Gezi Parkı protestolarıyla başlayan, gün geçtikçe büyüyen, Türkiye’nin birçok kentini, meydanlarını kaplayan bugün 21. gününü dolduran isyan, birçok beklenmedik durumu ortaya çıkardı. Hükümetin ve baskısı altında hareket eden kurumların, başta medya olmak üzere, perdelemek, yoksaymak ve en çok da yalanlar aracılığıyla bu deneyim bütününden farklı bir hakikat üretme çabasının arkasında olan biteni bu durumlarda aramamız gerekiyor belki de.
Anaakım medyanın ki Fas’tan önce ve sonra diye ikiye ayrılamayacağını hemen anlamıştık, örttüğü hakikatler, penguen belgeseli ve devamla Taksim Meydanı’ndaki hareketsiz TOMA’ları saatlerce canlı yayınlayarak polis müdahalelerini gizlemesinden veya başta Ankara olmak üzere, Türkiye’nin dört bir yanında devam etmekte olan sokak eylemlerini, polis şiddetinin alabileceği boyutları, evlerden, sokaklardan günlerce eksilmeyen tencere tava seslerini haber yapmamasından ibaret değil sadece.
Sosyal medyanın gücünü, insanların haber almak için anaakım medyadan çoktan vazgeçmiş olduğunu bilircesine bir meydan okuyuşla birlikte belki de neyi nasıl aktarıldığına da bakmalı: Anaakım medya, Tayyip Erdoğan’ın ve adamlarının söylemsel taktiklerinin tıpkı güncel diğer meselelerde olduğu gibi takipçisi ve hızlı uygulayıcısı konumuna yükselmiş durumda.
Haber yapmamanın yanı sıra, Erdoğan’ın “paçavralar” diyerek günlük ortalama beş konuşmasında sıkça zikrettiği AKM’ye asılı pankartları illegal olarak tanımlamak, marjinal örgütler ve masum, sevimli çevreciler ayrıştırmasını sahiplenmek, televizyon programlarına Erdoğan savunucularını çıkarmak, değilse muhalif kişilerin sözlerini kesmek, üzerlerine yürümek ve dahası, en çok da Kürt meselesinden aşina olduğumuz üzere “şiddetin her türlüsüne karşıyız” ezberini “peki ya taş atanlar” sorusuyla taçlandırıp polis şiddetiyle eylemcilerin taş atmasını eşitlemek, eylemlerin görünürlüğünü, yaşananları iktidarın gerçeğine tercüme etmenin diğer yolları şu anda.
Bu vesilelerle, geniş anlamıyla anaakım medya ve ona iştirak eden kimi sosyal medya kullanıcıları, günlerdir meydanlarda, sokaklarda, evlerde yaşanan deneyimleri yoksaymak ve yerine iktidarın hakikatini pekiştirmek üzere kolları sıvamış durumda. Bu sebeple de eylemlerin akıbeti Erdoğan’ın siyaset aklıyla değerlendiriliyor, başarı ve yenilgiler o süzgeçle yorumlanıyor. Halbuki Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesiyle yükselen ve farklı kesimleri ve talepleri biraraya getiren bu isyan ve deneyimler bütünü her gün bu üretilmek istenen hakikati parçalıyor. Kimsenin bu kadar büyüyeceğini ve süreceğini tahmin edemediği, bu kadar heterojen ve yan yana gelmesi güç kişi ve örgütlerden oluşan bir büyük grubun 20 küsur gündür yaşadıkları zaten başlı başına ortalığa saçılan ezberleri yalanlıyor.
En hatırda kalacak olanlar herhalde polis saldırıları esnasında yaşananlar olacak. Sadece tek bir güne bakarsak; 11 Haziran sabah 07.15’te yığınlarca polis ve TOMA’nın meydana girip pankartları indirmesi, parktaki insanları ve çevredekileri toplanmaya ve sloganlarla eylem yapmaya yöneltti. Kalabalığın artması ise polis müdahalesini. Akşam ise, her akşam olduğu gibi, 19.00’da meydanda toplanılarak basın açıklaması yapıldı, ilerleyen dakikalarda bir kısım meydanda kalırken, bir kısım da parka geçti. Binlerden söz ediyoruz. Parkın içi de meydan da tıklım tıklımdı. Ve gaz bombaları atılmaya başladı. Gezi’de “bunu da yapmazlar artık” denen oldu: İzdihama müsait, o kalabalıkla başından sonuna yarım saatte geçilen bir alana gaz bombaları peş peşe atıldı. Ama izdiham olmadı. O kalabalık panik ve korkuyla ama birlikte olmanın gücüyle birarada ilerledi; köşelerde yol gösteren gönüllüler, sürekli yükselen telkin sesleri, arada dönüp birbirine yardım edenler, talcid sıkanlar...
Üstelik meydandan kaçanlar da Gezi’ye sığınmıştı. İzdiham olmamasının tek sebebi Gezi’de 15 günde öğrenilenlerdi; dayanışma ve kolektif hareket. Aynı günün ilerleyen saatlerinde, İstiklal Caddesi, Cihangir, Harbiye ve Gezi Parkı’na gaz atıldı, su sıkıldı. Gece yarısı park yine işliyordu. Revir, güvenlik ve yemekhane. Maskelerle yüzlerce gönüllü. Revire gaz bombaları atıldığında dahi parkın içinde biraradalık sürdürülebildi. Bu deneyim, bu kazanım, direnişin bu sonucu hangi televizyondan gösterildi? Erdoğan ve Mutlu’nun sürekli olarak “masumlar çekilin, marjinal örgütlerle bizi başbaşa bırakın” ayrıştırma dolu tehditlerine “birlikteyiz” diye cevap veren bir Gezi Parkı eylemliliği varoldu.
Gezi Parkı’ndaki protestolarla başlayan bu isyan, “farklılıklarla birarada ne güzel” öğretisi değil. Her ne kadar şiddeti ancak karşılaştırarak anlayabilmek de egemen grupların lüksü olsa da bu süreçte yoğun polis saldırısına maruz kalmak Kürtlerin yaşadığı şiddeti kavramaya yakınlaştırdı kimilerini. Farklılıkları bir çeşni olarak değil, aksine yan yana geldiğinde bir zorluk olarak deneyimleme örneği oldu: BDP’nin ulusalcıların saldırılarına, feministlerin ve lgbt’lerin erkeklerin cinsiyetçi küfürlerine, tavırlarına, sosyalistlerin sol sosyalist politikanın altının boşaltılma çabalarına, bağımsızların örgütlü grupların karşısında geride kalmalarına denk düşen, mutfağı, reviri, çöpü, güvenliğiyle gerilimlere müsait, yani naif ve sevimli değil, aksine yorucu, sürekli mücadele gerektiren, gerçekliği ve kalıcılığı her daim sorgulanan bir hal bu.
Bu kadar politika yüklü, çıkışı kendinden isyan anlamı taşıyan bu 21 günü kavramak ve televizyonlarda dillendirmek için bir boş mecra gerekti elbette: 90’lar gençliği. Sempatiyle bakılan bir grup çocuk. 90’lı gençliğin apolitik olarak etiketlendiği, aktivist olmadıkları ve Gezi Parkı vesilesiyle isyan ettikleri cümlesini kurmadan analize başlayan pek olamadı. Eylemci grubu 90’lılara indirgemek, isyanı apolitikleştirmek için verimli bir yol oldu; hiçbir eyleme gitmeyip Gezi için sokağa çıkmaya methiye düzmek, aslında bir nevi Gezi’yi politikliğinden arındırmak, sabitlemek işlevlerini gördü. Fakat 15 Haziran’da sabaha kadar süren polis saldırısıyla parkın boşaltılması sonrası başka alanlarda, sokaklarda ve evlerde süren eylemlere bakılacak olursa yaslanılmak istenen bu hakikat de kendini yalanlayacak gibi görünüyor.
Gezi Parkı ve diğer eylemleri deneyimleyen, içinde olan örgütlü, örgütsüz herkes Türkiye tarihinde eşi az görülür, öngörülemeyecek deneyimler edindi. Bundan sonrası, deneyimleyemeyenlere bu birbirinden çeşitli hikayeleri anlatmakta, aktararak büyütmekte… (CB/HK)