Kaç yıldır mekanın politik önemini öğrencilerle tartışmak için Amerika’nın Thomkins Meydanı ve parkındaki direniş üzerine olan yazılara bakıyoruz. Ama artık kendi örneğimizi yarattık.
Gezi parkındaki ağaçlar, bu ülkenin darbelerle hizaya sokulmuş, en nihayetinde AKP’nin mutlak iktidarı ve polis şiddetiyle hırpalanmış olan bütün toplumsal kesimlerin isyanına kucak açtı.
Bu ağaçlar bütün toplumun. Herkesin olan bir varlığa, ağaca, parka, kentin ortak mekanına bu kadar fütursuz ve ağır bir polis şiddeti ile kastedilmesi sadece ve sadece bir AVM fikri içindi ki, bu AKP’nin otoriter ve neoliberal iktidarını en zayıf anında yakaladı. Ağaca, hele ki Taksim Meydanı’ndaki bir ağaca kastetmenin stratejik hatası büyülü bir isyan yarattı.
Dış politikadaki “halkların barışı” nosyonundan uzaklaşmış, uluslararası arenada puan kaybetmiş, ekonomi politikaları bütünüyle güncel yatırımlarla hareketli tutan ancak bunu sürdürmek için ciddi bir “taban” denetimi ve dizaynı ile kendi otoriter siyasetine bağımlı kılan bir AKP, maalesef artık kentli kesimlerin umudu olmaktan uzaklaşıyor. Kendi yarattığı; yaratmaya çalıştığı orta sınıfı bile onu kolayca bırakıp Taksim Gezi’ye koştu.
AKP’nin liberal entelektüel aydınlarının varlığını, onlara tabi bir orta sınıfın varlığı anlamına gelmediğini de gördük. En temel toplumsal özgürlüklerin bir elin işaret parmağı ile yönetilmesinin de bir miyadı olduğunu; toplumun olan o ağaçlara iş makineleriyle kastedilmesinin, toplumu karşısına almak olduğunu herkes öğrendi.
Çünkü iş makineleriyle ağaca kastedilme pervasızlığının aynı biçimde artık insanlara da yönelebileceği hissi yaşandı!
İşte bu yüzden bu kıyamet ağaçlardan, gezi parkındaki o ağaçlardan çıktı…
Ağaçsız insan olunmazmış hepimiz bunu yaşadık. Bunu tarih yazar. Bundan böyle ağacın, parkın, şehrin hikayesi bir başka yazılacak. Bu isyanın büyüsü bu.
Milli nesil ve milli mekanlar
Kadınlara üç çocuk doğurmaları buyurulurken; içki içen alkolik, ayran milli içki ilan edildi. Böylece bir neslin doğumundan mevcut varlığına ilişkin “milli” bir model üretilmeye çalışıldı. Her mahalleye imam hatip okulu şart koşuldu. Mahallelerin ayağa kalkması, öğrencilerin, ailelerin mağduriyeti yok sayıldı. Milli Eğitim sistemi bir gecede başka bir “milli” sisteme dönüştü. 4+4+4 sistemi toplumun her kesimini perişan etti. Ama umursayan olmadı diye düşünüldü.
AKP iktidara geldiğinden beri sistematik ve neoliberal bir kent politikası uygulamaya çalıştı. Zora girdiğinde ise bunu bir gecede çıkardığı yasalarla ve iş makinalarına eşlik eden polis gücüyle de olsa uygulamaya çalıştı.
Kentsel dönüşüm politikasını bütün gecekondu mahallelerini ayağa kaldırma, onları yerinden yurdundan etme pahasına uygulamaya çalıştı. “Benim halkım da saraya girecek” diyerek, bütün sarayları halka açtı ancak orada kendi “milli yaşam tarzını” inşa etti; lojmanları özelleştirerek meslek gruplarının kazanımlarını, sosyal mekanlarını yok etmeye girişti; tarım ve orman bakanlığı, kültür bakanlığının sosyal mekanlarını “cumhuriyet elitistleri”nin yeri olarak tanımlayarak özelleştirdi, deforme etti. Ülkenin son yeşil alanları olan bu mekanlar “halka açma” adıyla özelleştirildi. Kent içindeki bütün eğitim, sağlık ve kültür mekanlarının tarihsel mirası tek tek satıldı. Evet sadece satıldı.
Saraylar halka açılırken, Atatürk Kültür Merkezi (AKM) yıkılmak istendi. Bunun tarihsel ve politik anlamını AKP’nin kendi tabanı da diğer toplumsal kesimler de gereğince anladı. Yani mesaj alındı ama karşı duruşlar dikkate alınmadı.
Yıllardır gecekondu mahallelerinin sakinleri yıkımlar için örgütleniyor, bu yerinden etmelere karşı durmaya çalışıyor. Ancak karşılarında hep polis gücünü ve terörünü görüyorlar. AKM için, Emek sineması için İstanbul’un duyarlı bütün kesimleri, sokaklara döküldü. İktidar inatlaştı. Buraları yıkacağız dedi. Yöneticiler geçiştirdiğini düşündü.
Yetmedi…
Üçüncü köprü projesi bütün doğa tahribatına rağmen yapılmaya başladı. Yetmedi adını “Yavuz Sultan Selim” koydular. Bu ülkedeki Alevilere hakaret edercesine, onların varlığını, tarihini yok sayarak, ama olmadı. Alevileri sokağa döktüler. Öfkelerini arttırarak. Toplumun bütün kesimlerini öfkeye bilemek neye hizmet edecekti ki?
Bütün derelere, tarihsel ve doğal sit alanlarına TOKİ konutları ve AVM yapmanın sonu insan ölümlerine neden olsa da yola devam etmenin başarısı kimin içindi? Bunu bu halk hiç mi anlamadı, hiç mi evde, kahvede, işyerinde konuşmadı, tartışmadı?
Her direniş okul oldu
İstanbul’daki merkezi yerlerdeki kamusal mekanların ticarileşerek sadece yüksek gelirli bir orta sınıfa açılmasıyla, “kentli elitler”e yönelttiğiniz öfkeniz arasında ciddi bir tutarsızlığı anlamadık mı sanıyorsunuz? Sizin soylulaştırmanızla, başka bir parti iktidarının soylulaştırması aynı şekilde bizleri bu kentin bütün tarihi ve merkezi alanlarında yok sayıyordu.
Bu ülkenin bir ucundan öbür ucuna, gördüğünüz her dereye HES yapmanızı, burada yaşayanları polis şiddeti ile sindirmeye çalışmanızı, o derelerin yaşamsal önemini bilemeyiz sandınız. Her köylüden bir doğa uzmanı yarattınız. İnsanlar doğanın yaşam olduğunu, kent ile kırın önce orada yaşayanlara ait olduğunu öğrendi. Her direniş bir okuldu, bunu da görmediniz.
Kent hareketlerinin bileşenleri, mahalle dernekleri, ayrıca başta mimarlar odası, çevre mühendisleri odası, şehir plancıları odası gibi meslek odaları bu yıkım süreçlerinin takipçisi oldu. İlmek ilmek bu haksız yıkımları durdurmanın platformlarını ördüler. Bütün halka sabırla, inatla bu alanların önemini anlattılar.
Demek ki sarayları halka açmak, kenti halka açmak anlamına gelmiyormuş. Halk ise bunun farkını yorumlayabiliyormuş. Gördük!
Estetik ve otorite
Taksim gezi direnişi bir sahne, okul, adeta. Orayı farklı kesimlerin, grupların, bireylerin yaratıcı deneyimleri var ediyor. Otoritenin “steril meydan düzenlemesi” yerle bir olmuş durumda.
Her 1 Mayıs kutlamasında mücadele alanına dönüşen Taksim Meydanı, artık bir gün değil; kendi içinde gündelik yaşamın ihtiyaçlarını sağlayan ortamları ve yöntemleri de kurarak sürekli bir mücadele alanı olmuş durumda. Otoritenin estetiğinden eser yok.
Taksim meydanında hakkı olan herkes, solcusu, orta sınıfı, Kürdü, Alevisi, lümpeni, apaçisi, yazarı, oyuncusu herkes orada otoriter kent hayatının ahengini ve uyumunu bozarcasına varlık gösteriyor. Taksime talip olmak politik gündeme talip olmaktır. Artık başka bir ahenk ve uyum isteniyor. Herkes bunun farkına vardı. (BŞ/YY)
*Doç. Dr. Besime Şen, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimarlık Fak., Şehir ve Bölge Planlama Böl.