"Bi saniye… Biz Diyarbakır'ı da 30 sene bu medyadan izledik di mi?"
Böyle yazdı Tuna Kiremitçi, polisin Gezi Parkı eylemcilerini tazyikli su ve gaz bombalarıyla püskürtmeye çalıştığı günlerin birinde.
Taksim'in, polis şiddeti ile ilk karşılaşması değildi. Ancak orada panzerle ilk kez yüz yüze gelen insanlar vardı.
Olayları takip eden bazı köşe yazarları, yaşanan şiddet karşında lal olduklarını, tarif edilmesi güç bir hayalkırıklığı yaşadıklarını yazıp durdu.
Kırgındılar.
Kızgındılar.
Şaşkındılar.
Aralarında, BDP Milletvekili Sebahat Tuncel'in bir polis müdürüne tokat attığı günlerde, milletin bir vekilinin şiddete "başvurmasını" kıyasıya eleştirenler de vardı. Hatta, eminim, bu olaydan haberdar olmayanlar bile.
Hatırlayın, bundan üç yıl önce, Silopi'de Newroz kutlamaları sırasında polis, Demokratik Çözüm Çadırı'na yürümek isteyenlere gaz bombası ve tazyikli su ile müdahale etmişti. Tuncel'in, polisi durdurma çabaları çaresiz bir tokatla sonlanmıştı.
Siz görmediniz, o yürüyüşe katılanlar arasında beyaz tülbentli kadınlar da vardı.
Yaşlı başlı adamlar da vardı.
Çocuklar da vardı.
Görmediniz çünkü siz aslında 30 yıldır her gün penguenleri izliyorsunuz. "Günaydın Gezi" manşeti atan gazeteleri okuyorsunuz.
Sebahat Tuncel, o tokat yüzünden yargılandı. 25 bin lira para cezasına çarptırıldı. Mahkeme, "kamu görevlisine fiili ve sözlü saldırıda bulunduğu"na kanaat getirdi.
Polisin Gezi Parkı eylemcilerine yönelik şiddetini izliyoruz günlerdir. Ben ilk günden beri, olayları takip etme şansı yakalayan Kürtlerin ne hissettiklerini merak ediyorum.
"Hakkari'de puroları yaktık, Batı'da olanları tartışıyoruz" esprileri bir yana, madalyonun öbür yüzü var.
* * *
İnsanın en çok çaresiz kaldığı an, sesini duyuramadığı andır.
Bazen değil bağırmak, kendini yaksan, derdini anlatamazsın.
Burada, "kendini yakmak", bir metafor değildir.
Kendini yakan çocuklarımız oldu bizim, sizin hiç isimlerini duymadığınız.
İnsan bazen, ne yapsa olmaz çünkü.
Düşünür o vakit: "Ya ben anlatamıyorum ya da onlar duymuyor."
Bu eşik, en tehlikeli eşiktir.
"Aklını kaçırma" eşiğidir.
Ve insan bir kere aklını kaybetmeye görsün.
İşte sizin o, "Kaybedecek hiçbir şeyleri yok" dediğiniz insanlar, bu eşiği çoktan geçmiş olanlardır.
Gezi Parkı'nda polis şiddetiyle ilk kez karşılaşanlar, idrak etmekte güçlük çekti başta.
Sordular; "Neden?" diye.
Anlayamadılar çünkü: "Bir iktidar/polis/devlet kendi vatandaşına bunu nasıl yapar?"
Genç çapulcular, "Benim TOMA'm bana sıkıyor" diye şarkı sözü bile yazdı.
Oysa, bu toprakların altında binlerce toplu mezar var hala. Şu anda, şu an ayağının altında.
Devlet, yıllardır değil su, değil gaz; plastik bile değil, gerçek mermi sıkmış/sıktırmıştı binlerce insana.
Kürt meselesini konuşmayı tercih etmediğim tanıdıklarım var. "Milyonlarca dolar yatırım yapıldı, daha ne istiyorlar" diye Kürtlerin "nankörlüğünü" anlatırken suratları moraran insanlar gördüm.
Şimdi umarım onlar bir miktar da olsun anlamışlardır.
Bence Gezi Parkı'nın onca ve her şeye rağmen, en büyük kazanımı da bu olmuştur. (BK/HK)