Tarihî Mahmut Muhtar Paşa Konağı bahçesine yerleştirilen sandalyelerde en ön sırada yerimi aldım. Ortalık hafif kararmış, konak ışıklandırılmış. Heyecanla bekliyorum.
Çoğu gösteride sahnenin önemi yoktur, yapılan dekor mekândan bağımsız sizi içine çeker, karakterler ve hikâye yerine oturur. Mahmut Muhtar Paşa Konağı’nın o tarih kokan, biraz solmuş cephesine bakarken, pencerelerinden yüksek tavanlı odalarını farkederken ilk hissettiğim bu konağın bir gösteri için ne kadar güzel bir mekân olduğuydu. Oyunun sonundaysa hissim daha da netleşmişti: “Bu gösteriyi başka bir sahnede izlemeye artık yüreğim elvermez.”
Genco Erkal’ın genelde bahçede, Tülay Günal’ın ilk bölümde kah konağın giriş kapısında, kah üst orta ya da sağ pencerede, kah bahçede şarkıları, şiirleri okumaları görsel olarak muhteşem etkiler ortaya çıkardı. Gösterinin her bir anını fotoğraflamak istedim.
Oyuncular konağın parçası gibiydiler.
Başlıyoooorr
Genco Erkal bahçe katının kapısından tam seyircinin önüne çıktı ve Nazım’ın dizelerini okuyarak başlattı gösteriyi. İlk bölümde Tülay Günal’ın sakin, berrak sesi ve yorumuyla çoğumuz için çok tanıdık olan Nazım Hikmet şarkıları, Genco Erkal’dan bazen tamamı, bazen tek mısrasıyla Nazım şiirlerinden parçalar dinledik.Ancak hepsinden önce Nazım’a yazılmış, Yiğidim Aslanım’la başladı müzik ziyafeti.
“Şu sılanın ufak tefek yolları, ağrıdan sızıdan tutmaz elleri. Tepeden tırnağa şiir gülleri Yiğidim aslanım burda yatıyor.”
Genco Erkal’ın sesinden Piraye için yazılmış Saat 21-22 Şiirleri dahil, Nazım Hikmet şiirlerinden mısralar birbirini izledi. Kulağıma çarpanlar arasında Bugün Pazar, Yaşamaya Dair, En Güzel, Japon Balıkçısı, Kerem Gibi, Dünyayı Verelim Çocuklara, Masalların Masalı, Taranta Babu’ya Mektuplar, Akrep Gibisin Kardeşim vardı. Genco Erkal’ın sesi en çok Nazım şiirlerine yakışıyor desem abartmış olur muyum?
“Kapıları çalan benim / kapıları birer birer /Gözünüze görünemem / göze görünmez ölüler
Hiroşima'da öleli / oluyor bir on yıl kadar / Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar”
Tülay Günal’ın ilk bölümde konağın farklı pencerelerinden söylediği Kız Çocuğu, Tahir ile Zühre Meselesi, Bulutlar Adam Öldürmesin ile ikinci bölümde bahçede söylediği Brecht’in Mack the Knife ve Alabama Songs şarkıları, finaldeki Karlı Kayın Ormanı, Beni Bekleme Kaptan o kadar etkileyiciydi ki nasıl yapsam da daha fazla dinleyebilsem diye düşündüm.
“Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da / hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, / bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte / yani yürekte yürekte yürekte/ yani yürekte yürekte yürekte…
Tanıdık mısralar
Gösteri iki bölüm gibi kurgulanmış. İlk kısmı Nazım Hikmet’in, ikinci kısım Bertolt Brecht’in eserlerini yorumluyor. Son kısmında ise ikisi birleşiyor, ama daha çok Nazım’la bitiyor gibi.
Nazım Hikmet’le büyüyen bir kuşağın parçası olarak ilk bölümde her şey neredeyse ezberimdeydi. Sadece şiirler arasında geçişlerde ‘es’lere ihtiyacım oluyordu. Söylenen şarkılara eşlik etmemek için kendimi zor engelledim. Brecht ise hayatıma daha sonra girdiği için satır satır aşina değildim.
Başta Üç Kuruşluk Opera olmak üzere birçok oyun ve şiir arasında dolaştık. Brecht şarkılarının ya da oyunlarının satırları arasındaki sınıf çatışması, savaş karşıtlığı, hak ve adalet talebi en göze çarpan temalar olarak belirginleşti her replikte, her seste…
İki ustanın ortak ruhu
Nazım’la Brecht’in hayata bakışı, yaşayışı, tercihleri birbirine o kadar çok benziyor ki, eserlerini bilmesek ayırdetmek o kadar kolay olur mu diye düşünmeden edemiyor insan.
20. yüzyılın iki usta şair yazarı, ayrı ülkelerde doğmuş, aynı şeylere inanmış, ülkelerinden kovulmuş, mahpus yatmış, hasret çekmiş, iki vatansever, iki “vatan haini”, iki sürgün, iki direnişçi. İkisi de mücadeleyle geçen hayatlarını kavgaya ve insanlığa adamış.
“Adaletin ekmeğini de / kendisi pişirmeli halkın, /gündelik ekmek gibi.
Bol, pişkin, verimli”
Eğlenceli ve eğitici
Ezen ve ezilen ilişkisinin Brecht yapıtlarıyla hem toplumsal hem de bireysel açıdan hikayeleştirilmesi her şeyi daha anlaşılır ve daha etkileyici kılmış gösteride; hele ki Tülay Günal ve Genco Erkal’ın sesinden dinleyince bu etki daha artıyordu.
“Ayrıca köpekbalıkları insan olsaydı, tüm küçük balıkların şimdi olduğunun aksine, birbirleriyle eşit olmaları son bulurdu. Bazıları birtakım makamlara getirilirler ve diğerlerinin üstünde olurlardı.”
Oyunculuk, ses, müzik ve ışığın büyülü bileşimi ile ortaya çıkan gösteri bir yandan Brecht’in istediği gibi eğlenceli, diğer yandan tekrar eden tarihin günümüzdeki karışıklıklarını sık sık anımsattığı ve bizi yılgınlığa karşı uyardığı için eğiticiydi. Hatta itiraf etmeliyiz ki Brecht bölümünde kimi zaman biraz fazla eğitici!
“ırmakların suyu taşları sürükler / bir gün silinip yok olur zorbalar / alır büyüklerin yerini küçükler /gece uzun da olsa güneş mutlak doğar…“
Erkal ve Günal’ın uyumu
Gösteride Genco Erkal'ın yönetim ve uyarlamalarına Fazıl Say, Zülfü Livaneli, Cem Karaca, Tarık Öcal, Edip Akbayram, Timur Selçuk, Kurt Weill ve Hans Eisler'in müzikleri eşlik ediyor.
Muhteşem düzenleme ve müzik yönetimi Yiğit Özatalay’a, büyülü ışık tasarımı Hakan Özipek’e ait. Piyanoda ve viyolonselde yine Yiğit Özatalay, klarnet ve saksafonda Çağdaş Engin var. Ve kostümler Özlem Kaya tarafından hazırlanmış, söylemeliyim ki Tülay Günal’ın giysilerine bayıldım.
Genco Erkal’ın olgun, kendinden emin oyunculuğu ve sesi ile Tülay Günal’ın taptaze enerjisi ve berrak sesinin inanılmaz uyumu, sizi saran, kaçırılmaması gereken bir gösteri ortaya çıkarmış.
Konak bahçesinden çıktım, ağzımda oyundan dizeler:
“Hey hey ho ho/ hey hey ho ho, Dostların arasındayız, güneşin sofrasındayız…” (BY/YY)