”Şekirê Pembû” (Pamuk Şeker) Adana’nın Karataş ilçesinde pamuk toplayan iki çocuk işçinin zorlu şartlar ve koşullar altında çalışmalarını, kentsel ve kırsal alanlarda yaşadıkları çelişkilerin hikayesini anlatıyor.
Yönetmen Ozan Takış’ın 2013 yılında pres makinesine sıkışarak hayatını kaybeden çocuk işçi Ahmet Yıldız’ın anısına çektiği ”Şekirê Pembû” (Pamuk Şeker) filminin ilk gösterimi 7 Aralık Perşembe günü Mersin/Kültürhane'de gerçekleşti.
Uluslararası/Ulusal festivallere başvurusu devam eden Şekirê Pembû (Pamuk Şeker) filmi İstanbul Film festivaline başvurdu.
Film, Adana’nın Karataş ilçesinde pamuk toplayan iki çocuk işçinin zorlu şartlar ve koşullar altında çalışmalarını, kentsel ve kırsal alanlarda yaşadıkları çelişkilerin hikayesini anlatıyor.
"Ahmet Yıldız için bir şey yapmam gerekliydi"
Yönetmen Takış, Şekirê Pembû’yu neden Ahmet Yıldız anısına çektiğini şöyle anlatıyor:
“Ahmet Yıldız (13) yaşında bir çocuk işçiydi pres makinesine sıkışarak hayatını 2013 yılında kaybetti, sigortasız ve kaçak çalıştırılıyordu, işveren ilk önce trafik kazası süsü verdi sonra olayın gerçek yüzü ortaya çıkınca işveren ağır ceza mahkemesinde yargılandı. Aradan bir süre geçtikten sonra işveren Ahmet Yıldız’ın babası ile 30 Bin TL bedel ile anlaştılar ve işveren serbest kaldı, sonra Ahmet Yıldız unutuldu gitti.
"Bu olay beni inanılmaz üzdü, onu yaşatmak için bir şeyler yapmam gerekliydi bunu sinema ile dile getirmek istedim. Çocuk işçilerin hayatını anlatan Şekirê Pembû (Pamuk Şeker) çocukların hem kırsal ve hem şehir arasında sıkışıp kalmalarını, çocukların emekleri sömürülerek topladıkları pamuk ürününe ne kadar yabancı olduklarını ve onların birer çocuktan öte olmadıklarını anlattığım bir filmdir.
"Tüm çocuk işçilerin sesi olmak istedim ve Ahmet Yıldız’ı böyle hatırlamak istedim o yüzden sinemayı bir yakarış olarak kullanıyorum.”
Kayseri / Yeşilhisar doğumlu. Anadolu Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümü mezunu. Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi / Radyo, Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı hocalarından Yrd. Doç. Dr. Hakan Erkılıç’tan senaryo yazımı ve yönetmenlik dersleri aldı. Mersin Olba Fotoğraf Derneği üyesi. Film çalışmaları: Uyanış – (Eylül 2017 – Post Prodüksiyon aşamasında, 2018 yılı için hazırlanıyor), Sınır – (Ocak 2018 – Pre Prodüksiyon aşamasında) ve Şekirê Pembû – (Kasım 2017).
Sevgililer Günü’ne özel biamag’da bu hafta, Ermenice anti-Sevgililer Günü şiirinden Kürtçe aşk kartlarına, LGBTİ+ temalı filmlerden flört uygulamalarına kadar aşkın farklı halleri yer alıyor.
bianet Şubat 2025 stajyerlerinden Beyza Gündüz, Rosa Luxemburg’un en yakın siyasi müttefiklerinden biri ve uzun yıllar boyunca partneri olan Leo Jogiches ile ilişkisini yazdı.
Evrim Kepenek, kadınların 14 Şubat’ta ne istediğini yazdı: “‘Kanlı elmas’ değil, yaşamak.”
“Roja Evîndaran, Evîn, Xoşewîst, Maçkirin, Kenîn, Bêrî”. Huzurlarınızda “Sevgililer Günü”ne özel bianet Kürtçe kelime kartları!
Eda Canımana, gazeteci Anya Ryan’ın flört uygulamaları hakkındaki deneyimlerini aktardığı yazısını çevirdi: “Kendimi çarkın üzerindeki bir hamster gibi hissediyordum. Sürekli koşturuyordum.”
bianet önceki dönem stajyerlerinden Aslı Deniz Çelebi, pencereleri birbirine bakan iki yalnızın aşkı arayışını anlatan “Yan Pencere” filmini kaleme aldı.
Mehmet Yeşiltepe, günümüzdeki ilişkilere ve yeni ilişkilenme türlerine dair yazdı.
Burak Sarı, aşkın sağlamcı hâlini yazdı: “Kişi körse onun hayatına giren kişi ya az gören olmalıymış ya da başka engeli olmalıymış. Kör ile kör yapamazmış.”
bianet Şubat 2025 stajyerlerinden Abbas Vural, Klavdiya ve Yakov Sverdlov çiftinin hikâyesini kaleme aldı.
Ulus Baker’in “Spinoza ve aşkın diyalektiği” başlıklı makalesini 14 Şubat vesilesiyle ve Ulus Baker'in anısına saygıyla yeniden yayımlıyoruz.
Tuğçe Yılmaz, “başka bir aşkın mümkün olduğu” LGBTİ+ temalı beş filmi derledi.
Kavel Alpaslan, Filistin direnişine silah taşıyan başpiskopos Hilarion Kapuçi’nin mücadelesini anlattı.
Murat Türker, İsveç yapımı “Diyalog Polisi” belgeselini yazdı.
Şeyhmus Diken, gazeteci İrfan Aktan’ın “Karihōmen - Japonya'da Kürt Olmak” kitabı üzerine yazdı.
Dinleme önerisi
Bu hafta biamag’da yayımlanan yazıları okurken size eşlik edebilecek albüm: Ciwan Haco’nun 1992’de Qamişlo’da bir evde kaydettiği şarkılardan oluşan “Qamişlo 1992” albümü. (TY)
1848 Devrimi'nin ardından III. Napolyon'un görevlendirdiği Haussmann'ın panoptikon modelinden ilham alarak şekillendirdiği Paris, modern gözetim toplumlarının iktidar anlayışını yansıtıyor.
19. yüzyılın ortalarında Paris’in dar ve labirentvari sokakları, devrimci ayaklanmaların doğal bir sahnesi hâline gelmişti. 1848 Devrimi’nin ardından Fransa’da iktidarını pekiştiren III. Napolyon, kenti “medenileştirme” ve kontrol altına alma arzusuyla Baron Haussmann’ı görevlendirdi.
Bu büyük dönüşüm, yalnızca şehircilik tarihine değil, aynı zamanda gözetim toplumunun inşasına dair de izler taşıyordu. Haussmann, şehri estetik bir forma sokmakla kalmamış, aynı zamanda şehre toplumsal denetim mekanizmalarının da nüfuz edebileceği bir uzam yaratmıştı.
Haussmann’ın tasarladığı geniş bulvarlar ve düzenli mahalleler, modern şehirleşme ile birlikte disiplin ve denetim mekanizmalarını da gündeme getirdi. Bu dönüşümde belirgin bir biçimde görülen kavramlardan biri, İngiliz filozof ve hukukçu Jeremy Bentham’ın “panoptikon”uydu.
Panoptikon nedir?
Panoptikon, Jeremy Bentham tarafından 18. yüzyılda tasarlanmış bir hapishane modelidir. Merkezdeki tek bir gözlem kulesi ve sürekli yanmakta olan ışık sayesinde, mahkûmlara sürekli izlendikleri izlenimi verilir.
Bentham’ın amacı, izleme pratiği sayesinde mahkûmlar üzerinde daimi bir disiplin oluşturabilmekti. Bu tasarımda, mahkûmlar ne zaman gözlendiklerini bilmediği için, davranışlarını her zaman düzene sokma eğiliminde olacaklardı.
Böylece fiilî denetim değil, izlenme ihtimali dahi bireyin kendi kendini gözetlemesine sebep olur. Haussmann’ın Paris’i, Bentham’ın panoptikon tasarısının ölçeğini genişleten, kenti bir tür açık hava hapishanesine çeviren bir hamleydi.
Bir Panoptikon hapishane tasarımı (solda) / Küba'da Presidio Modelo adlı bir Panoptikon hapishane modeli (sağda)
Geniş bulvarlar, daralan mahremiyet
Haussmann’ın açtığı geniş bulvarlar, yalnızca şehrin nefes almasını sağlamak veya hijyenik koşulları iyileştirmek için yapılmamıştı. Eski Paris’in iç içe geçmiş sokakları, isyancıların barikat kurarak askerî birliklere karşı mukavemet göstermesine imkân tanıyordu.
Haussmann’ın modernleşme kisvesi altında şehre yönelik yaptığı bu politik hamle, isyanın mekânsal zeminini ortadan kaldırmayı hedefliyordu. Artık Parisliler, devasa caddelerde birbirlerine görünür hâldeydi ve dar sokakların sağladığı mahremiyet, yerini sürekli izlenen bir kent atmosferine bırakmıştı.
Haussmann’ın yeni Paris’i, tam da bu noktada bizlere Fransız filozof Michel Foucault’nun iktidar ve disiplin teorisini hatırlatıyor. Foucault, gözetim ve panoptikon kavramlarını en detaylı şekilde Disiplin ve Ceza: Hapishanenin Doğuşu (Surveiller et Punir: Naissance de la Prison, 1975) adlı eserinde ele alıyor.
Foucault’a göre, modern toplumun disiplin teknikleri, bireyi yalnızca cezalandırmakla yetinmez; bilakis, bireyi kendi üzerindeki tahakkümün öznesi hâline getirir. Haussmann’ın kent planlaması da, Paris sakinlerini yalnızca fiziksel mekânda değil, zihinsel anlamda da gözetim altına almayı amaçlıyordu.
Foucault, modern toplumlarda iktidarın işleyişini analiz ederken gözetimi merkezi bir kavram olarak ele alır. Ona göre, iktidar artık doğrudan baskı ya da fiziksel şiddet yoluyla değil, bireyleri disipline eden, onları kendi üzerlerinde sürekli bir denetim mekanizması kurmaya teşvik eden daha incelikli yöntemlerle işler.
Bu bağlamda, Jeremy Bentham’ın panoptikon modeli, Foucault için modern gözetim toplumunun işleyişini açıklayan bir metafordur. Tıpkı panoptikon modelinde mahkumların her an izlenebileceğini düşünmesi gibi, modern gözetim toplumunda bireyler iktidarın kendi üzerindeki tahakkümünü içselleştirir. Böylece iktidar, bireyler üzerinde fiziksel bir zorlamaya ihtiyaç duymadan işlev kazanır.
Foucault, bu modelin yalnızca hapishanelerle sınırlı olmadığını, modern toplumun birçok kurumsal yapısına içkin hale geldiğini savunur. Okullar, hastaneler, kışlalar ve fabrikalar, bireylere gözetim altında olduklarını hissettirerek belirli normlara uygun davranmalarını sağlayan mekanizmalar içerir.
Bu tür yapılar, bireyleri yalnızca denetlenen özneler haline getirmez, aynı zamanda onları iktidarın aparatı yapar. Foucault’ya göre gözetim, artık yalnızca bir araç değil, modern bireyin varoluş biçimini belirleyen temel bir yapıya dönüşmüştür.
Fotoğraf Bilgisi
Sınıfsal ayrışma ve kentsel tasarımın disipliner rolü
Paris’in geniş bulvarlara dayanan yeni mimarisi, yalnızca bir gözetim aygıtı değil, aynı zamanda toplumsal sınıfların yeniden tertip edilmesi anlamına geliyordu. Haussmann, Paris’in yoksul kesimlerini şehir dışına, çeperlere iterek, kent merkezini burjuvazi için steril bir alana dönüştürdü. Yüksek kiralar ve lüks konut projeleri, dar gelirli kesimlerin bu yeni kent düzeninde yer edinmesini de imkansız hâle getirdi.
Haussmann’ın kent planlaması bu anlamda modern gözetim toplumuna geçişin ilk örneklerinden biriydi. Gözetim, yalnızca devletin zorla dayattığı bir mekanizma olmaktan çıkmış, bireylerin gündelik yaşam pratikleri içinde içselleştirdiği bir norm hâline gelmişti.
Kapitalist gözetim: Tüketim mekânları ve panoptikonun yeni işlevi
Şehir planlaması, denetim mekanizmalarıyla sınırlı değildi; aynı zamanda kapitalist tüketim kültürünün ihtiyaçlarına göre şekillendirilmişti. Haussmann’ın Paris’i, hem askerî disiplinin hem ekonomik denetimin de bir tezahürüydü.
Geniş bulvarlar boyunca inşa edilen alışveriş pasajları, devasa mağazalar ve kafeler, tüketim toplumunun teşvik edildiği mekânlar hâline geldi.
Emile Zola’nın Kadınların Cenneti romanında tasvir edilen büyük mağazalar, Paris’in bu dönüşümünün edebiyattaki yansımasıydı. Bentham’ın panoptikonunun temel ilkesi olan “her an izlenme” durumu, bu yeni kent düzeninde farklı bir biçim kazanmıştı.
Mağazalar, vitrinler ve geniş alışveriş caddeleri, kişinin sürekli teşhir edildiği ve tüketime yönlendirildiği bir alan yaratıyordu. Paris’e kapitalizmin “panoptikonu” inşa edilmişti.
Güncel panoptikon teorileri ve dijital gözetim
Bugün gözetim toplumunun araçları farklılaşmış olsa da, Haussmann’ın kent tasarımındaki temel mantık hâlâ varlığını sürdürmektedir. Bentham’ın panoptikon modelindeki tek yönlü gözetim, günümüz dijital dünyasında çok yönlü bir denetim biçimine evrildi.
Koreli yazar, filozof ve kültür eleştirmeni Byung-Chul Han’ın ifadesiyle, modern gözetim toplumu, artık bireyi zorla denetime tabi tutmaz; aksine, birey kendi mahremiyetini pazarlık konusu hâline getirerek gözetimin öznesi olur.
Sosyal medya platformları ve mobil uygulamalar insanları hem mahremiyetlerinden feragat etmeye hem de başkalarının mahremiyetine nüfuz etmeye teşvik eder.
Dijital panoptikonda kişi hem kurban hem de faildir. Han’a göre zaten “özgürlüğün diyalektiği de işte budur.”
Kaynaklar
Foucault, M. (1977). Discipline and punish: the birth of the prison. 1st American ed. New York, Pantheon Books.
Han, B, C. (2017). Şeffaflık Toplumu. İstanbul: Metis Yayınları
Ebenstein, Alan O. (1991). The greatest happiness principle: an examination of utilitarianism
Guízar, H. A. (2018). “Make a Hard Push for It”: The Benthams, Foucault, and the Panopticons’ Roots in the Paris École Militaire. Lumen, 37, 151–173.