Hükümet üyelerinden bazılarının "12 Eylül'de demokratik bir anayasamız olacak", "12 Eylül Anayasası'ndan kurtuluyoruz" gibi çıkışları referandum sonuçlarını olumsuz etkiler. Söz konusu kısmi anayasa değişikliği ile başta Kürt sorunu olmak üzere hiçbir önemli sorunumuzu çözecek bir sonuca ulaşmayacağız. Askeri vesayetin tüm kurumları yerinde durmaktadır. Bu değişiklikler yetersiz, kısmi bir demokratikleşmeyi sağlıyor. Belki yeni bir sivil anayasa yapma cesaretini veriyor, bunun yolunu açıyor. Bu nedenle hükümetin referandum sürecinde seçim sonrası yeni bir sivil anayasa vaadinde bulunarak kısmi değişiklikler için destek istemesi gerekir. AKP, bu sözü vermeyip kısmi anayasa değişiklikleri ile yetineceği izlenimini verirse inandırıcılığını yitirir ve anayasa değişiklikleri referandumda yeterli oyu almayabilir. Bu nedenlerle "neden yetmez?" ve "neden evet?" sorularını ayrı ayrı cevaplandırmak gerekir.
Neden yetmez?
1) Sivil bir anayasa ihtiyacı
Bir anayasanın gerçekten demokratik ve kalıcı nitelikli olabilmesi yapılma yöntemiyle sıkı sıkıya ilgilidir. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde toplumun barış içinde, hukuk güvenliği altında ve özgürce yaşamalarını sağlayan temel ilkeleri ortaya koyan anayasa meselesi çoktan çözülmüş ve aşılmıştır. Türkiye'nin halen demokrasi, özgürlük, çoğulculuk, katılımcılık, hukuk güvenliği konularında toplumsal bir mutabakatla belirlenecek ilkeler temelinde sivil bir anayasa oluşturamamış olması hazin bir durumdur. Defalarca değiştirilmiş ve yine değişecek olan darbe ürünü bir anayasanın yamalı bohça haline geldiğini ve bir ucubeye dönüştüğünü görüyoruz. Tekçi felsefesi başlangıç metninde ve içeriğinde aynen korunan, çoğulculuğa, özgürlüğe, yargılama birliği ve tabii hakim ilkelerine yer vermeyen, vesayet kurumlarını barındıran ve özgürlükleri soyut ölçütlerle kullanılamaz hale getiren bu anayasadan kurtulmak gerekmektedir. Aşağıda örnek olarak sunulan ilkeler temelinde bir mutabakata gitmek mümkün olabilir.
a-) Anayasa askeri vesayete olanak sağlayan kurumları barındırmaz. Askeri bürokrasi sivil otoritenin emrinde olup, ordunun görevi dış güvenliğin sağlanmasıdır.
b-) Hakim bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesi, tabii hakim ilkesi ve yargılama birliği ilkesi adil yargılanma hakkının asli unsurlarıdır. (Böylece çift başlı yargı sorunu çözülmüş olur.)
c-) İnsanlar özgür doğarlar. İktidarın ve devlet kurumlarının görevi insan hak ve özgürlüklerinin kullanılmasını sağlamak ve hukuk güvenliğini garanti etmektir. Hak ve özgürlükler düzenlendikten sonra, bu hak ve özgürlükleri kullanılamaz hale getiren istisnalara ve sınırlamalara yer verilemez. Hak ve özgürlükler uluslararası sözleşmeler ve AİHM kararları ışığında yorumlanır.
ç-) İfade özgürlüğü ancak ırkçılık, şiddete teşvik ve tahrik oluşturma nedenleriyle sınırlanabilir.
d-) Anayasa, Türkiye coğrafyasında yaşayan insanların ve halkların haklarını, kültürlerini, geleneklerini ve dillerini korumayı ve hukuk güvenliğini garanti eder. (Farklılıklarımızla birlikte bir arada barış ve özgürlük içinde yaşamayı sağlar, çoğulculuğu güvence altına alır.)
e-) Tek ve bölünmez bir bütün olan demokratik Cumhuriyet, yerel özerklikleri yerinden yönetimin güçlendirilmesine yönelik olarak ve bölgeleri dikkate alarak tanır ve gerçekleştirilmesini kolaylaştırır. (Kürt sorununun çözümüne açılım sağlamak açısından önemli. Ayrıca merkezin ve yerelin yetkileri tek tek anayasada gösterilir.)
f-) Devlet, bireyin ve toplumun tüm kesimlerinin hak ve özgürlüklerini korumak ve kullanılmasını sağlamak, bireyin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmek ve yoksulluğu aşmak için hukuk içinde hareket etmek üzere oluşturulmuş, ideolojisi bulunmayan bir aygıttır.
g-) Güvenlik sektörünün (ordu, polis, jandarma, MİT) güvenlik harcamaları ve faaliyetlerinin denetimi, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin hazırlanması ve denetlenmesi Parlamento'nun denetimi ve gözetimi altındadır.
Yukarıda belirtilen ve örnek olarak sunulan ilkeler düzeyinde bir toplumsal mutabakat sağlanması ve yeni anayasanın sivil bir süreçle inşa edilmesi, bu anayasanın ilke ve amaçlarının gerçekleştirilmesi ve halk tarafından sahiplenilmesi açısından önemlidir.
2- Farklı etnik, dinsel ve mezhepsel grupların ihtiyaçları
Tek millet söylemi milletin aynı dil, din, mezhep, ırk, kültür özellikleri gösterdiği ülkelerde sorun yaratmayabilir, ancak birden çok dil, din, mezhep, ırk, kültür çeşitliliğine sahip bir ülkede devlet bu siyasi birliği oluşturan unsurlara karşı eşit davranmak, eşit mesafede durmak zorundadır. Bu nedenle tarafsız olması gereken devlet çoğunlukta da olsa bir etnik topluluğu, belli mezhep sahiplerini ön plana alan, kayıran politikalar izleyemez. İşte farklılıkları barındıran bir ülkede hakem olması gereken devletin merkezi de teknik bir merkez haline gelmiştir.
Avrupa, federal örnekler yanında (Almanya, Belçika gibi) bölgesel devletler yapılanmasıyla bunu sağlamıştır. Üniter devlet olan bölgesel devletlerde de siyasal iktidar tektir. Siyasal planda birliği sağlama amacı tüm bölgesel devletler için temel olup, devlet olmanın hedefinde bu vardır. Ancak siyasi birlik çok değişik tekniklerle sağlanmıştır. Tüm bölgesel devletlerin anayasalarında devletin tekliği ve bölünmezliği belirtilmiştir. Bölgesel devletlerden İspanya'da 1978 anayasası ile geniş bir toplumsal mutabakat sağlamaya dayalı özerklikler tanınmıştır. Anayasanın girişinde bütün İspanyolların ve İspanya halklarının insan haklarını, kültürlerini, geleneklerini ve dillerini koruma amaç edinilmiştir. Anayasanın 2. maddesinde ulusal birlik ve ülkenin bölünmezliği belirtildikten sonra bölge ve milliyetlerin özerklik hakkı tanınmış ve aralarındaki dayanışma ve işbirliği garanti edilmiştir. İspanya'da 17 özerk bölge ve iki özerk kent bulunmaktadır. (Çoklu İspanya) Anayasa milliyetlere de özerklik tanımaktadır. (Katalonya, Bask ülkesi, Galisya) İspanya'da özerk topluluklar Almanya'nın federe devletlerinden daha geniş bir yasama yetkisine sahiptirler. Yine İspanyol anayasası ifade özgürlüğü alanını genişleterek ayrılıkçılığı savunan parti ve derneklerin kurulmasına imkân tanımıştır.
İspanyol anayasasına göre ortak tarihsel, kültürel ve ekonomik özelliklere sahip, komşu iller, adalar ve tarihsel bölgesel varlığı olan iller özerk topluluk oluşturabilirler. Her bölgenin parlamentosu ve hükümeti bulunmaktadır. Ancak yargı birliği ilkesi uyarınca bölgelere yargı yetkisi tanınmamıştır. İtalya'da 20 özerk bölge vardır. İtalyan anayasası 5. maddede tek ve bölünmez cumhuriyetin yerel özerklikleri tanıdığını ve gerçekleştirilmelerini kolaylaştıracağını belirtir. İtalyan özerk bölgeleri daha çok yerinden yönetimin güçlendirilmesine yönelik olarak belirlenmiştir. İtalyan dili cumhuriyetin resmi dili olarak kabul edilmiş ancak 6. maddede dil açısından mevcut azınlıkların özel önlemlerle korunacağı garantisi verilmiştir. İtalya'da da her bölgenin parlamentosu ve hükümeti bulunmaktadır. Her iki devlet de üniter devlettir. Bu bölgelerin anlamı belirli bir coğrafya parçasında yaşayan ulusaltı bir halkın siyasal varlığının ve yaşadığı coğrafi sınırların tanınması ve bir kısım siyasi ve idari yetkilerin bu bölgeye aktarılmasıdır.
Her iki ülkenin anayasası da bölgelere mali özerklik tanımaktadır. Ayrıca bölgelere kolluk gücü kurma yetkisi de verilmiştir. Anayasa özerk bölgeleri kentleşme, konut planlaması, bölgesel ulaşım, tarım, ormancılık, balıkçılık, bölgesel ekonomik kalkınma, yerel fuarlar, sağlık konularında yetkili kılmıştır. Savunma, ordu, yargı, dış politika, vatandaşlık, gümrük rejimi, devlet maliyesi, sosyal güvenlik, öğretime ilişkin temel normlar gibi konularda merkezi devlet yetkilidir. Bunun dışında devletin özerk bölgeler üzerinde yargı denetimi dışında da denetim yöntemleri bulunmaktadır. Bu nedenle bölgeli devlette yine de siyasal merkeziyetçilik belirgindir. Özerklik sadece farklılıkların yarattığı çatışma ve gerilimlerin yönetilmesinde barış içinde birlikte yaşamayı sağlayan bir seçenek sunmaktadır.
Ayrıca laik olan ve toplumu demokrasi-hukuk kuralları içinde özgürce yaşatmaya çalışan rejimlerde Diyanet İşleri Başkanlığı gibi nev'i şahsına münhasır bir kurum bulunmamaktadır. Bu yapılanma insan hak ve özgürlüklerine, vicdan, din, inanç özgürlüğüne, laikliğe, demokrasiye, eşitliğe ve adalete aykırıdır. Bu kurumun Sünni, Alevi, inançsız ve Müslüman olmayan tüm yurttaşların vergilerinden pay alarak çoğunlukta oldukları için sadece Sünnilere hizmet vermesi hukuka, adalete, ahlaka ve vicdana aykırıdır. Bunun dışında bir dinin veya mezhebin resmileşmesi onun donmasına ve başka ideolojilerin aracı durumuna düşmesine neden olur. Devlet her dine ve mezhebe karşı eşit mesafede durarak, dini yaşamı sivil topluma, cemaatlere bırakmalıdır. Her kesim kendi ibadethanesinin inşasını ve bakımını üstlenmeli, kendi din adamını istihdam etmelidir. Sivil toplum kendi din ihtiyacının bedelini karşılayabilecek güç ve inançtadır. Tıpkı askeri vesayet altında bir demokrasi olamayacağı, hukuk devleti gerçekleşemeyeceği ve ifade özgürlüğü sağlanamayacağı gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun bulunduğu yerde din ve vicdan özgürlüğü ve laik devlet sağlanamaz. Toplumdaki tüm din, mezhep ve inanç sahipleri bu alandaki ibadet yeri, din adamı, din eğitimi ihtiyaçlarını kendileri karşılamalı, bu konuda herhangi bir engel ve kısıtlamayla karşılaşmamalıdırlar. Ayrıca hiçbir kesim devlet tarafından kayırılmamalıdır. Din kültürü ve ahlak öğretimi zorunlu ders olmaktan çıkarılmalıdır.
3-) Hukuk güvenliği ve adil yargılanma ihtiyacı
Referanduma götürülen kısmi anayasa metninde mevcut askeri yargıyla ilgili değişikliklerin, yargılama birliği ve tabii hakim ilkeleri doğrultusunda tam bir sivilleştirme-demokratikleştirmeden çok askeri yargı alanını bir ölçüde daraltarak bir sıkışıklığı gidermek amacıyla öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Askeri mahkemelerin görevlerini belirleyen 145. maddede öngörülen değişiklikle sadece askeri mahal ölçütü kaldırılarak askeri mahkemelerin görev alanı asgari ölçüde sınırlandırılmıştır. Askeri mahkemelerin görev alanını belirleyen askeri suç ölçütü, askerlerin askerler aleyhine suç işlemesi ölçütü, askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili suç ölçütü aynen korunarak yargılama birliği ve tabii hakim ilkeleri göz ardı edilmiş, adil yargılanma hakkı sağlanamamıştır. Yapılması gereken, askeri mahkemelerin ve disiplin mahkemelerinin anayasal organ olmaktan çıkarılması, dolayısıyla 145. maddenin tamamen kaldırılması ve askeri mahkemelerin yetki alanının sadece askeri disiplin suçlarıyla sınırlı tutulmasıydı. Askeri suçlarda temyiz incelemesi yapan Askeri Yargıtay (md. 156) ve idari yargıda görev yapan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (md. 157) korunmuştur. Söz konusu iki mahkemenin de yargılama birliği ilkesi ve adil yargılanma hakkı bakımından kaldırılması gerekmekteydi. Böylece çift başlı yargı korunmuştur. Milli Güvenlik Kurulu'nun da Anayasa'da korunmasıyla birlikte askeri bürokrasi, ceza ve idare hukuku alanlarını da kapsayan yetkileriyle birlikte kurumsal etkinliğini devam ettirmeyi bilmiştir.
Anayasa'daki kanuni hakim güvencesi tabii hakim güvencesine dönüştürülmemiştir. Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri, Terörle Mücadele Kanunu ve çift başlı yargının anayasal dayanağı yerini korumuştur.
Neden evet?
1-) Değişim ihtiyacı
Bürokratik vesayet tüm ağırlığıyla ve ideolojik aygıtlarıyla demokratikleşmeye karşı iktidarını ve imtiyazını kaybetmemek üzere direnmektedir.
CHP, tarihsel olarak bu vesayetin bir uzantısı olarak işlev görmekte, vesayet kurumlarının kırmızı çizgileri içinde hamleler yapabilmektedir. Bu nedenle CHP, ideolojisi itibarıyla marjinal bir parti olmasına rağmen yüzde 20-25'lik tabanını demokrasi bilinci açısından marjinalleşmiş bir kesim oluşturması sonucu sol yelpazeyi işgal etmektedir. Bu kesim kendi güvencesini hukuk ve demokrasi kavramlarından çok CHP üzerindeki vesayet kurumunda görmekte ve demokratikleşmeye doğru en ufak bir adımı AKP üzerinden okuyarak kendi varlığına ve yaşam biçimine yönelmiş bir tehdit saymaktadır.
MHP'nin yurtseverlik olarak algılanabilecek liberal bir milliyetçilik yerine tarihsel olarak devletin ve vesayetin aracı bir milliyetçilik politikası izlemesi hem kendi tabanını istikrarsızlaştırmakta hem de rejime büyük zarar vermektedir. Devlet, cumhuriyetin başlarında milliyetçiliği modernleşmenin bir aracı olarak kullanmış, daha sonra milliyetçi kesimin güçlenmesini engellemiş, zaman zaman faşizan bir rejimin aracı olarak muhaliflere ve solculara karşı kullanmış, daha sonra işkenceden geçirerek cezalandırmıştır. Devlet tarafından hoyratça kullanılan bu ideolojinin MHP yönetimi tarafından halen vesayet kurumuna kullandırılması tarihsel bir hatadır.
CHP ve MHP'nin vesayetin araçları haline gelip kendi kendilerini siyasetsizleştirmeleri ve vesayet kurumuna eklemlenmeleri sonucu AKP hem bürokratik kurumların hem de siyasi kurumların baskısı altına girmekte, yalpalamakta ve can havliyle ataklar yapmaktadır. AKP'nin hakiki bir demokrasi istemeyen bu kesime karşı şansı Türkiye'nin ve dünyanın önlenemez bir değişim sürecine girmesidir. Bu tarihsel bir fırsattır ve AKP bu fırsatı ve şansı algılayabilen tek parti olarak gözükmektedir. Becerisi veya beceriksizliği Türkiye'nin de kaderini belirleyecektir. Türkiye'de yaşanan krizin AKP'nin geçmişiyle ilgisi bulunmamaktadır.
Vesayet rejimini ortadan kaldırmayı ve hakiki bir demokrasiyi inşa etmek isteyen mesela laiklik hassasiyeti ön planda olan hakiki bir sosyal demokrat parti olsaydı vesayet kurumu ve uzantıları aynı mücadeleyi bu partiye karşı şeriat gerekçesiyle değil, bölücülük gerekçesiyle verecekti. Meselenin AKP meselesi olmadığı, hakiki bir demokrasiyi engelleyen vesayet kurumunun mevzi ve iktidar kaybetme meselesi olduğu anlaşılmalı, sivil olarak gözüken gazeteci, yazar, akademisyen ve işadamlarının vesayet kurumunun ideolojik aygıtı olarak ortaya koydukları görüşlere itibar edilmemelidir. Mesela TÜSİAD'ın bu tabloyu analiz edememesi ve vesayet kurumuna göz kırpması Türkiye'de gerçek bir burjuvazinin bulunmadığını göstermektedir.
Kuşkusuz AKP'nin bu konumu tek başına yapılan kısmi anayasa değişikliklerinin demokratik açıdan doğru olduğunu göstermez. Ancak bu analiz "AKP iyi bir şey yapamaz" diyenler için yapılmıştır. Şimdi 'Kısmi anayasa değişiklikleri demokratikleşmeye katkı sağlıyor mu?' sorusuna yanıt arayalım.
2-) Değişiklik paketinin analizi
a) Anayasa'nın 10. maddesine bir fıkra eklenerek bu düzenlemede çocuklar, yaşlılar ve özürlüler ile harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı belirtilmiştir. Bu düzenlemenin sosyal hukuk devleti olma bakımından yüksek bir standart getirdiği açıktır.
b) Anayasa'nın 20. maddesine bir fıkra eklenerek bu düzenlemede herkesin kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu, bu hakkın kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini isteme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsadığı belirtilmiştir. Bu düzenlemenin kişinin hukuk güvenliği, kişi dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği ve adil yargılanma hakkı bakımından demokratik bir standart getirdiği açıktır. Böylece yurttaşları düşünceleri ve inançları nedeniyle fişlemek anayasa ve hukuk dışılığa itilmektedir.
c) Anayasa'nın 23. maddesinde değişiklik yapılarak yurttaşın, yurtdışına çıkma hürriyetinin ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle ve hakim kararına bağlı olarak sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Böylece yurttaşların bazı yükümlülükleri yerine getirememeleri nedeniyle idari birimlerce seyahat özgürlüklerinin kısıtlanmasının önüne geçilmiş, böyle bir sınırlamanın ancak bir yargısal süreçte ve hakim kararıyla yapılmasıyla bir özgürlüğün özüne dokunan sınırlama ortadan kaldırılmıştır.
ç) Anayasa'nın 41. maddesinde değişiklik yapılarak çocukların aileyle ilişkileri bağlamındaki hakları belirtilmiş, devlete çocukları her türlü istismara karşı koruma görevi verilmiştir. Böylece sosyal devlete toplumun geleceği bakımından önemli bir görev verilmiştir.
d) Anayasa'nın 51. maddesinin son fıkrası kaldırılarak bir kişinin aynı zamanda ve aynı işkolunda birden çok sendikaya üye olabilmesinin yolu açılmıştır. Çalışanların sendikal özgürlükleri önündeki bir yasak kaldırılmıştır.
e) Anayasa'nın 53. maddesinde değişiklik yapılarak memurlara ve kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı tanınmıştır. Uyuşmazlık halinde Hakem Kurulu'nun kararlarına kesinlik kazandırılmış, hükümet son karar mercii olmaktan çıkarılmış böylece kurulun tespit ettiği artışları hükümetin düşürmesi imkânı kalmamıştır. Ayrıca toplu sözleşme hükümlerinin emeklilere yansıtılması anayasal güvence altına alınmıştır. Ancak grev hakkının tanınmamış olması "yetmez" demeyi gerektirmektedir. Yine 129. maddede yapılan değişiklikle memurlar ve diğer kamu görevlileri bakımından yargı yolu kapalı tutulan uyarma ve kınama disiplin cezalarına karşı da yargı yolu açılmıştır.
f) Anayasa'nın 54. maddesinin 3. ve 7. fıkraları kaldırılmıştır.
Böylece grev sırasında işçinin verdiği zarardan sendika sorumlu
olmayacaktır. Yine siyasi amaçlı grev, dayanışma grevi, genel grev, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişlere ilişkin yasaklar kaldırılmıştır.
g) Anayasa'nın 74. maddesinde değişiklik yapılarak kamu denetçiliği (ombudsmanlık) kurumu getirilmiştir. Ombudsman, Parlamento tarafından halkın şikâyetlerini dinleyip, çözümlere ulaştırmak üzere seçilmiş olan kişidir. Ombudsman kamu hizmetlerinin yürütülüşündeki adaletsizlikler hakkında, konudan etkilenenlerden şikâyetleri almak, bu konularda araştırmalar yapmak ve sorunları çözmekle görevlendirilmiş, bağımsız bir kamu otoritesidir. Bu kurum yargının yükünü hafifleteceği gibi, yurttaşın bazı hak taleplerinin karşılığını yargıya başvurmadan daha çabuk ve maliyetsiz almasını da sağlayacaktır.
h) Anayasa'nın 125. maddesinde değişiklik yapılarak YAŞ'ın her türlü ihraç kararlarına karşı yargı yolu açılmıştır. Bu önemli bir değişikliktir. Ancak terfi ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma işlemlerinin istisna edilmesi "yetmez" demeyi gerektirmektedir. Bunun dışında daha önce ihraç edilmiş olanlara manevi bir giderim sağlayacak geçici bir maddeyle yargıya başvurma hakkı tanınmamış olması adil olmamıştır.
ı) Anayasa'nın 145. maddesinde değişiklik yapılarak askeri mahkemelerin 4 ölçütten oluşan görev alanı "askeri mahal ölçütü" kaldırılarak nispeten daraltılmış, bunun yanında devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davaların her halde adliye mahkemelerinde görüleceği belirtilerek darbeye teşebbüs suçlarının her durumda sivil mahkemelerde görülmesi sağlanmıştır. Aynı madde içinde askeri mahkemelerin savaş hali hariç sıkıyönetim dönemlerindeki yetkilerine son verilmiştir. Yine aynı maddede savaş hali haricinde, asker olmayan kişilerin askeri mahkemelerde yargılanamayacağı düzenlemesi getirilerek sivillere bu anlamda tam bir güvence sağlanmıştır. Sivillere tanınan bu güvencenin ileri düzeyde bir demokratik standart olduğu açıktır. Sadece bu değişiklik bile kendisini sivil sayanlar bakımından evet demeyi gerektiren bir gelişmedir. 12 Eylül askeri mahkemelerinin yargılanan siviller bakımından ne anlama geldiği bilinmektedir. Maddede son olarak askeri yargı organlarının kuruluş ve işleyişi ve askeri hakimlerin özlük işlerinde hakim bağımsızlığı ve teminatı ilkeleri yanında yer alan "askerlik hizmetinin gerekleri" kriteri kaldırılmış, askeri hakimlerin yargı hizmeti dışındaki askeri hizmetler yönünden komutanlık ile ilişkilerinin kanunla düzenlenmesine ilişkin düzenleme de maddeden çıkarılmıştır. Bu maddede öngörülen değişikliklerden anlaşıldığı gibi hem askeri mahkemelerin görev alanı bir ölçüde daraltılmış, hem darbeye teşebbüs suçları sivil yargı alanına alınmış, bir yandan sivillere kesin bir anayasal güvence getirilirken bir yandan da askeri yargı organlarının kuruluş ve işleyişleri ve askeri hakimlerin özlük işleri bakımından askeri hizmetin gerekleri ölçütü kaldırılarak askeri hakimler, subay statüsünün getirdiği güvencesizliklerin dışına çıkarılmıştır. Bu maddedeki değişiklikler demokratikleşme açısından çok önemlidir.
i) Anayasa'nın 146. maddesi değiştirilerek Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı 11 asıl 4 yedek üyeden 17 asıl üyeye çıkarılmıştır. TBMM'ye 3 üyeyi, cumhurbaşkanına ise 4 üyeyi doğrudan seçme imkânı tanınmış. Cumhurbaşkanına ayrıca Yargıtay'dan 3, Danıştay'dan 2, Askeri Yargıtay'dan 1, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nden 1, YÖK'ten 3 üyeyi söz konusu kurumların seçeceği üç misli aday içinden seçme imkânı tanınmıştır. Böylece Anayasa Mahkemesi'nin yapısının yetersiz olsa da demokratikleştirilmesi öngörülmüştür. Demokratikleştirme açısından cumhurbaşkanına doğrudan 4 üye seçme hakkının TBMM'ye verilmesi daha uygun olacaktı.
j) Anayasa'nın 147. maddesinde yapılan değişiklikle Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süresi 12 yıl ile sınırlandırılmıştır. Böylece bu görevde 20-25 yıl süreli kalmanın önüne geçilerek mahkemenin hukukun gelişim sürecinden kopmaması sağlanmıştır.
k) Anayasa'nın 148. maddesinin 1. fıkrasının 1. cümlesinin sonuna getirilen bir ekle yurttaşların Anayasa Mahkemesi'ne doğrudan bireysel başvuruda bulunması imkânı sağlanmıştır. Böylece her yurttaş güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği kanaatine varırsa iç olağan kanun yollarını tüketmek koşuluyla Anayasa Mahkemesi'ne başvurabilecektir. Bu düzenleme yurttaş bakımından önemli bir hak arama imkânı getirmektedir. Ayrıca buna bağlı olarak yurttaşlar tarafından AİHM'de dava açma sayısının da azalacağı açıktır. Bu maddede ayrıca Anayasa Mahkemesi'nin Yüce Divan sıfatıyla vereceği kararlara karşı Genel Kurul'a yeniden inceleme başvurusu yapılması imkânı getirilmiştir. Bunun dışında ek bir fıkrayla Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan'da yargılanmaları sağlanmıştır. l) Anayasa'nın 159. maddesinde değişiklik yapılarak HSYK'nın üye sayısı 7 asıl, 5 yedek üyeden 22 asıl, 12 yedek üyeye çıkarılmıştır. Böylece 7 asıl üyeyle uygulamada ise 5 asıl üyeyle kapalı devre çalışan bir yapıdan daha demokratik bir yapıya geçilmesi öngörülmüştür. Adalet bakanı başkan, müsteşarı üye olarak muhafaza edilmiş, cumhurbaşkanına doğrudan 4 asıl üye seçme imkânı verilmiştir. Yargıtay'a doğrudan 3 asıl, 3 yedek, Danıştay'a doğrudan 2 asıl, 2 yedek, Türkiye Adalet Akademisi'ne doğrudan 1 asıl, 1 yedek üye seçme imkânı tanınmıştır. Bu düzenlemedeki önemli bir yenilik birinci sınıfa ayrılmış adli hakim ve savcıların kendi aralarından 7 asıl, 4 yedek ve yine birinci sınıfa ayrılmış idari yargı hakim ve savcılarının kendi aralarından 3 asıl, 2 yedek üye seçmeleri öngörülerek demokratik bir temsil imkânı sağlanmış olmasıdır. Böylece 5 kişilik kurul ile yüksek yargı bürokrasisi arasında kapalı devre çalışan sistemi değiştirerek sübjektif ve keyfi uygulamaların önüne geçilmek istenilmiştir. Kurulda Adalet bakanı ve müsteşarın bulunmaması ve cumhurbaşkanının doğrudan seçeceği üyelerin Meclis tarafından seçilmesi daha uygun olurdu. Bu durumda kurulun başkanı da kurul üyelerinin oylarıyla belirlenebilirdi. Yine aynı maddede yapılan bir değişiklikle kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin kararlarına karşı yargı yolu açılmıştır. Bu önemli bir değişikliktir. Ancak meslekten çıkarma işlemi dışında kalan kurul işlemlerinin istisna edilmesi "yetmez" demeyi gerektirmektedir. Bunun dışında daha önce ihraç edilmiş olanlara geçici bir maddeyle yargıya başvurma hakkı tanınmamış olması adil olmamıştır.
m) 12 Eylül 1980 tarihinden ilk genel seçimler sonucu toplanan TBMM'nin Başkanlık Divanı'nın oluştuğu tarihe kadar MGK'nın, bu dönem hükümetlerinin, Danışma Meclisi'nin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı ve bu tasarrufları idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerin uygulamış olmaları nedeniyle bu kişiler hakkında cezai, mali veya hukuki sorumluluk bakımından yargı önüne gidilemeyeceğine ilişkin bir düzenleme olan Anayasa'nın geçici 15. maddesi kaldırılmıştır. Bu maddenin kalkmasının birçok anlamı vardır. Öncelikle sembolik de olsa darbe suçunu işlemiş olanları ve buna çeşitli aşamalarda ve görev mevkilerinde iştirak etmiş olanları anayasal bir koruma altında tutan ayıplı bir düzenlemenin insanı umutsuzluğa sevk eden yükünden kurtulmak ve yıllar sonra da olsa onurla böyle bir düzenlemeye hayır demek anlamlıdır. Bunun dışında söz konusu kişilerin hukuki ve cezai sorumlulukları bakımından durum belirgin değildir. Bu konuda zamanaşımının dolduğu öne sürülse de anayasal yasağın zamanaşımını kestiği ve zamanaşımının yasak kalktıktan sonra işlemeye başlayacağı gayet hukuki bir yorumdur. Bunun yanıtı yapılacak suç duyuruları sonucunda işletilecek süreç sonunda yargı organlarınca verilecektir. Bu nedenle bu maddenin kaldırılmasının önemli olduğu açıktır.
Sonuç
Görüldüğü gibi anayasa değişiklikleri çok önemli demokratik standartlar getirmektedir. Bazı değişiklikler yeterli olmayabilir. Ancak bunlar yeni ve sivil bir anayasaya ulaşmada yurttaşları ve toplumu rahatlatacak bir aşamayı ifade etmektedir. Bu nedenle AKP referandum sürecinde politikasını "yeni bir sivil anayasa yapabilmek için şimdi evet" üzerine oturtmalıdır. Kuşkusuz yetmez ama evet dememiz için çok nedenimiz var. (ÜK/TK)
* Kardaş'ın bu metni, 24 ve 25 Temmuz tarihlerinde Zaman gazetesinde de yayımlandı.