"İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından geçtiğimiz pazar günü yapılan operasyonlar sırasında, 3 ruhsatsız tabanca, 4 uçaksavar mermisi, 16 ağır makineli tüfek mermisi, 38 adet M16 mermisi, 19 sis bombası, 4 şarjör..."
Gezi Parkı eylemleri hakkında açılan soruşturma kapsamında, Çarşı grubu üyelerinin evlerinden çıkan 'deliller' arasında en çok uçaksavar mermisine şaşırmış olabiliriz. Bu şaşkınlığımıza, avukat Efkan Bolaç, şöyle bir açıklama getirdi:
"Gerçekten de Halil İbrahim Erol'un evinde uçaksavar mermisi ve silah bulundu. Ancak bu silahlar Erol'un değil, babasının. Babası zamanında Güneydoğu'da görev almış bir polis."
Uçaksavar mermisine şaşırmak...
O da bir şey mi!
* * *
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi'ne bir cumartesi sabahı yolu düşmüş olanlar bilir.
Bir demlik tüter ocakta.
Peynir, zeytin, ekmek tabağı durur mutfak masasında.
Kapı çalınır iki dakikada bir.
Bazıları herkesten erkencidir.
O gün erkenci olan, 'ev sahibi'dir.
Teyzeler gelir. Genç kadınlar gelir. Abiler gelir.
Fotoğraflar dizilir bir divana boylu boyunca.
En son, kırmızı karanfiller gelir.
* * *
Ağır aksak sokağa çıkılır sonra.
Çay bardakları yarısına kadar doluyken vakit gelmiştir ve ofis telaş içinde terk edilir.
İlk gelen, en son çıkar. Demir kapı, geride kalan büyük sessizliğin üzerine kilitlenir.
Kucaklarda fotoğraflar ve karanfiller.
Az ötedeki Galatasaray için yola düşülür.
* * *
Cumartesi anneleri, 1995'ten beri haftada bir gün, bir küçük meydanda oturuyor.
"Sesimizi duyurmak için ne yapabiliriz" sorusu ile başladı her şey.
"Oturma eylemi yapalım, bakalım ne olacak" diyerek tedirgin bir düşünüşle, birkaç aile toplandı önce Galatasaray meydanında. Ardından giderek çoğaldılar. Bir yandan eylemleri kitleselleşiyor, diğer yandan kayıplar artıyordu.
Sonrası malum:
Polisler copladı, köpekler saldırdı, panzerler yürüdü, gözaltılar başladı.
* * *
Galatasaray'da her cumartesi, gözaltında yakınları kaybedilen aileler oturuyor.
Ellerinde yalnızca karanfiller ve fotoğraflar oluyor.
Bir fotoğraf ve bir kırmızı karanfil, insana anca bu kadar güç verebilir.
Her hafta en az bir aile, o gün artık kimler onları yalnız bırakmamışsa, mevcut kalabalıktaki meydana sesleniyor.
Bazen aralarda, hitap eden kişinin öfkesine ortak olduklarını göstermek istercesine alkışlayanlar çıkıyor.
İşte o zaman kibar bir ses yankılanıyor o küçük meydanda:
"Bu sessiz bir eylem. Alkış yok, slogan yok. Alkışlamayalım lütfen."
Çünkü sessizlik de bir direniş biçimidir.
* * *
Ancak sessizlik bazen rahatsız da edicidir.
Muktedirler dayanamaz en çok.
O dayanılmaz sessizlik kulaklarda patladığı zaman, ceberrut devlet yüzünü gösterir.
O günlerden birinde, Galatasaray meydanını bastılar. Anneleri yerlerde sürüklerken, çocukları ağlattılar.
Rıdvan Karakoç'un ağabeyi Hasan anlatmıştı bir cumartesi:
"Yeri geldi, karanfillerimizi bile gözaltına aldılar."
O gün, bahsettiği karanfiller annelerle beraber gözaltına alındı.
Tutanağa geçirildi karanfiller de.
Uçaksavar mermisi ele geçirilmiş denilince şaşırdık ya geçen gün...
Karanfillerin gözaltına alınarak tutanağa geçirildiği bir ülkede, o da şaşılacak şey mi!
* * *
Cumartesi Anneleri, Galatasaray meydanında oturuyor günlerdir, haftalardır, aylardır.
Sessizliklerine ses verilmesini bekliyorlar.
Merhamet değil, adalet istiyorlar.
Hasan Gülünay'ın kızı Deniz'in, "Galatasaray'da her cumartesi yaramız kanıyor" sözlerinin ağırlığı altında ezilmeyen iktidar sahipleri yaşıyor bu memlekette.
Her cumartesi o meydanda yüreklerle beraber, karanfiller de kanıyor.
Ve karanfil deyip geçmeyin.
Neticede, gaz bombası ve tazyikli su ile sulandıklarına ve hatta gözaltına alındıklarına göre, karanfil de bu ülkede bir direniş biçimidir. (BK/HK)