gösterdi; eklektisizm yaygınlaşıyor. Sosyal psikoloji ya akım fanatizmine devam edip toplumsal olayları açıklayamadığı için kullanışsız rolünü sürdürecek ya da yenilenecek, dönüşecek ve özgürleşecek.
- Sosyal medyanın sözlü tarih işlevi, sosyal psikolojiden daha fazla çalışma bekliyor. Tarihsel olayların resmi tarih dışındaki anlatımlarını, destanlardan, türkülerden vb. çıkarsamaya çalışmakta olan anaakımdışı yaklaşımların bu açıdan gelişmesi olası.
- Solculuğun ve psikologluğun ayrı ayrı yapılması sorunu, kimi sosyal psikolojik çözümlemelerde de görülüyor. “Kendi görüşüm şu; ama sosyal psikoloji açısından şöyle açıklanabilir” türü yarılmalar, havalarda uçuşuyor.
- Gezi Direnişi’nin, psikolojinin sosyal psikolojiye değen çeşitli alanları açısından (sosyal medya, medya, eğitim, sağlık, politik, spor, adli, örgütsel, gelişim, çevre, evrimsel vb.) çalışılması çağrısı, hâlâ güncelliğini koruyor.
- Linç olgusu ve provokasyon gerçekliği ve algıları, hâlâ sosyal psikologların kapsama alanına girmiş değil.
- Psikolojik hizmetlerin, ücretler başta olmak üzere, çeşitli nedenlerle, kitlesel olarak erişilemez oluşu sorununa, Gezi Direnişi’ne özgü olarak sunulan nokta-desteklerin çözüm olmadığı vurgulanmalı.
- İlgili derneklerin etkinliklerinin kendisi de, bir sosyal psikoloji araştırması konusu yapılabilir.
- Gezi Direnişi bağlamında, grup çatışmasına yönelik kimlik (ötekileştirme) ve kaynak (paylaşılamayan kaynaklar olgusu) tezlerinin gözden geçirilmesi gerekiyor. Bunların ekolojik geçerlilik sorunu (deney ortamı dışında ve özellikle gerçek yaşamda geçerlilik sorunu), sözkonusu.
- Psikologların bir bölümünün, sürekli travmalara odaklanarak, direnişi olumsuzdan okumak yerine, direnişin yarattığı dayanışma ruhu gibi olumlu okumalara yönelmesi ve böylece daha dengeli bir noktadan bakması gerekiyor.
- Bir sosyal psikolojik araştırma konusu olarak, narkotizasyon, çalışılabilir. Narkotizasyonun iki anlamı var: Birincisi, halkın medya tarafından uyutulması; ikincisi ise, siyasal hareketlerin siyasal kabul edilmeyip adlileştirilmesi (örneğin, ‘çapulcu’ sözü). Bu açıdan, propaganda, ikna ve toplumsal temsiller çalışılabilir.
- Ezenleri destekleyenleri, geleneksel sosyal psikoloji tezleriyle (örneğin itaat olgusu) açıklamak, olası. Hatta Yeni Çağ tarikatları için kullanılan ‘kollektif şizofreni’, ‘kollektif paranoya’, ‘kollektif narsisizm’ vb. gibi kavramlar, yardımcı olabilir. Bu konuda, daha fazla tartışma gerekiyor. Ezilenler içinse, başka araçlar gerekli.
Sonuç olarak, sosyal psikolojinin ve genel olarak psikolojinin, kendine şunları sorması gerekiyor: Kavramsal ve kuramsal araçlarımız ne? Bunların hangileri, ezenlere; hangileri, ezilenlere hizmet ediyor? Hangileri içeriden, hangileri dışarıdan bakışın ürünü?
Direnişin yanında yer alacaksa, şunu da sormalı kendine: Direnişe bir yararımız olur mu? (örneğin, sosyal destek, tartışma yöntemleri vb.) (UBG/HK)