Hepimizin gözünün kulağının Gezi Direnişi’nde olduğu şu son bir ayımızda direnişe katılanların da gözü en çok Kürt hareketindeydi.
Belki de ilk defa Türk halkı kitlesel bir biçimde Kürt hareketini görüp tartışmaya bu kadar ihtiyaç duydu. Bu ihtiyacın toplumsal dayanışmayı temsil etmesi özelliğinin yanı sıra bir yanında da bir aydır süren direnişin kendinde yarattığı haklı gururun harareti ile “biz buradayız onlar nerede, şöyle yapsalardı böyle yapsalardı” minvaline sıkışması duruyor.
Benzer bir şeyi yıllarca birçok sosyalist veya muhalif çevrenin sürekli Kürt hareketine yön verme, akıl verme, bazen arkasına bazen karşısına alma halinde görüp durduk, elbette el ele verip meclise girdiklerini, yaşasın halkların kardeşliği dediklerini, Kürt halkına özgürlüğü vazgeçilmez ilkeleri yaptıklarını da gördüğümüz gibi.
Gezi’de bir göz daha vardı ki; o da bayrağıyla, önderiyle, kimliğiyle Kürtleri, orada görmek istemeyen, kendini yuman gözdü. Bunlar, yumuk gözleriyle halay çeken Kürt gençlerinin başından aşağı su dökerek rahatlayan bir kadınla, bazen biz sizden rahatsızız deyip yumruk sallayan kabadayılarıyla bazen de tacizleriyle karşımıza çıktılar.
Neyse ki o yumuk gözlerden bir kısmı Kürtler sırf bayrağıyla, önderiyle, kimliğiyle orada olduklarından, kendilerini görünür kılmakta kararlılık gösterdiklerinden ötürü sorgulamaya, tanışmaya, konuşmaya, hatta halaya katılmaya cesaret ederek açıldılar ve Kürt gençlerine de aynı açıdan katkı sundular.
Gezi Direnişi’nin bundan sonraki gidişatında; kabul gören, flamasız veya ortak flama yönelimi ancak bu gerçeği de görerek, buradaki kazanımın da hakkını vererek doğru bir karar olduğunu kanıtlayabilir.
Evet; Kürt hareketinin Gezi’de nerede durduğu tartışılmakta. Her ne kadar Sırrı Süreyya Önder hareketin simgelerinden birine dönüşmüş olsa da onun partisi Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ve genelinde Kürt hareketi nerede durdu sorusu gündemde.
Bu gündemin eksik kalan bir soruyu da burada kısaca belirtmek gerek. Türkiye’de bugüne kadar hangi parti böylesine direniş göstermiş bir üyesini gururla karşılayıp yine o üyesinin içe dönük eleştirilerini can kulağıyla dinlemiştir?
Demokrasiye inanmış bir partinin varlığına dair bu örnek biraz es geçilerek ne yazık ki yerini Kürt hareketi nerede durdu veya durmalı tartışmasına bırakmıştır. Burada ‘ne yazık ki’ dememin sebebi, bu konunun tartışılmasının yerinde olmadığımı düşündüğümden değil.
Ne yazık ki demem, Kürt halkının başka toprakların halkı olduğunu, dilinin, kültürünün, ekonomisinin, tarihinin, direniş tecrübesinin, örgütlü mücadele deneyiminin Türkiye Cumhuriyeti çerçevesinde değil Kürdistan’da mücadele çerçevesinde olduğunu kabul edemeyişimizdendir.
Bu kabul edemeyişimiz kendini yıllardır birçok şekilde gösteriyor. Bu halimiz şudur: Kürt hareketi sosyalistleri, feministleri, çevreyi, homofobiye karşı duruşu, farklı din ve kimlikleri, tüm etnik kökenleri, öğrencileri, akademisyenleri, gazetecileri, tutsakları, işçileri, çocukları, entellektüel kaygıları vs. kısacası biz nerede duruyorsak orayı aynı enerji ve motivasyonla savunmalı ve en ufak bir fire vermemelidir, (tıpkı Kürtlerin işçi sınıfı içinde de zor ve ağır her işe koşuluyor olmaları gibi) her şeye koşmalıdır.
Elbette; bırakın ideoloji gereğini sırf yıllardır devlet zoruna direnmiş bir halk olduğu için bile zaten Kürt halkı tüm bu başlıklara karşı hassasiyeti gelişmiş, kendi gündemi olarak kabul etmeye hazır hale gelmiş durumda.
O yüzden de Batı’da yaşanan direnişi heyecanla karşılayıp, “medya, devlet bu işte” diyerek “şimdi bizi anladınız mı?” diye önlerine gelene sormak istediler.
30 yıllık dertlerini, acılarını paylaşma umudu yaşadılar. Bu umudu yeşertmek Kürtler kadar Kürt hareketine gözünü dikmiş herkesin sorumluluğu olmadığı sürece Gezi’den Amed’e demokrasi, özgürlük ve barış köprüsü başka bahara kalır. Unutmayalım ki köprülerin hep iki yakası olur.
Sırrı Süreyya’nın bir konuşmasında dile getirdiği üzere “Bu ülkede Kürt her şey olabilir, ancak Kürt olamaz” durumu Gezi Direnişi içerisinde de anlamlıdır.
Kürt gençleri Gezi’de çapulcuydular, marjinaldiler, direnişçiydiler özetle vardılar ama neredeler sorusu da hep sorulup durdu. Barikatlarda olan hiç kimse burada Kürt yoktu diyebilecek durumda değil ve bu Gezi Direnişini sahiplenen herkesi mutlu etmesi gereken bir temastır, Kürtlerin de bizim barikatlarımızda Türkler yoktu dememesinin/diyememesinin en önemli gerekçesi de budur. İki halkın romantik gerekçelerle birbirinde eksik aramasındansa politik bir bilinçle birbirimizin duruşundan, mücadelesinden sorumlu olduğumuzu görmenin zamanıdır.
Ancak birbirimize bu güveni verdiğimiz sürece, aynı şey için mücadele ettiğimizi gördüğümüz sürece bir gözümüzün Roboski’ye öbür gözümüzün Gezi Direnişinde katledilenlere ağlamasını engelleyebiliriz. Kürt hareketinin Gezi’de nerede durduğu sorusunun cevabı gerillanın sınır dışına çıktığı bir dönemde Roboski’nin hesabının sorulması, KCK tutuklularının özgürlüğüne kavuşması, Barış sürecinin yürümesi gibi netleşememiş bir yığın denklem ve hareketin içindeki dinamikler çerçevesinde aranacağı kadar Gezi’nin de kitlesel hareketin tüm samimiyeti, belirsizliği ve özgünlüğüyle nerede durduğu noktasında da ortaya çıkacaktır.
Sonuçta ortaya çıkacak bu cevabın; devlete verilecek en iyi cevap olacağına dair umudum ve inancım oldukça büyük.