Oğlunuz, eşiniz, sevgiliniz, kardeşiniz zorunlu askerliğini yaparken, evinize bir iki asker geliyor, "üzgünüz, sevdiğiniz şehit oldu," diyor. Siz de genellikle, beklendiği üzere "vatan sağ olsun" diyorsunuz. Böyle oluyor, hepimiz biliyoruz. İbrahim, İbrahim, Ali Osman ve Mesut'un ailelerine de böyle oldu, oğullarını "metanetle" uğurladılar.
Haber şöyleydi: "Elazığ'ın Karakoçan İlçesi Koçyiğitler Jandarma Komutanlığı'nda görevli bir grup asker dün öğle yemeğinden sonra devriye görevine çıktı. Devriye sırasında askerlerin birinin üzerindeki el bombası kaza sonucu patladı. Patlamada dördü ağır olmak üzere yedi asker yaralandı. Yaralı askerler helikopterle Elazığ Askeri Hastanesi'ne götürülürken Ali Osman Altın, İbrahim Yaman, İbrahim Öztürk ve Mesut Bulut adlı erler yolda şehit oldu. Yaralı üç asker ise hastanede tedaviye alındı. Olayın ardından acı haberi alan şehit ailelerinin evlerine ateş düştü."
Oysa, bugün Taraf gazetesinde, Mehmet Baransu'nun haberinden okuyoruz ki, bu gençler hiç de ailelerine ve bizlere duyurulduğu gibi ölmemişler, ki biraz düşünseydik bir tuhaflık olduğunu belki anlayabilirdik.
17 Ağustos gününe dönmek istiyorum şimdi. 1988 doğumlu; yirmi birlerini süren dört gencin Samsun, Tarsus, Afyonkarahisar ve Gaziantep'te cenaze törenleri yapıldı. Törenlerde yöreden komutanlar, milletvekilleri, belediye başkanları ve valiler katıldı. Hepsi de çok üzgündü.
Bugünden bakınca, haberlerden görüldüğü üzere en manidar konuşmayı Ali Osman Altın'ın cenazesinde Türk Silahlı Kuvvetleri adına üsteğmen Murat Basten yaptı.
"Türkiye Cumhuriyeti devletini bölmeye ve parçalamaya kimsenin gücün yetmeyecektir. Buna heveslenenler tarih bilgisinden yoksun gafil ve hainlerdir."
Olayla ilgili soruşturmadan halen haberi olup olmadığını, bugünkü Taraf gazetesini okuyup okumadığını bilemediğimiz üsteğmen Basten şunları da söylüyor.
"Kahraman şehidimizin kahraman ailesi acınızı sizlerle paylaşıyoruz. Biliniz ki o artık büyük Türk milletinin bağrında ve ay yıldızlı bayrağın gölgesinde rütbelerin en kutsal ve en şereflisi olan şehitlik mertebesinde ebediyete kadar yaşayacaktır."
Taraf'ın haberine gelmezden önce, sayılarla izletilmeye çalışılan savaşın hayatından ettiği dört gençle, sınırlı gazete haberleri yoluyla tanışalım; geç de olsa.
Ali Osman Altın üç ay sonra terhis olacaktı
Ali Osman dördü kız dördü oğlan sekiz kardeşin en küçüğüydü. Ağabeyinin düğününe katılabilmek için izin bile kullanmadı. Terhisine üç ay kalmıştı.
Afyonkarahisar Büyükkalecik'te yaşayan anne Zakire oğlunun ölümünü duyunca kriz geçirdi, baba Ali İhsan, oğlankardeşler Ahmet, Mehmet ve Ali törende metanetlerini korudular. Kızkardeşlerin adlarını da, törendeki durumlarını da bilmiyoruz.
Kimi haberlerde de babanın "Şehit babası olduk" diye gözyaşı döktüğünü, "Nasip böyleymiş, vatan sağ olsun" dediğini de okuduk.
İbrahim Öztürk Diyarbakır kökenli Tarsuslu
İbrahim bir buçuk ay sonra terhis olacaktı. Neriman-Hacı Öztürk'ün tek çocuğuydu. Diyarbakırlılar ama Tarsus'ta oturuyorlar. Neden ve ne zaman yerlerinden olmuşlardı, merak etmeliyiz hep birlikte.
Kriz geçiren anne ve baba oğullarının tabutuna sarılırken Kürtçe ağıtlar yaktı.
Mesut Bulut baklava bekliyordu
Mesut 75 gün sonra sevdiklerine kavuşacaktı. Sekiz kardeşin en büyüğüydü. Ailesi çiftçilikle geçimini sağlıyor.
Anne Mevlide ile baba Sinan oğullarının Türk bayrağına sarılı tabutuna gözyaşlarıyla sarıldı. Törende alenin yakınları kadınlar Türkçe ve Kürtçe ağıtlar yaktı. Mesut doğup büyüdüğü Körhacıobası köyünde toprağa verildi.
Baba Sinan Bulut, "Terhisine 100 günden az kalmıştı. Bunu arkadaşlarıyla kutlamak için üç gün önce baklava istemişti" dedi.
İbrahim Yaman 15 gün önce düğüne geldi
İbrahim dört kardeşin iki numarasıydı, kasımda terhis olacaktı. 15 gün önce ablasının düğünü için memleketi Samsun'a izinli gelmişti.
Ailesi çiftçilikle uğraşıyor; anne Nuriye ile baba Adem oğullarının ölüm haberini fındık toplarken aldı. Fenalık geçiren aile fertlerine sağlık ekipleri müdahale etti.
Nasıl ölmüşler?
Taraf'ın ulaştığı başlatılan soruşturma kapsamında alınan ifadelerinde görgü tanıkları Piyade çavuş Yiğit Acar, Piyade uzman çavuş Şakir Akçan, piyade er Recep Koyuncu dört gencin ölüme nasıl yollandığını anlatıyor.
Şakir Akçan, devriyedeki İbrahim Öztürk'ün gözetleme yapması gerekirken uyuduğunu tespit edince el bombasını alığını, teğmen Mehmet Tümer'e verdiğini söylüyor.
Recep Koyuncu, teğmen Tümer'in İbrahim'in mevzisine gelerek elindeki el bombasının pimini çekerek İbrahim'e verdiğini, "mandalı bırakırsan ölürsün," deyip gittiğini aktarıyor.
"İbrahim teğmenden pimi vermesini istedi. '75 günüm kaldı, beni öldüreceksiniz' dedi. Mehmet Teğmen mevzisine gitmesini, zamanı gelince pimi takacağını söyledi. İbrahim daha sonra tekrar teğmenin yanına gitti, pimi istedi. Teğmen yine vermedi, beş on dakika sonra patlama oldu."
Teğmen Tümer de ifadesinde, diğer ifadeleri doğrulayarak, "patlama sesini duyunca koşarak sesin geldiği yere gittim. İbrahim'in yığıldığını gördüm," diyor.
Tsk.mil.tr'de tık yok
İbrahim, İbrahim, Ali Osman ve Mesut öldüler, üç yaralanan gencin ise ne isimlerini ne de sağlık durumlarını biliyoruz.
Genelkurmay'ın Tsk.mil.tr sitesinde ise olayla ilgili tek bir sözcük yok. Bol bol zafer haftası mesajları konmuş. Zaten, hep birlikte Genelkurmay başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un neyi nasıl düşünebileceğimizi, neyin ne kadar olabileceğini bu ülkede yaşayanlara dikte eden "erken 30 Ağustos" mesajını tartışmıyor muyuz?
Genelkurmay Başkanı bize asıl İbrahim, İbrahim, Ali Osman ve Mesut'un ölümleriyle ilgili yalanın nedenini ve soruşturmanın ayrıntılarını açıklasın. Bizler de tam da Kürt sorununun siyasi çözümünün konuşulduğu "Kürt açılımı" sürecinde Türk Silahlı Kuvvetleri adına yapılan açıklamaları manşet yapmaktan vazgeçelim artık.(NM/EÜ)