diyarbakır 5 no'lu cezaevi'nde 1980-84 arasında yaşananları ortaya koymak ve yüzleşmek için kurduğumuz "diyarbakır cezaevi gerçeğini araştırma ve adalet komisyonu" olarak elde ettiğimiz bilgileri ve bunların değerlendirmesini içeren raporları, söz konusu cezaevinde o dönemde işkence gören ve yaşamını yitirenlerin sorumlularına yönelik sürdürülen soruşturma çerçevesinde ilgili savcıya 1 mayıs'tan hemen sonra sunduk.
sürecin farklı yönlerden değerlendirmelerini içeren bu raporlardan sağlıkla ilgili olanını da, komisyonun çalışmalarına başından bu yana katılan birisi olarak ben düzenledim.
ekleriyle birlikte yaklaşık "kırk" sayfalık bu raporun giriş bölümü dahil büyük bir kısmında dile getirdiklerim bugün ve ülkenin her tarafındaki cezaevleri için geçerlidir.
cezaevinin gerçeği ve anlamı!
"modern "suç ve ceza" kavramı, "suçun şahsiliği"nden söz ederek suçu ve ona karşılık gelen cezayı "bireyselleştirir". "suçun şahsiliği" kavramı, toplumun bir arada olmasından ve düzeninden sorumlu olanların, yani erk sahiplerinin "suçla bağlantı"sının dolayısıyla sorumluluğunun gözden kaçırılması amacıyla gündeme getirilen bir yaklaşımdır.
çünkü hiçbir suç "bireysel" değildir ve olamaz. akıl sağlığı yerinde olan bir bireyin salt birey olmaktan kaynaklanan ve varolması ya da kendini gerçekleştirmesi amacıyla yaptığı hiç bir eylem, edim ve etkinliği doğrudan "suç" kapsamına sokulamaz. dolayısıyla "suç" sayılana karşılık olarak gündeme getirilen "ceza" da aslında hiçbir zaman "birey"sel değildir.
sistem kendi sorumluluğunu ve suçu yaratan, doğuran, ortaya çıkaran ya da yönlendiren durum ve koşulları, hapsetme yoluyla "suçlu"yu gözden uzak tutarak (bir anlamda yok ederek ya da görünmez kılarak) bunlardaki kendi sorumluluğunu örtmeye çalışır.
diğer yandan bu tutum suçlunun, yasanın o suç için tarif ettiği cezanın ötesinde, kişinin "başka ceza"lara maruz kalmasının da yolunu açar. toplumdaki suça ve suçluya dair oluşturduğu bilincin bir uzantısıyla ve bilinçli bir yönlendirme ya da güdüleme altında olan "ajanları/görevlileri" eliyle suçluyu bir kez daha cezalandırarak, olabildiğince onu kendisine tabi/bağımlı kılarak, kendi safına katmaya, bir "nitelik" değişimiyle "suçlu"dan, "işbirlikçi" yaratmaya çalışır.
bu gerçekleşene kadar da onu "ötekileştirir" ve toplumdan "yalıtır".
modern "ceza" kavramındaki "tretman" (tedavi-"iyi"leştirme) yaklaşımının özü budur.
bu tutum uygulamaya konulduğunda, içinde hiçbir şiddet öğesi taşımasa da, bu, aslında bireyin bedensel, ruhsal ve sosyal varlığına yönelik "ciddi ve önemli" bir saldırı, dolayısıyla bir travmadır.
her travma gibi bu da insan varlığını olumsuz etkiler ve onu gerçek anlamda "iyi olmak"tan çıkarır. böylelikle "suç ve ceza" kavramları aslında "erk"sel/toplumsal "iyi"liği sağlama adına "birey"sel/insani "iyi"liğin ortadan kaldırılması olarak anlaşılmalıdır.
böyle olunca suçun cezasının gerçekleştirildiği yerler yani cezaevleri de aslında birer "saldırı" ve dolayısıyla "travma merkezi"ne dönüşür. bundan yola çıkarak cezaevlerinin her durumda "sağlığı olumsuz etkileyen" birer mekana dönüştüğünü söyleyebiliriz.. en kurallara uygun ve "insani(?)" biçimlerde işletilende bile bu "travma etkisi" mutlaktır çıkanlarda bu travmanın izleri görülür.
bunun ötesinde bireye bu "tedavi sürecinde" dayatılan "gözden ırak tutma/yalıtma" cezası bu yerlerde yaşanan süre içinde ortaya çıkan olumsuzluklarla "katlanarak artıran" bir cezalandırmayı sağlar. "hücre cezaları" ve "tek kişilik odalarda" tutulma uygulaması bu "yalıtma"yı mutlak anlamda bir "tek başına" bırakmaya çevirir. bu koşulda ortaya çıkan hiçbir iletişimin kurulmayacak hale gelmesi, en ağır fiziksel şiddetten bile daha büyük bir travmatik etkiye yol açar. "görünmezlik" yokluğun ve yok edilmenin "ilk aşaması"dır.
suçlunun iyileştirilmesi için bu mekanın yani cezaevlerinin koşul ve olanakları (aslında "zorluk ve olanaksızlıkları")da aslında bu "tretman" sürecinin bilinçli seçilmiş araçlarıdır. yokluğu yoksunluklar çoğaltır ve mutlaklaştırır.
kişi bu araçlar sayesinde "uysal, uyumlu, boyun eğen, tabi olan" yani "iyi"leşen / tedavi olan bir "kul"a dönüşür. kötü pis mekanlar, havasız kapalı ortamlar, insani gereksinimlerin "en alt" düzeyde sunulması, çoğu zaman hiç sunulmaması, her türlü haktan yoksunluk, çeşitli biçimlerde gündeme gelen şiddet, insani olmayan ilişkiler, kimliği bir numaranın ya da sırta geçirilen bir giysinin içinde yok etmeye yönelik eylemlerin hepsi bireysel düzlemde "sağlıklılığı" ortadan kaldıran, başka bir deyişle "hasta"landıran ama erk açısından da bu sürecin istenen sonucu vermesini sağlayan, başka bir deyişle bireyi "mahkum"a dönüştüren unsurlardır.
diyarbakır cezaevi'nde 1980-84 arasında yapılan insanlık dışı muamele, işkence uygulamaları ise bunların üzerinde ve ötesinde "ikinci" değil belki "üçüncü, dördüncü kat" cezalandırmaya neden olan bir süreç olarak yaşanmıştır. (*)
burada her "mahkum" için olana ek olarak bir "birey" kimliğinin ötesinde "suçu etnik kimliğiyle özdeşleştiren", böylece varoluşa bağlayarak, kişinin kendi iradesinin dışına çıkaran bir "suç yaratma" ve bu durumun asla değişmeyeceği düşünülürse, asıl olarak onu "yok etme" ve sonuçta bir "kitle kıyımı"na ulaşan bir uygulama haline dönüştürülmüştür.
bu gerçeğin dışında aslında hiçbir "suç"un olmayışı, cezanın reddinden ve ona yönelik itirazdan kaynaklanan "isyan"ın doğurduğu tutum, davranışlarla ve kişilerin, isteyerek ya da istemeden kendilerine yaptıklarıyla birleşince, sağlıklılık halinin defalarca ortadan kaldırıldığı bir sonuca ulaşılmış olmaktadır.
diyarbakır cezaevinde bu dönemde tutulanların hemen hepsi için "fiziksel yok oluş", eğer bu sağlanamazsa, onları "manevi varlıkları"nı yok etmeye dayanan bir süreç gerçekleşmiştir.
tüm bu dönem içinde ortaya konulan bu insanlık dışı uygulamalar, bugün bile süren ve çeşitli sonuçlarıyla "baş etme"ye çalışılan ciddi ve büyük sağlık sorunları doğurmuştur.
en genel anlamda denilebilir ki, burada bulunan ve bu süreci yaşayan hiç kimsenin, ölenler dışında, şu anda "tam iyilik hali" içinde olduğundan yani "sağlıklılığı"ndan söz edilemez.
hekimler tanıya giderken sağlığın bozulmasının nedenlerini de ortaya koymak durumundadırlar, çünkü tedavinin bir bölümü o nedenlerin ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşecektir.
burada da "tam iyilik hali"ne yeniden ulaşabilmek için, ortaya çıkan sağlık sorunlarının ardındaki nedenin, mikroplar, bedenin sınırları, yetersizlikleri değil, bu cezaevinde yaşananlar ve bu yaşananlara neden olan bakış açısı ve ondan kaynaklanan kararlardır. çalışma sırasında ortaya çıkan sonuç en genel anlamıyla, bu çalışmaya katılanların istisnasız hepsinin "sağlıkları"nı yitirdikleri, bu yitirdiklerini kazanmalarının ise öncelikle ve özellikle bu sürecin tüm boyutlarıyla ortaya konulması ve onunla yüzleşilmesi olduğu gerçeğidir."
değişen bir şey yok, belki daha da vahim!
böyle başlayan bu raporun devamında fiziksel şiddet dışındaki kimi tutum ve davranışların orada bulunanlarda, dolayısıyla benzer koşullarda yaşayanlarda nelere yol açtığı ayrıntılarıyla anlatılmıştır.
orada insana, insan yaşamına ve insanın sağlıklılığına yönelik uygulamalar, bugün kimi cezaevlerinde aynı ölçekte yaşanan şiddet de dahil olmak üzere hemen hemen tüm boyutları ile aynı şekilde yaşanmaktadır. belki tek fark şimdi tutulanların bir bölümünün ait oldukları ya da içinde yer aldıkları, sınıf, kesim, katman, görev ve statüleri ile, daha önce diyarbakır'da yapılanlarla ilişkileridir.
yine de diyarbakır cezaevi'nin o dönemde silivri ve diğer f tip cezaevlerine göre "olumlu" anlamda bir üstünlüğü vardır: orada "mutlak" anlamda bir "bireysel tecrit", "hücre hapsi" genel olarak yaşanmamıştır. hücre hapsi cezalarında bile sayıları zaman zaman kırka varan tutuklu aynı yerde tutulmuştur. oysa bugün cezaevlerinin çoğunda kişiler sıklıkla "yalnız başlarına" tutulmaktadır. çünkü yukarıda da belirttiğim gibi "yalnızlaştırmanın" en büyük travma nedenlerinden ve yukarıda söz ettiğim "tretman" yöntemlerinden birisi olduğu kanıtlanmıştır.
kişiyi canlı iken yok etmenin yoludur bu "yalnızlaştırma".
basının silivri cezaevi ziyareti
geçen hafta içinde adalet ve sağlık bakanlarıyla birlikte silivri cezaevi'ni gezen, tek bir tutuklu ve hükümlüyle görüşüp konuşmadan mekanın gösterilen bölümlerine, duvarlara, mutfağına ve yemeklerine bakarak izlenimlerini yazan ve her şeyin neredeyse güllük gülistanlık olduğunu söyleyen, bir bölümü "cezaevi nedir" çok iyi bilen gazeteci ve yazarların yaptıklarını ve yazdıklarını kendilerinin değerlendirmeleri için eğer talep ederlerse bu raporu onlara da iletebilirim.
raporu okuduklarında göreceklerdir ki cezaevleri "sağlığı bozar ve yaşama koşul ve olanağını ortadan kaldırır". belki o zaman gördükleriyle, görmeleri gerekenler arasındaki farkı fark edebilirler.
çeşitli hukuk kurumlarının, tutuklu ve hükümlü yakınlarının ve avukatlarının verdikleri bilgilere göre duyurulan ve cezaevlerinde hastalıkları olan ve ölümün eşiğinde olan binin üzerinde insan vardır. hemen her gün tüm cezaevlerinden en az iki "ring" aracı hareket eder ve birisi mahkemeye yollanırken, diğeri de hastanelere gider.
tüm bunlar aslında medya aracılığıyla kamunun bilgisine sunulmaktadır. yaşanan kimi örnekleri ise gerek tutuklu ve hükümlü yakınları, gerekse avukatlar mahkemelerde açıkça dile getirmektedirler. bunlar da silivri'ye dair "olumlu düşüncesi olanlar"ın bilgisi dahilindedir.
günlük hasta ve hastalık yükü
son dönemde çıkarılan yasa nedeniyle yapılan tahliyelerin sayısı ne kadar bunu bilmiyorum ama yüz bine yakın insan halen cezaevlerinde bulunmaktadır. onların da bu "iyi" koşullara sahip oldukları için toplumla aynı oranda hastalandıklarını ve bir sağlık kuruluşuna başvurma gereksinimi duyduklarını kabul ettiğimizde tüm türkiye'de her iş günü en az "3.500" tutuklu ya da hükümlünün bir sağlık kurumuna ya da hekime başvurması gerektiğini kolaylıkla hesap edebiliriz. gerçek sayı nedir bunu bilmiyorum. ama bildiğim cezaevlerinde yaşanan sağlık sorunlarının, tanı tedavi hizmetlerine gerektiği gibi erişilemediğine dair bir çok örnek ve anlatımların olduğudur. eğer günlük toplam sayı bunun altındaysa, o zaman en azından sağlık olanakları ve hizmete erişim ve yararlanma açısından bakımından cezaevlerinin "sorunlu" olduğunu söyleyebiliriz. sayı daha çoksa raporda dile getirdiğim gibi cezaevlerinin en azından insan sağlığına olumsuz etkilerini bir kez daha kanıtlamış oluruz.
bu tahmin ve varsayımların ötesindeki "gerçekler" ise tutuklu ve hükümlülerle, yakınları ve avukatları tarafından ifade edilmektedir. buna göre cezaevlerinde hasta sayısı daha çoktur, hastaların daha ağırdır, sağlık kurumlarına erişim ve yararlanma olanağı ise düşüktür.
ara sıra kendisinden söz ettiğim, devrimci karargah davasından yargılanan ve hiç suçu yokken üç yılı aşkın süredir cezaevinde tutuklu bulunan necdet öztürk'ün ruhsal durumunun çok bozulduğunu ve geçen hafta sonu acil olarak bir "adli psikiyatri servisi"ne nakledilerek yatırıldığını öğrendim. cezaevine girdiği sırada "ruhsal olarak bir sağlıksızlığı" olmadığını yakından biliyorum. ama suçsuz olduğunu düşünen birisinin böyle bir "tretman"a boyun eğmesi söz konusu olamaz.
bu ise bir açmazdır ve diyarbakır cezaevinde bir çok örnekte olduğu gibi "insanlar cezaevlerinden sıklıkla bedenen sağlam çıksalar da en azından bir bölümünün ruhen sağlıklı olmadığı söylenebilir."
birisi kızım birisi de eski eşimin kız kardeşi olmak üzere başka örnekleri de çok yakından yaşadım, gördüm, dolayısıyla biliyorum. resmi olarak görevli olduğum dönemde tanık olduklarımı ise kurallara uygun davranma adına hiç eklemeksizin, bir "hekim ve sağlık/hasta hakları aktivisti" olarak birinci elden tanıklık edebilirim ki cezaevlerindeki bulunanların tümü "iyilik hali"nde değildir ve onların sağlıksızlık durumlarıyla onların bu durumlarının "iyileştirilmesi" için yapılması gerekip de yapılmayanlar da cezaevlerinin günümüzdeki gerçeğidir.
bunlar için yine de "yetmez" denilirse sizlere bu yazının yazılmasına da gerekçe olan ve cezaevinden çıkmış bir kişinin cezaevlerindeki sağlık durum, koşul ve olanaklarıyla ilgili olarak kendi yaşadığı ya da tanık olduklarından yola çıkarak anlattıklarını sizlerle paylaşabilirim:
kimi örnekler ve doğrudan tanıklıklar
* "uyuşturucu bağımlılarını yakalayıp ceza veriyorlar ve hiçbir yardım almadan orada bırakılıyorlar. çok zorlandıklarını ve eziyet çektiklerini söylemişlerdi."
* "depresyon tecrit ile gelen bir durum. kadın hapishanesinde 20-25 kadın bir arada birbirlerini yiyorlar ve bunalıma giriyorlar, saldıracak bir şey bulamayınca birbirleriyle kavga ediyorlar, hatta birbirlerinin üzerine kaynar su döküyorlar. karşılaştıklarımdan bazıları benim psikiyatriste gidebilmeleri konusunda yardımcı olmamı istemişlerdi. örneğin müdüriyete kendileriyle ilgili şikayet dilekçesi vermemi istemişlerdi. çünkü o zaman onların ifadesi alınıyor. ihtiyaç duydukları şey konuştuklarının birisi tarafından dinlenmesi. cezaevinde ruhsal sorunlar hemen herkes tarafından 'normal' sayılır. çünkü fiziki koşullar çok kötü olunca bu tür sorunlara pek önem verilmiyor."
* "sağlıkla ilgili tanı ve tedavi konusunda en basit olaylarda bile sorunlar yaşanıyor. bir ara haftada bir kadın doğum uzmanı gelmeye başladı, bu bizlerin arasında büyük bir sevinç yarattı. çünkü 'olağan dışı' bir durumdu."
* "hastane sevkleri inanılmaz kötü ve eziyetli. çünkü bunun için öncelikle ring aracı, sonra da yeterli personelin (asker) oması gerekiyor. bunlar bulunup da hastaneye ya da sağlık kurumuna ulaşıldığında da yeterli 'mesai saati' olması gerekli. çünkü adam başına bir asker verilmediğinden muayene olacak olan tutuklu ve hükümlüler, araçtan tek tek çıkarılıyor ve muayene yerine götürülüyor. farklı hekimlere muayene edilen çok olduğunda, boşuna gidilip dönüldüğü de oluyor."
* "dişetinde bir tümörü olan bir tutuklu orada olduğu sırada ameliyat oldu. bir yıl sonra nüksetti. tekrar dişçi için randevu talebinde bulundu ve ertesi yılın ekim ayına randevu verildi."
böbreğin ettiği ve açıkta kalçadan enjeksiyon
bunlar gözlemler bir de yaşanmışlıkla devam edelim:
* "böbreklerimden yakınmam vardı. doktor yeterince çalışmadığından kuşkulandı. ilaçlı böbrek filmi çekilmesi gerekti. zorlukla randevular, sevkler alındı. sonunda hastaneye gidebildim. bana bir ilaç verdiler ve sonra da 'su iç" deyip beklememi söylediler. cezaevinde kimsenin üzerinde para olmuyor. emanete alınıyor. cezaevi içindeki alışveriş, doğrudan hesaptan yapılıyor. hastaneye giderken de kimseye para verilmiyor. içmem gereken suyu alıp içemedim. görevli memurlar ve jandarmalar da dar gelirli insanlar. benimle giden komutana söyledim, o bana su alamayacağını söyledi. haklıydı, herkese bir şey alsa maaşı kalmaz. hastanede sebil yoktu. gel dedikleri zamanda doktora gittik 'su içtin mi' dedi içmediğimi söyledim . "git iç öyle gel" dedi geri yolladı. öğle arasında bir hemşire yardımcı oldu, orası yoğun bakımmış, sebil vardı. bir hemşire bir küçük pet şişe buldu gitti geldi doldurdu içtim. böylece içmem gereken suyu içtim. yapılması gereken inceleme, olması gerekenden 3 saat daha uzun sürdü."
* "bir gece böbrek ağrım tuttu. mecburen 112 acili çağırdılar. tutuklu ve hükümlülerin sağlık durumu çok kötü olduğunda da görevliler çok korkuyor; kimse kendi nöbetinde bir şey olmasını istemiyor. gelen acil sağlık ekibinin doktoru 'hastaneye sevk edilmesi zorunlu' dedi. nöbetçi komutan 'bu saatte olmaz' dedi . mecburen ağrı kesici yapmaya karar verdiler(?). cezaevinde 'mahkum kabul' diye bir kapı var. o kapının x-ray cihazının dışındaki bölümdeyim x-ray cihazının bu tarafında '1 metre' mesafede doktor odaları var. iğne yapacaklar ama asker sağlık ekibini geçirmedi. 'kabul yerinde bankın önünde yapılsın' dedi komutan, 'kameraların çekmesi gerekir' diye de ekledi. yaptırdım tabii ki! 3 er 1 komutan 3 infaz görevlisi eşliğinde ve kamera kayıt yaparken. sonra jandarma komutanlığına şikayet dilekçesi yazdım. gelen müfettiş 'görüntüleri izledim müdahale etmemişsiniz' dedi. ben de 'böbrek sancısı çekerken birileri size iğne yapmasın diye siz mücadele edersiniz benim popomun görünmesi ile bir derdim yok, sorunu anlamıyor musunuz' dedim. sonra konuştuk. mantıklı bir şikayet olduğu için sanırım ya da daha doğrusu haklıyken haksız duruma düşmediğim için. konuşunca ben de bunun jandarma ile ilgisi olmadığını cezaevi yönetiminin talimatı olduğunu (bana özel değil herkes için) öğrendim.
kısacası cezaevinde sağlığın ve sağlık hizmetinin 'hal-i pür melali' budur."
gerçekleri görebilmek!
bu gerçekleri görenler en azından bir olasılık olarak değerlendirenler var. diyarbakır cezaevi gerçeğini çok iyi bilenlerden birisi olan, chp milletvekili sayın sezgin tanrıkulu'nun 3 mayıs günü bakırköy cezaevindeki tutukluların sağlık sorunlarıyla doktor eksikliğini tbmm'nin gündemine taşımak için adalet bakanı sadullah ergin'in yanıtlamasını istediği sorular da bu gerçeğe dair tekil bir örnek ve küçük bir bölümüdür.
silivri cezaevinin için de bir de tam teşekkülü hastane bulunuyor. bir başka "yanlış" da budur:
çünkü "hiçbir etki altında kalmadan özgürce klinik ve etik karar verebilen hekim tarafından bakılabilme" hakkı hasta haklarının hekime yüklediği, aslında hekimin de hakkı olan bir görevdir.
bir cezaevi çatısı altındaki bir hastanede bir hekimin her hangi bir etki altında kalmadan, tamamıyla özgür ve bağımsız olarak hekimlik bilgi ve becerisini uygulayabilmesi mümkün değildir, olamaz. böyle bir ortamda bir süre sonra hekimler ve diğer sağlık personeli birer "gardiyan"a ya da tutum ve davranışları ile birer "mahkum"a dönüşür. sonuç "sağlıklı bir sağlık hizmetinin" olanaksızlığıdır.
tüm bunlar karşın cezaevlerinin "iyi", tutuklu ve hükümlülerinin de "memnun" olduğunu söylemek, eğer "embedded" değillerse hiçbir gazetecinin söyleyebileceği ya da yazabileceği, "gerçekleri" ve "doğru"ları ortaya koyan bir ifade biçimi değildir. "gerçekleri ve doğruları" söylemeyenler için kararı önce "medya", sonra da kamuoyu vermelidir!
cezaevleri 'yaşanılır' yerler olup olmadığını bilmek için "orada yatmak" gerekmez, bakmak ve görmek yeterlidir! (ms/hk)
(*) bu gün aynı tutumun ergenekon, devrimci karargah, kck, oda tv., tutuklu gazeteciler, vicdani ret davalarında yargılananlar için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür.