5 Haziran’da yayınlanan bir yazımda, şöyle demiştim:
“‘Bir Komün Olarak Gezi Parkı Direnişi’ gibi bir başlık altında şunları söyleyebiliriz: Çoğumuz, Gezi Parkı Direnişi’ni bir ayaklanma ya da bir tepki olarak görüyor. Ancak, Gezi, aynı zamanda, yeni bir toplumun kuruluş özelliklerini taşıyor. Halkın oluşturduğu barikatlarla TOMA’lara ve diğer araçlara kapatılmış olan Taksim Meydanı ve Gezi Parkı alanında, sabah, belli bir saatte, göstericiler tarafından çöp toplanıyor. Halk, çeşitli kuruluşlarla birlikte, kendi sağlık hizmetini kendi veriyor; kalacak yer ve yiyecek-içecek gibi gereksinimlerini kendileri karşılıyor. Polis, günlerdir, kurtarılmış bölgeye giremiyor. Bu, Türkiye tarihinde bir dönüm noktası. Herkes gitsin görsün. Halk, kendini yönetebilir mi, Taksim’den öğrensin. Küçücük bir toplaşmaya bile saldıran polis, Taksim’e adımını atamıyor. (...)
(...) Taksim Meydanı’na ve Gezi Parkı’na giden bütün yollar, halkın oluşturduğu barikatlarla korunmuş durumda. Bu barikatlar, yan yatırılmış çevik kuvvet araçlarından, yanal olarak park edilip lastikleri patlatılmış belediye otobüslerinden ve birçok kendiliğinden malzemeden oluşturulmuş durumda. (...)
Çarşı’nın direnişinde, yine, yeni bir toplumun nüvelerini görebiliyoruz. Bir kere, Çarşı, ele geçirdiği iş makinesinin üstüne, TOMA’ya (Toplumsal Müdahale Aracı) karşılık olarak ‘POMA’ (Polise Müdahale Aracı) yazmış durumda. Ayrıca, bu devrimci taraftar grubunun protestoları örgütlemek için kendi arasında işbölümü yaptığını görüyoruz. Örneğin, eldivencilerin görevi, gelen gaz bombalarını polise geri atmak. Bir taş kırıcılar ekibi var. Bir de, elbette, tam teşekküllü bir Çarşı Sağlık Ekibi. (...)” (Gezgin, 2013).
Bu yazı, 4 Haziran 2013’te yazılmıştı. O günden bu yana, Gezi’de ve çevresinde, panayır havası egemen oldu ve alternatif toplum uygulamaları hız kazandı. Bu yazıda, bu başarılı uygulamaları tanıtırken, eleştirel gözlüğü çıkarmıyoruz.
Direnişin bir kütüphanesi, güneş enerjili mutfağı, vegan sofrası, devrim müzesi, reviri, dilek ağacı (polis aracı), ücretsiz yiyecek-içecek ve barınma malzemesi dağıtma ağı vb. var. Direnişçiler, ekim de yapıyor. Ekim yapılan yere, ‘Gezi Bostanı’ deniyor. Buraya çok çeşitli tohumlar ekilmiş durumda.
Artık “direnişin müziği var” diyebiliriz (bu müziklerin 10 tanesi, şurada görülebilir). Direnişin medyası da var artık. Bir kere, kimi gazeteler (Yurt, Cumhuriyet, Birgün, Evrensel, Radikal, Sözcü, Sol, Aydınlık vb.) değiş-tokuş ile ücretsiz olarak okunabiliyor. Yurt Gazetesi, meydanda, zaten, değiş-tokuşa gerek kalmadan ücretsiz olarak bulunabiliyor. Direnişe başından beri destek olan Hayat TV, Ulusal Kanal, Halk TV, İMC TV, TV On ve Etha’nın yanına e-kanallar eklendi. Çoğu, Youtube ve Ustream üzerinde olan bu kanallara, son olarak Çapul TV katıldı.
Bu başarıları sıraladıktan sonra, Taksim Komünü’nün eksiklerini sayalım ve önerilerde bulunalım:
- Pek politik sayılamayacak küçük bir çekirdek kadroyla başlayan direniş, kitleselleşmesi nedeniyle, karar düzeneklerinde sorun yaşıyor. Bunu, en son, 6 Haziran 2013’te düzenlenmesi planlanan sanatçı konserlerinin sonradan iptal edilmesinde gördük. Konser, dayanışmanın aldığı bir karar değildi. İnsanlar, diğer illerde direnirken, Gezi’deki birçok direnişçi, böyle bir etkinliği doğru bulmadı ve hatta, bunu, daha önce AKP’ye destek verenlerin ve (Oya Baydar ve diğer birkaçı dışında) daha hâlâ özeleştiri vermemiş ya da günah çıkarmamış ‘Yetmez Ama Evet’çilerin direnişe sızmaları olarak yorumladı. Barikat kararını alan da, koordinasyon değildi. Koordinasyona kalsaydı, barikat falan kurulmazdı. Bu, barışçıl gösteri anlayışına tersti. Ancak, o barikatlar sayesindedir ki, insanlar, günlerdir, Taksim’de saldırı korkusu olmaksızın yürüyebiliyor.
- Direnişi başlatan büyük oranda apolitik çekirdek kadronun, direniş kitleselleştikten sonra, siyasetlerden bayraksız protesto istemeleri gibi durumlar, komündeki karar düzenekleriyle ilgili sorunların bir başka yansıması. İnsanın, bu durum için, “o siyasetler, karar düzeneklerinde yer almıyor mu ki böyle talepler gelebiliyor?” diyesi geliyor. Siyasetlerin bayrak açmasını fırsatçılık diye yorumlayanlar, onların, direnişin Gezi’de ve heryerde kitleselleşmesinde büyük rolü olduğunu unutuyor. Kaldı ki, siyasetler de, gökten zembille inmiyor; onlar da, büyük oranda, halktan oluşuyor. Hatta bayraklı sol, orta sınıftan gelen ilk direnişçi çekirdeğe göre daha halkçı bir nitelik taşıyor. Bayraklı sol, zaten varolan kaynaklarını ve ilişki ağını açarak, direnişin etki alanını genişletti. Bu, ilk çekirdeğin düşündüğü gibi, yalnızca bir ağaç meselesi olarak algılansaydı; o ağaçlar, çoktan sökülmüş olacaktı.
- İşportacılar ve mangal dumanı, ortada, direnişten çok zafer sarhoşluğu olduğunu gösteriyor. Kaldı ki, madem ki ücretsiz olarak yiyecek-içecek dağıtılan bir komün, burası; neden işportacılar orada?! İşportacılar, orada kapitalizmin temsilcileri sayılabilir. Onların, bir dayanışmacının önerdiği gibi, Gezi’den çıkarılıp Meydan’a yönlendirilmesi gerekiyor.
- Bu alternatif oluşumların yanına, Özgür Üniversite gibi bir Gezi Akademi kurulsaydı; çok iyi olurdu. Akademisyenler, Gezi’de (ve İzmir’de), direniş alanlarında açık dersler verdiler. Ancak, bunlar, tekil örnekler olarak kaldı ve üniversiter bir yapıya evrilemedi. Bunda, akademisyenlerin direnişte öncü rol oynamamalarının ve ancak direniş büyüdükten sonra fırsattan yararlanıp kitlenin peşine takılmalarının büyük etkisi var. Yine de, direniş akademileri oluşturmak için geç değil.
- Gezi’nin en ciddi sorunlarından biri, izdiham. Gezi’de, bir yangında ya da 1 Mayıs 1977 gibi bir saldırıda, insanların birbirini ezerek ölümlere yol açma olasılığı, büyük tehlike. Bu nedenle, kimi çadırların tahliye edilmesiyle, yolların açılarak işaretlenmesi gerekiyor. Nasıl ki, Gezi’deki revir bölgesine giriş yok; yollar da bu biçimde işaretlenmeli. Ayrıca, olası bir saldırıda ya da afette, çıkış planı yok. İnsanlar, alanı acil bir durumda nerelerden terkedecek? Bunların netleştirilmesi gerekiyor. Buna bağlanabilecek bir diğer nokta ise, şu: Bölge, daha önce, Surp Agop Ermeni Mezarlığı’ydı. Divan Otel’in yapımında bu mezarlıktan çıkartılan taşların kullanıldığı söyleniyor. Yani Gezi’de, 1915’in etkisi de var. Ermeni mezarlıkları, Müslüman mezarlıklarından çeşitli noktalarda farklılaşıyor. Bu farklılıklardan biri, Ermeni mezarlıklarında (örneğin Hrant Dink’in yattığı Balıklı Ermeni Mezarlığı), asfalt yollarla herşeyin yerli yerinde olması; her bir mezarın, harf ve sayı ile koordinat sistemine bağlanması; ve dolayısıyla, yerini bilmediğiniz bir mezarı koordinatını öğrenerek bulabilme şansınız. Müslüman mezarlıklarında ise, bir taştan bir taşa atlaya atlaya bulmaya çalışıyoruz mezarları. Kimi zaman, bulamıyoruz bile. Asfalt yol, çok azında var. Gezi Direnişi de, Müslüman mezarlığı gibi değil, Ermeni mezarlığı gibi olmalı. Alan, küçük ölçekte paftalanıp koordinat sistemi oluşturulmalı. Alternatif kurumları gösteren bir kroki, zaten hazırlandı; ancak, belki de, bunun ayrıntılandırılması gerekiyor.
- Gezi’de bir direniş anıtı yok. Yapılıp yapılmamasıyla ilgili iki görüş var: Birinciler, yapılması yanlısı; çünkü bu direniş unutulmamalı. İkinciler ise, anıtın, kim olursa olsun birilerini yüceltmesinin muktedirle aynı dili konuşmak olduğunu söylüyor. Ben ikinciye katılmıyorum. Bu, zaten, (olumlu anlamda) bir iktidar kavgası. Kaldı ki, bir komünden çıkan anıt, herzaman, kapitalist toplumdan çıkan bir anıta göre farklı değerlendirilmeli. Ayrıca, bu, lidersiz bir direniş olduğundan; anıtta yüceltilecek bir lider yerine, kitleler sözkonusu olacak. Ağaçlar altında gaz maskeli insanları gösteren basit bir anıtın bile, simgesel bir önemi olacak.
- Son günlerde, Gezi’yi dolduran kitle, direnişçiden çok şenlikçi havasında. Hükümet düşmüş olsaydı, belki böyle bir kutlama yapılabilirdi. Ancak, kurtarılmış bölgenin kutlamasının fazlasıyla yapıldığını söyleyebiliriz. Artık, insanların, içkiyi bir yana bırakıp hazırlanması gerekiyor; hem siyasal olarak hem de pratik olarak. Gezi, insanların birbirinden öğrendiği bir platform; bu öğrenme sürecinin hızlandırılması ve geliştirilmesi gerekiyor; çünkü bu komünün günleri, sayılı olabilir. Alana yalnızca içki içmek için gelen güruh, bu direnişin siyasal anlamını kavrayan birçokları tarafından artık rahatsızlık verici bir unsur olarak değerlendiriliyor.
- Başka yazarlar, direnişin dönüştürücü gücüne çeşitli örnekler verdi. Bu örneklere bir ek yapalım: Ulusalcılar, Taksim’de Lazca parça çaldılar. Herkes kendi siyasal çizgisinde yumuşama yaşıyor ve empati geliştiriyor. Bunun ‘yaşayan kütüphane’ gibi uygulamalarla güçlendirilmesi gerekiyor. Bu uygulamada, ötekileştirilmiş olanların kütüphanedeki gibi raf kaydı tutuluyor. Örneğin, bir Roman’la ya da Süryani’yle tanışmak istiyorsanız, yaşayan kütüphaneye gidip randevu alıyorsunuz. Konuşuyorsunuz, öğreniyorsunuz, dönüşüyorsunuz. Aynısı, siyasi gruplar için de yapılabilir. Çeşitli partilerin, hareketlerin, dergilerin vb. raf kaydı tutulur. Bir siyasetle görüşüp sohbet etmek isteyenler, kendilerine, ‘yaşayan kütüphane’den ulaşabilir. Gerçi, bu, standlar aracılığıyla da yapılabilir elbette.
- Gezi’de üretim yok; yalnızca tüketim var. “Ekmek elden, su gölden” yaşanıyor. Oysa, örneğin, elişi yapılıp komün dışında (belki İstiklal’de) satılarak, belli bir gelir elde edilebilir. Böylece, ilerleyen günlerde, boş durunca siyasal farklılıkları nedeniyle kavga edebilecek kitle, meşgul edilmiş olacak. Ayrıca, insanlar, Gezi’de, yalnızca direnişi değil elişini de öğrenmiş olacak. Bu yönde, çocuk atölyeleri başlıyor yavaş yavaş. Bostan ve alternatif enerji üretimi gibi uygulamalar, bu açıdan, övgüye değer.
- Bir de şu var: ‘Çapulcu’, ‘Gezi Parkı’ gibi sözler, çeşitli şirketler tarafından satın alınmış durumda. Böylece, yakın gelecekte, Rusya’daki ‘Leninade’ adlı soda benzeri durumlar yaşayacağız (bkz). Keşke, (ben de dahil olmak üzere) direnişçiler, sermaye düzeninde yaşadıklarının farkına varıp bu isimlerin haklarını önceden satın alabilseydi. Direnişin kitleselleşmesine, ne yazık ki, ticarileşmesi eşlik edecek.
- Peki ama paraya ne gerek var değil mi? Çok gerek var. Gezi’deki içkici güruh, “sefasını bırakıp diğer ilçelerdeki ve illerdeki direnişe nasıl destek olabilirim?” sorusunu düşünmelidir. Boğazından geçen lokmayı saymalıdır; çünkü onlar sefa sürerken, başka yerlerde direniş sürüyor. Birilerinin, bunlara, “sen daha az iç, ye; artan parayı diğer yerlerdeki direnişe gönderelim” deme zamanıdır. Artan paralar, diğer ilçe ve illerdeki direnişçilerin gaz maskeleri vb., sağlık giderleri, avukat masrafları, pankart ve bildiri basımı masrafları, kokart ve tişört basımı, internet masrafları gibi kalemler için kullanılmalıdır. Gezi’dekileri tasarruflu olup sorumluluk almaya davet ediyoruz.
- Gezi’de, şu an, gerçel olarak, zorunlu askerlik yok. Profesyonelliğe dayalı gönüllü askerlik var. Bu, ne demek oluyor? Küçük bir kesim, olası bir saldırıda, kitleyi korumak üzere alanda. Onlar, ilk günden beri (31 Mayıs 2013) vardı zaten; ama sonradan gelenler, o kadar hazır değil. Alanı savunma, bir avuç gence bırakılmamalı. Herkes, savunma sorumluluğunu almalı; (Türkiye’de olumsuz olarak uygulanmakla birlikte), zorunlu askerliğin temel düşüncesi budur. Alanın savunması, bir avuç inançlı gence bırakılamayacak kadar ciddidir.
- Son olarak, Şanlı Gezi Direnişi, bilindiği gibi, diğer ilçelere ve illere çoktan yayılmış durumda. Ancak, direniş ruhunun direniş olmadığı yerlerde de günlük yaşamın bir parçası olması için, kokart, tişört vb. çalışmaların yapılması gerekiyor. Bu çalışmalar, başladı bile. Yaygınlaştırılmalı.
Komünün eksikleri var elbet. Kapitalizmden yeni çıkmış bir topluluğun tümüyle başarılı olmasını beklemek, haksızlık olur. Komün, öğrenen bir organizmadır. Birbirinden öğrenenlerin toplamı olan komün, elbette, bu eksiklerin üstesinden gelecektir. (UBG/HK)
İlgilisine Kaynak: Gezgin, U.B. (2013). Şanlı Taksim Gezi Direnişi: Alandan Notlar ve Öneriler. Bianet, 5 Haziran 2013.