Bir ay kadar önce Milli Gazete bir komployu daha açığa çıkardı: “Vampir kisvesiyle Hristiyanlık propagandası”. Son dönemde moda olan yeni nesil vampir filmlerinin gençlerin inanç dünyasını nasıl sarstığını gözler önüne serdiler. Özellikle karizmatik tiplere vampir rollerini verip gençleri bilinçaltlarına Hristiyanlık sembolleri yüklediklerine dikkat çektiler. Cips ambalajında misyoner domateslere haç sembolleri saklandığını da yakalamışlardı. Cips firması ambalajı değiştirmek zorunda kalmıştı. Umarız bu kampanyaları da başarıya ulaşır.
İğneyi başkasına batıracaksak çuvaldızı da kendimize batıralım. Dış mihraklar çalışıyor ama yönetmenlerimiz, yapımcılarımız büyüyen Türkiye’nin gençlerini neden bunların oyunlarına kurban ediyor?
Derin tarihimizde öyle öcüler var ki bunlar TV ve sinemada yer bulsa kimse vampirlere dönüp bakmaz. Mesela, bir ‘gulyabani’ vardı, neden unutuldu?.Oysaki Ömer Seyfettin’den Hüseyin Rahmi Gürpınar’a kadar birçok yazar, eserlerinde bu canavara yer vermiştir.
Standart kurguda komşular ve yöre halkı, köşkün yeni sakinlerine köşke dadanmış olan gulyabaninin marifetlerini anlatır. Ev sahibi hacı amca da bu koroya katılır. Sakinlerden bir aklıevvel bu hurafelere inanmayacağını söyler ama ev halkının geri kalanına bir korku hâkim olur. Bir gece bir bakarlar ki gulyabani bahçede dolaşıyor. Evin reisi gene de inanmaz. Koşar peşinden, gulyabaniyi yakalar. Üstünden çarşafı kaldırınca bir de ne görsün? Ev sahibi hacı amca canavar kılığına girmiş. Peşin aldığı yıllık kiranın üstüne konup yeni taşınan aileyi köşkten kovmak derdindeymiş.
Gelişen Türkiye’nin yeni nesil senaristleri bu gündüz hacı amca, gece gulyabani karakteri güncellemekte zorluk çekmeyecektir. Romanda yöre halkı, cinler diyarının canavarından bahsederken adını anmaktan kaçınır. Bugünün öcülerinin de adı anılmıyor. Kimler diye sorulunca “onlar kendini biliyor” cevabı geliyor. Görüntüler ele geçiriliyor, istihbaratlar araştırılıyor. Sonuçta çok korkunç planlar olduğu öğreniliyor. ‘Onlar’ var; ‘bunlar’ ile birlik olup, üzerimizde büyük oyunlar tezgâhlıyorlar.
Sonra, unutmayalım ki romanın sonunda gulyabani ev sahibi çıkıyor. Hani, evin yeni sakinlerini gulyabani hikâyeleriyle en çok korkutan hacı amca. Bugünle benzerlikler kurmak zor olmasa gerek. Mesela, faiz lobisinden en çok şikâyet edenlere bakıyoruz; taşıma suyla döndürdükleri ekonomiyi sıcak para müptelası etmişler. Sıcak para, evine dönmesin diye faizleri arttırıyorlar. Lobinin çarşafını kaldırınca içinden Anadolu kaplanları çıkıyor. Zamanında, kendi firmalarına kredi sağlamak için bankalar kurup, içlerini boşaltmışlardı.
Senaristlerimiz çok daha iyi fikirler bulacaktır. Gulyabaniden geçilmiyor ortalık. Tabii ki ne kadar uğraşsalar da klasiklerin üstüne çıkmakta zorlanacaklar. Süt Kardeşler’deki başarı bir daha yakalanır mı bilemem. O kadar içimize işlemiş ki Şener Şen’in ‘süt kumandan’ tiplemesinin meşhur repliği başka kelimelerle bugün her meydanda yankılanıyor: “Seni hiç sevmedim sütoğlan. Babanı da sevmezdim zaten!” (BT/HK)
* Araş. Gör. Bilge Terzioğlu, Işık Üniversitesi - İktisat Bölümü