Haberin İngilizcesi için tıklayın
9. Documentarist İstanbul Belgesel Günleri kapsamında "Belgesel İçin Animasyon" başlığıyla gerçekleşecek olan bu yılki atölyeyi, Meksika'dan Lourdes Villagomez ve İspanya’dan Coke Rioboo gerçekleştiriyor.
Lourdes Villagomez ile hem atölye hem de bugün saat 18:00’de Ses Tiyatrosu’nda gösterilecek kısa filmi “Beyaz Çizgi Sendromu” hakkında konuştuk.
Bize işlerinizi anlatabilir misiniz?
Genellikle eşyalar ve kağıt parçalarıyla çalışıyorum. Bu parçaların görüntülerini çekip stop motion animasyonunu yaptırıyorum. Ayrıca başka kişiler için de filmler yapıyorum.
Stop motion bir film yapmak ne kadar vakit alıyor?
Kullandığınız tekniğe ve ne kadar iyi bir animatör olduğunuza bağlı. Tabii ki projenin zorluğu da önemli. Mesela Coke Rioboo son projesi için günde 30 saniye animasyon yaptı. Benim içim içinse daha komplikeydi günde 3 saniye yapabildim. Her şeyin yerini sürekli değiştirip tekrar tekrar çekmem gerekti.
Filmde kullandığınız eşyaları kendiniz mi yapıyorsunuz?
Hayır, iyi bir kuklacı ve karakter yaratıcısı değilim ama istediğim şeyleri kime yaptırabileceğimi çok iyi biliyorum!
Bize 9. Documentarist İstanbul Belgesel Günleri kapsamında yaptığınız belgesel animasyon atölyesinden bahseder misiniz?
Bu atölye daha önce hiç animasyon filmi yapmamış ya da bir kaç kez denemiş kişiler için bir başlangıç atölyesi. Stop motion ve animasyon tekniklerine giriş yapıyor ve bunları belgesellerde nasıl kullanabileceklerini çalışıyoruz birlikte.
Bugün gösterilecek filminiz Beyaz Çizgi Sendromu (Sindrome de Linea Blanca) feminist bir bakış açısına sahip, biraz bu bakış açısından bahseder misiniz?
Üç ablam var, çok kadınlı bir aileden geliyorum. Neredeyse hiç erkek yoktu. Meksika çok geleneksel bir yapı vardır. Şimdi değişiyor ama ben büyürken böyleydi. Bir kızın yapması gereken ve yapmaması gereken şeylerin sınırları çok keskindi. Kızların evlenmesi gerekiyordu. Büyükannemin gelinliği hep evdeydi ve biz çocukken hep o gelinlikle oynardık. Ben aykırı bir çocuktum evlenmek ve çocuk sahibi olmak istemiyordum. Bütün bu gelenekler bana çok saçma geliyordu. Böyle bir film yapmak bu baskıya karşı benim tepkimdi. Benim jenerasyonum biraz arada kalmış bir nesil. Annelerimiz hem dışarıda çalışıyordu hem de ev işleri yapıyordu. O yüzden de bizleri kariyer odaklı yetiştirdiler. Bize hep okumamızı iyi işler bulmamızı söylerken bir an geliyordu ve “sen niye hala evlenmedin?” sorusunu patlatıyorlardı!
Burada da aynı!
Geçenlerde “Mustang” filmini izledim ve filmde anlatılan hikaye Meksika’da büyümek gibiydi. Bütün kasaba kızları yargılıyordu. Meksika’da bir günlüğüne okuldan kaçıp yakın bir kente giden ve korkudan evine hiç dönmeyen arkadaşlarım var. Kırsal kesimde hala bu durum devam ediyor. Aslında çok şizofrenik bir durum bu. Dizilerde oldukça açık ve rahat bir hayat gösteriliyor ancak insanlar bunu yaşamaya çalıştıklarında yargılanıyorlar. Bir yandan Amerika ile komşu olmanın getirdiği liberal bir hava ve hip hop kültürü var.
Filme dönersek..
Bir tür şeytan çıkarmaydı benim için. Büyükannemin gelinliğini kullandım. Sevmediğim her şeyi filme koydum. Filmi istediğim hale getirebilmem tam bir yılımı aldı.
Animasyonları Coke Rioboo ile birlikte mi yaptınız?
Hayır, bu filmi yaptığım sırada onunla tanışmıyorduk ancak işin ilginç tarafı aynı dönemde ikimizde benzer filmler yapmışız. Onun hikayesinin de benimkinin de özünde aynı duygu var. Toplum tarafından her şeyin mükemmel olduğunun iddia edildiği bir yer var ancak oraya vardığınızda tek hissettiğiniz şey hayal kırıklığı. Bu filmleri yaptıktan sonra tanıştık.
Yeni projelerinizden bahsedelim biraz.
Şu ara time lapse tekniğini kullanarak bir proje yapıyorum. Benim için her proje bir sıkıntımı çözmek için psikoloğa gitmek yerine kullandığım bir araç. Psikoloğa gitmenin pahalı olduğunu düşünüp muhtemelen daha çok para harcayarak bir film yapıyorum. (CC/HK)
* Program için tıklayın.