Tam on dört aydır Devrimci Karargâh davasının içindeyiz. Elimiz, yüzümüz, aklımız, ruhumuz Devrimci Karargâh oldu. İnsan bir örgütü tanımadan, fikrini bilmeden onunla ancak bu kadar "hemhal" olur.
Bir siyasi özne içine PKK, Hizbullah, Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele (JİTEM), Ergenekon, sol örgütler, örgütsüz sosyalistler ve Emniyet şefini alabilecek kadar geniş bir skalaya sahip olabilir mi?
Peki ya adaletin temsili olan yargı böylesi bir seyirlik komediyi sürdürebilir mi? Sürdürebilir. Nitekim öyle de oluyor. Sadece bizim muhatap alındığımız 3. Devrimci Karargah operasyonu değil, anladığımız kadarıyla Devrimci Karargah örgütüyle ilgili açılmış tüm davalarda benzer izleklere rastlamak mümkün:
Vatan Gazetesi çalışanlarından Aylin Duruoğlu, eski gümrük memuru Ergin Öncü, eski Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) üyesi Kemal Hamzaoğlu, eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) yöneticileri, Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) sözcüleri, Bilim ve Gelecek Dergisi Editörü Baha Okar, Red Dergisi yazarı Hakan Soytemiz...
Radikal sol bir örgüt nasıl oluyor da polisi, orduyu, sosyalistleri, hiçbir örgüte bağlı olmayan insanları, sağcısı solcusuyla farklı görüşlere sahip olan insanları bir araya getirebiliyor?
Siyasetin adaleti
Platon ortada adaletin olabilmesi için bir filozofun kral olması gerektiğini söyler. Ama bu krallığın felsefeye bağlı olarak hayatta kalmayacağını da bilerek...
Biz biliyoruz ki adalet artık hükümet edenin elinde siyasi bir düsturdur. Devrimci Karargah davası da bu düsturdan bağımsız ele alınmamalıdır. Artık bu davaya eklenmeye çalışılan insanların nasıl da uydurma delillerle sürece dâhil edildiklerinin üzerinde durmak istemiyorum. Bunları dillendirmekten aklımız ve ruhumuz paslandı, çünkü asılsız şeyleri dile getirmek aklın gerilemesine yol açıyor istemeden de olsa.
Yaşadığımız deneyimden hareketle adaletin Türkiye'deki resmini vermek istiyorum. Olması gerekenin değil, olanın resmini... Çünkü mevcut durumda olması gerekeni söylemek için önce olanın eleştirisini yapmak gerekiyor. Ya da tersinden, neyin olmadığını söylemek...
Bizim ilgilendiğimiz 3. Devrimci Karargâh operasyonunun üzerinden 14 ay geçti. Bu süre boyunca devlet tutuklanan sanıkları nereye koyacağını kestiremedi. Operasyona sonradan Avcı'yı da dâhil edip bir Ergenekon bağı tesis edileceği için önce Ergenekon Kampı olarak bilinen Silivri Cezaevi'ne, Avcı'yı da tutukladıktan sonra Avcı dışında kalan tutukluları yaklaşık altı ay sonra Tekirdağ F Tipi Cezaevi'ne, diğer adıyla "Sibirya Cezaevi"ne gönderdiler.
Kimin hangi cezaevine konulduğunun bile adaletin görüntüsü için önemli bir detay olduğunu düşünüyorum. Örgütü Ergenekon'a bağladıktan sonra, asıl olarak muhatap alındıkları şekliyle "hak ettikleri" yere, daha çok sol örgüt tutuklularının bulunduğu Tekirdağ'a gönderildiler (nasıl olsa Avcı bu dosyayla derdest edilmişti, "görev tamamdı"). Bildiğiniz gibi Silivri Cezaevi'nde Ergenekon ve Balyoz davası sanıkları bulunuyor.
Davanın ilk duruşmasında bütün itirazlara rağmen dosyanın diğer Devrimci Karargâh davalarının görüldüğü 9. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmesine karar verildi. 5,5 ay boyunca ilk duruşmayı bekleyen tutuklular, sorguları dahi alınmadan 10 ay sonra fiilen ilk duruşmalarına çıkartılmak üzere tekrar o netameli yere, F tipine gönderildiler.
İkinci duruşmada bizler bir tiyatroya tanık olduk. (Augusto) Boal'in tiyatrosundaki "seyirci oyuncular" gibi oldu tutuklu sanıklar...
Mahkeme heyeti bile yaşanan komedi karşısında kendilerini alıkoyamayarak zaman zaman kahkahalara eşlik etti. Tam hak yerini bulacak derken, yani özellikle bu davanın 3. operasyonuyla dosyaya tutturulmaya çalışılan insanların tamamının tahliyesini beklerken sekiz kişinin tahliye edilmesiyle buruk bir sevinç yaşadık.
Ölen öğretmeni "örgüt üyesi" oldu
14 ay sonra, 17 Kasım Perşembe günü davanın üçüncü duruşması gerçekleşti. Davanın sanıklarından Cemal Bozkurt bir Devrimci Karargahçı olarak Avcı ile yargılanmak istemediğini, onun bir işkenceci olduğunu belirtti.
Mahkeme "Devrimci Karargahçıyım" diyen Bozkurt'u ve ona katılan Fatih Aydın'ı duruşma dışı bırakarak davaya devam etti. Ardından Ulaş Erdoğan'ı...
Yani davayı başından beri üstlenen kişiler dava dışı bırakılarak, davaya asılsız iddialarla bağlanan insanların duruşması görüldü. Baha Okar, Semih Aydın, Tuncay Yılmaz, Hakan Soytemiz davada kendileriyle ilgili ortaya atılan iddialara hem kendileri hem de avukatları aracılığıyla yanıt verdiler.
* Okar, Kuzey Irak'ta olduğuna dair PKK itirafçısı Muharrem Adıyaman'ın tutarsız ifadesine kulak vermek yerine, daha evvel mahkemeye sunduğu ve o tarihlerde burada olduğunu ispatlayan belgelere, delillere, dinlenen tanıklara ve kendisinin ifadesine inanmasını istedi mahkemenin.
Adıyaman, polis sorgusunda "Baha Okar ve Semih Aydın'ı 15-20 kişilik bir grup içerisinde, hareket halindeyken uzaktan ve gece sadece bir kez gördüğünü" söylüyor zira.
Yine 11 yıl önce vefat eden Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) üyesi Fransızca öğretmenin örgüt üyesi yapıldığını, 14 aydır yok yere hiçbir bağının olmadığı bir örgüte bağlanmaya çalışılarak tutuklu bulunduğunu belirterek yaşanan adaletsizliğe son verilmesini istedi.
* Aydın, Adıyaman adlı itirafçının kendisini Kuzey Irak'ta gördüğünü söylediği 2005-2008 yılları arasında Bursa'da adına açılmış olan adli davanın takipçisi olduğunu, mahkemenin tasdiklediği duruşma zabıtlarıyla ispatladı. Ve bu belgeler avukatı tarafından mahkemeye sunuldu. Ayrıca ilaveten banka dökümler vb. belgeler de eklenerek...
* Maydanoz Kafe mağduru Yılmaz, bu davaya kendisi gibi alakasız bir şekilde bağlanan SDP yöneticilerinin ve TÖP sözcülerinin bir önceki duruşmada tahliye edildiklerini, kendisinin de 1996'dan bu yana TÖP sözcülüğü yaptığını, Öcalan'ın Çatı Partisini dillendirdiği 2010 tarihinden çok önce, 2008'de Çatı partisi fikrini ortaya attıklarını belirtti.
Devrimci Karargah örgütüyle bağının olmadığını, öncü savaşı dışında bir anlayışlarının olduğunu, işçi sınıfını temsilen siyaset yaptığını belirterek, haksızlığa son verilmesini istedi.
* Soytemiz, kendisiyle Devrimci Karargah davasından yargılanan Erdoğan'la bağının olduğuna dair iddiayı reddetti. Nitekim bir önceki celsede Erdoğan, Soytemiz'i ilk kez mahkemede gördüğünü söylemişti. Ayrıca Devrimci Karargah ile fiziksel olarak temasta olduğu iddia edilen tarihlerde cezaevinde olduğunu, bunun belgesinin de bir önceki duruşma mahkemeye sunulduğunu belirterek tahliyesini talep etti.
Bizler en azından yukarıdaki tutukluların tahliyesini beklerken, mahkeme kimi oyalayıcı ara kararlarla duruşmayı 6 Şubat 2012 tarihine attı. Belli ki Avcı'nın bu dosyada kalmasına ihtiyaçları var ve belli ki bu nedenle komployla bu dosyaya yamanmaya çalışılan insanların tutukluluklarına da...
Mahkeme sadece sanıkların sözlerine inanarak elbette adaleti tesis ettiğini düşünmüyor olabilir. Ama ortaya atılan asılsız iddialar, resmi belgeler ve tanıklıklar aracılığıyla da çürütülüyorsa, ortadaki açık haksızlığa son vermek için de adaletin, eşitlikçiliğin takipçiliğini, yürütücülüğünü yapmak zorundadır.
Bir polis müdürünü cezalandırmak için düzenlenen tertibe haksızlıkla eklenen insanların özgürlüklerini askıya almasının hiçbir tutarlı açıklaması yoktur. Zira kişilerin özgürlüklerini korumak adaletin hedefi değil, aksiyomu olmalıdır.
Ve bizler, bu haksızlığı "sözüm ona dışarıda yaşayanlar" olarak artık sadece Baha'ya, Semih'e, Hakan'a, Tuncay'a özgürlük istemiyoruz, onların özgürlüklerini ellerine almalarının tarihi sorumluğunun ezilenlerden yana olan herkesin omuzlarında olduğunu belirtmek istiyoruz.
Çünkü haksızlıkla cezaevine kapatılan insanların başına bunlar gelebiliyorsa, yarın bilmem hangi örgütün üyesinin yanından geçtiğiniz için, bir örgüt evinde taşınır bir belgede, bir kimlik fotokopisinde (üstelik örgütle uzaktan yakından ilgisi olmayan birinin kimlik fotokopisinde), bir kitapta bıraktığınız parmak izi için sizlerin de, bizlerin de özgürlüklerine el konulabilir.
Öyle ya hepinizin yolu öyle ya da böyle kitapçılara, sahafa, fotokopicilere düşüyor. İnsan olmanın ereği gereği, birbirimize ve özgürlüğümüze sahip çıkmalıyız. (SO/AS)
* Suzan Y. Okar, Devrimci Karargah davasında tutuklu yargılanan, Bilim ve Gelecek Dergisi Editörü Baha Okar'ın eşi.