Nadire arayıp da Sinan Kazım Özüdoğru ile ilgili anılarımı yazmamı istediğinde Kadıköy'de yürüyordum. Cep telefonumdan aradı. Cep telefonu.. Ne garip. O zaman cep telefonu mu vardı? Evlerimizde bile telefon yoktu.
Sinan Kazım Özüdoğru.
Yüzünü canlandırmaya çalıştım hayalimde. Gözlerindeki ışığı anımsadım önce. Sevecen bakışları geldi aklıma. Çok insan, çok çok insandı. Onunla çok iyi arkadaş olmuştum. Bizim evde saklanmıştı başkaca arkadaşları gibi.
Oğlumuzun oyuncağıyla
Nedense en çok onunla arkadaş olmuştum. Öyle devrimci havalar filan atmaya çalışmıyordu. Zaten devrimci hava atanların da alırdım havalarını. Bulaşık yıkatır, yer sildirirdim. (Madem devrimcisin, işler ortak değil mi arkadaş?)
Sinan Kazım çocuk ruhluydu. Oğlumuzun bir oyuncağı vardı. Ucu lastikli hedefe vuran bir mini tüfek gibi bir şey. Atış yapıyorsun, ok gibi bir sopa ucunun lastiği gidip hedefe yapışıyor..
Sinan onunla oynayıp hedefi vurmayı pek seviyordu. Bir eve tıkılmış saklanıyor, can sıkıntısı. Neden saklanıyordu bilmiyordum, (arananlar listesinde var mıydı anımsamıyorum, o sıralar herkes aranıyor ve yakalanan işkence görüyordu) bu yüzden saklanıyordu galiba.
Üniversitede, arkadaşlarımızla devrimci eylem olarak yaptığımız bildiri dağıtma, yürüyüş yapma, boykot, işgal günleri aşılmıştı. Ben de zaten üniversiteyi bitirmiştim. Evliydim, çocuğum vardı. Çalışıyordum.
Hakiki silahını çıkarınca
12 Mart olmuş ve devrimci gençlerin bir bölümü silaha sarılmıştı. Sürek avı ile aranıyor, bazıları sokaklarda vuruluyordu. Kaçanları saklıyorduk eşimle birlikte. Ben silahtan oldum olası nefret ederim.
Babamın silahı vardı, bir gün bile elime alıp markasına dahi bakmamıştım. Silaha karşı bizim toplumda olan o hayranlık, havaya sıkma filan asla yoktu evimizde. Kimse bilmezdi silahın nerede durduğunu.
Sinan Kazım bu sahte oyuncak tüfekle atış talimleri sırasında bir gün cebinden hakiki silahını çıkarmaz mı? Önce epey irkildim. Sonra silaha karşı çıktım. O gülüyor ve (silah lazım olur arkadaş hiç değilse bileceksin kullanmasını) diye utangaç utangaç savunmaya çalışıyordu.
Eee ne de olsa devir Che Guevera hayranlıkları, Carlos Marighella mücadelesinin yaktığı ateş dönemleri. Devrimci ruh bu gerilla savaşlarından etkilenmiş. Ancak ben silaha karşı o silahtan yana birbirimizi bir türlü ikna edemedik.
Karşı devrimin vahşi saldırısı
O beni silahı sevmeye ve hayranlığa, ben de onu silahlı mücadele fikrinin onu acı bir sona götüreceği görüşüne itekliyorduk. Birkaç kez şarjör doldurmayı dene diye verdi silahı elime. Kurşun takıp boşalttım. Sevmedim hiç ve bıraktım.
Oğlumun ucu lastikli tüfeği daha eğlenceliydi benim için. Bırak o silahı arkadaş bu ok daha güzel bununla oyna, diye eğleniyordum. O da gülüyordu. Eline oyuncak silah almış çocuklar gibiydi duruşu.
O günlerin ruhu ve devrimci anlayışı silaha yakınlaşmıştı. Devrimci gençlere karşı sürülen sağ kesimlerin saldırıları da sürüklemişti solcu gençleri silaha sarılmaya. Bence bu silahlı oyundan da hoşlanmışlardı. 20'li yaşların, oyuncak silahtan, gerçek silahla oynamaya geçişin heyecanları.
Karşı devrimcilerin saldırısı ise çok vahşiydi. O günün iktidar ve düzen sahipleri, ellerine silah aldı diye 20'li yaşlarındaki gençlerin üzerine, vurma, kırma, ezip yıkıp yok etme, topa tutma gibi yöntemlerle gittiler.
Yaşasaydı...
Bugün 38 yıl sonra düşünüyorum da..
Kızıldere'ye güzelleme yapmak istemiyorum. Yapılmasından da hoşlanmıyorum. Orada olanları da, öncesinde olanları da, İngilizlerin kaçırılmasını da asla onaylamıyorum.
O gençleri bir sürek avı ile oraya sürmenin ve yok etmenin yanlışı da o günlerin yöneticilerinin boynuna. Gençler yanlış yapmaya zorlandı ama onları bu yanlış işlere zorlayanlar daha büyük yanlışların içindeydiler.
Sinan Kazım Özüdoğru. Kadıköy'de yürüyorum. Eğer yaşıyor olsaydı, şimdi yanımdan geçseydi tanımazdım muhtemelen. Kır saçlı, kilolu, belki kalbi tekleyen, yüksek tansiyonu olan bir adam gelip geçerdi yanımdan.
Onun yaşamını elinden aldılar. Peki, onun yaşam hakkını elinden alanlar ne kazandılar? Devrimci gençleri yok etmek, idam etmek, bombalamak, kıstırmak, avlamak, işkence etmek ne getirdi onlara?
Bir nesli, düşünceyi yok edenler ne elde ettiler? Kendi koltukları da gitti altlarından bir süre sonra. Kendileri de gittiler Zincirbozan'lara. Onları yok eden askerler, hukuk adamları, polisler de gitti tarihin çöplüğüne...
Gençleri yok etmek yerine
38 yıl sonra bugünkü Türkiye'ye bakıyorum da...
O yıllarda ülkeyi kurtarmak gibi yüce bir çaba içinde, (elverişli olmayan yöntemlerle de olsa) yola çıkan gençleri harcamak ve yok etmek yerine...
Yaşatarak, tartışarak, imkan tanıyarak, ciddi reformlar yapacak, gelir dağılımını adil hale getirecek, kalkınmayı sağlayacak, sömürüye karşı çıkacak, emperyalizmin kulu kölesi olmayacak büyüklerimiz, yöneticilerimiz, askerlerimiz olsaydı...
Birbirlerini yiyerek tüketen yöneticiler yerine daha kaliteli hükümetlerimiz, bakanlarımız olsaydı. Halk kitlelerini yoksulluk çemberinde yok etmeyen, Kürtleri isyan ettirecek noktaya getirmeyen politikalar üretselerdi...
Sinan Kazım Özüdoğru yaşasaydı.. O içten gülüşü ve sevecen çocuk ruhu ile bu 38 yılda hem topluma, hem de pek çok insana ne büyük katkılar yapardı.
Ülke sevgisi ile ve toplum için yola çıkan gençleri yok ettiler... Ellerine silah almış olabilirlerdi ama o silahları onların eline verecek kurguları da o günün yöneticileri, emperyalist destekli gizli güçleri yaptı (artık biliyoruz bu oyunları, zaman içinde hepsi ortaya döküldü).
İşte elde ettikleri sonuç
Buyurun.. İşte arzu ettiğiniz düzen. TV karşısında aptallaşmış kitleler.. Alın tepe tepe kullanın. Sizin olsun. Bu da size ders olsun.
Artık zor bulursunuz öyle kendini toplum için feda edecek yürekte gençleri.
Emperyalizme kul köle olup, kendi iktidarları için gençleri yok edenleri kınıyorum. Ne kazandınız o günün iktidar sahipleri?
Düşünün ve.. Utanın... (FÖ/NM)