- I -
1915 yılından bu yana 100 yıl geçti. Dile kolay, 100 koca yıl. Tarih gibi hiçbir konu olanca ağırlığına ve zorluğuna rağmen, dile kolay anlatıma sahip değildir! İnsana ait ne varsa, onların hepsinin şu veya bu ölçüde yaşandığı geçmiş, klavyenin (kalemin bile demek - ki kalem hala güzel ve anlamlı bir kelimedir - geçmişte kalıyor.) ucundan yazıya, dilden söze dökülüyor, kolayca!
Geçmişe, tarihe dair yazılarda, konuşmalarda hep bir duygu ararım. Geçmişi yazan elde, konuşan dilde bir hissin olduğunu hissetmek isterim. Tarih geçmişteki yaşanmışlıklar ise, bunların kuru ve kronolojik bilgilerin ötesinde bir anlatımı/aktarımı gerekir. Hele bu anlatımlar tarihteki büyük felaketler üzerine ise, tarihte objektiflik daha bir önem kazanır. Tarihte objektiflik ne ölçüde mümkündür, bir tartışma konusudur, ama bir ölçüde de olsa objektif olmak mümkündür. Bunun yolu ‘iyi’, ‘çıplak’ bir tarihçi olmaktan, bu da yetmez, vicdanlı olmaktan geçer. Yukarıda sözünü ettiğim o duygu, o his işte bu vicdan yoluyla kendini ifade eder. Bunu derken edebiyatı kastetmiyorum.
Tarih, edebiyata çevrilmemeli/indirgenmemeli (Zaten ikisinin de alanları ayrı.) ama edebiyatla desteklenmeli. Nitekim bu alanda çok güçlü edebi eserler var. İlgili olduğu tarihi dönemleri okuyucunun önüne bir tablo gibi serme özelliğine sahip bu edebiyat eserleri, dönemin tarihsel ve toplumsal koşullarını ‘ete kemiğe’ büründürür. Bu alandaki en güçlü örneklerden biri de, Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanıdır.
Tarih, duygu, his, vicdan, edebiyat dedik. 1915 dedik. 100. yıl dedik.
Neden?
1915 yılı, Osmanlı Ermenilerinin devlet eliyle yok edilmesinin tarihidir. Büyük Felaketin yılıdır. Yüzbinlerce insanın katledilmesinin yılıdır. Soykırımın yılıdır.
Tarihi yine konuşalım, şöyle mi böyle mi, oldu diyelim. Konuşabilmemiz için biraz olsun empati yapalım. Şöyle basit bir empati: Sivas’ın, Diyarbakır’ın, Muş’un bir köyünde, kendi halinizde bir çiftçisiniz, çobansınız. Bir gün devlet tarafından kapınız çalınıyor ve sizi tehcir ediyorlar. Karınız, çocuklarınız, ananız, babanız düşüyorsunuz yollara. Ölüm yollarına! Artık ölüm sizin gölgeniz oluyor! Ve gölgeniz bir kurşunla, bıçakla, baltayla, taşla sizi yok ediyor. Devlet sizi kimliğinizden dolayı tehcir ediyorsa, açlığa, ölüme mahkûm ediyorsa ne düşünürsünüz? Böyle bir felaketin başınıza geldiğini bir düşünün. 1915’i konuşmak bir Ermeni olmanın ne demek olduğunu biraz olsun anlamaktan geçer.
Nerede, ne zaman ve hangi halka uygulanırsa uygulansın, insanlık suçlarının karşısında durmak, insanlık onurudur. Bizim şu veya bu siyasi kimliğe sahip olmaktan önce insan olmaya ihtiyacımız var.
Ölümleri rakamlar üzerinden konuşmak, acıları karşılıklı tartıya çıkarmak, ama onlar da şöyle yaptılar demek, biz yapmasaydık onlar yapacaktı demek; bütün bunlar bizi daha iyi bir Türkçü, daha iyi bir siyasal İslamcı, daha iyi bir demagog, daha iyi bilmem ne yapabilir ama daha iyi bir insan yapmaz!
100. yıl nedeniyle 1915 Ermeni soykırımına ilişkin çok sayıda yazı yayınlanacak. Bu yazıların hemen tümüne yakınının tarihi olaylar, siyaset ve acılar üzerine olacağını tahmin ediyorum. Bu kadar çok yazı arasında benim bu kapsamda bir yazımın olması yerine, Ermeni bir yazarın mizahi romanını tanıtma yazısının da anlamlı olduğunu düşündüm. Hem dönemin Ermeni edebiyatını biraz olsun tanımaya hem de kitabın işlediği konu gereği bugün de bazı dersler alınmasına katkı sunabileceğini düşünüyorum.
Pançuni’yi tanıyalım
Ermeni edebiyatının büyük mizah ustası Yervant Odyan’ın 1909–1914 yıllarında yazdığı “Yoldaş Pançuni” eseri, Aras yayınları tarafından ancak 2000 yılında yayınlanabildi. 2008 yılında da yine Aras yayınları tarafından ikinci baskısı yapıldı.
Belirtmeden geçemeyeceğim; Osmanlı’nın son yılları ve özellikle İttihat Terakki dönemi ile Cumhuriyet dönemi boyunca, bir zamanlar yurtları bu topraklar olan gayrimüslimlerin tarihine ve başlarına gelenlere ilişkin literatürün yayınlanmasında (başka yayınevleri de olmakla birlikte) iki yayınevi takdire şayandır: Aras yayıncılık ve Belge yayıncılık. Her iki yayınevine de teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyorum.
“Aslan Asker Şvayk”ı okuduktan sonra, Yervant Odyan’ın “Yoldaş Pançuni” eserini tekrar okuma gereğini duydum. Yaroslav Haşek’in, savaş karşıtlığını Şvayk’ın ağzından müthiş bir kara mizah yoluyla ele alışı, aklıma Pançuni’yi düşürdü. Çünkü Şvayk, savaş karşıtlığı anlamında ‘abat’ ederken, Pançuni bir çuval inciri ‘berbat’ eden cinstendi. Aralarında bir karşıtlık varmış algısıyla Pançuni’ye ‘merhaba’ demeden geçmenin mümkünü yoktu.
Haşek’in romanı boyunca Jozef Şvayk’ın kişiliği hakkında kesin bir yargıya varmak mümkün olmuyor. Evet, Şvayk’ın savaşa ve zorbalığa karşı pasif bir direnişi var. Onun şahsında savaşın ve militarizmin, mizah yoluyla ipliği pazara çıkarılıyor. Ancak dediğim gibi, Haşek’in kahramanı Şvayk bir aptal mı, zeki mi, akıllı mı, kurnaz mı, deli mi; karar vermek zor.
Ancak Odyan’ın Pançuni’si için karar vermek kolay!
Kimdir bu Pançuni?
O bir okumuş cahil!
O bir asalak!
O bir şarlatan!
O bir baş belası
“Yoldaş Pançuni” romanı, Pançuni adındaki Ermeni bir ‘devrimcinin’ siyasi çalışmalar yaptığı Dzabılvar köyü ile o köyün yıkımına neden olduktan sonra gittiği Vaspuragan’dan (Van), partinin İstanbul’daki merkezine yazdığı mektuplardan oluşmakta.
Yazar Odyan, kitabın başında bu ‘değerli’ mektupların yazarı Pançuni yoldaşın çocukluğu ve gençliği döneminin biyografik bilgilerini vererek, Pançuni’nin hiçbir baltaya sap olamadığı gerçeğini gözler önüne seriyor. Hiçbir baltaya sap olamayan Pançuni, içine düştüğü sıkıntılı ve ümitsiz durumdan, bir arkadaşının, “Gel seni devrimci yapalım. Konuşma yeteneğin de var, bu yeterli…” önerisinden sonra ‘devrimin baltasına sap oluyor’! Eğer yazar Odyan, okuyucuyu, ‘yazar’ Pançuni’nin bu bilgilerinden mahrum bıraksaydı, işin zorluğundan dolayı vay haline o okuyucunun!
Yervant Odyan’ın eseri, bir ideolojinin, bir siyasetin işe yaramaz birinin elinde, bir yere tutunmanın aracı olarak kullanılmasının ve bu siyasetin, karşılığı olmayan hayatlarda karikatürleşmesinin müthiş bir mizahi öyküsüdür. Hiçbir şey olamayıp da devrimci olanların bir tipolojisidir Pançuni. Ve eserin “Pançuni” adı bile daha baştan mizahi bir derinlik içeriyor: Ermenicede Pançuni demek, söyleyecek sözü olmayan, niteliksiz, mantığı veya aklı olmayan gibi anlamlara geliyormuş.
19. ve 20. yüzyıl için bir anlamda “Devrimler ve karşı devrimler tarihidir” denilebilir. Toplumların hayatında devrim kavramının ifade ettiği o büyük ideallerin gerçekleştirilmesi için, bir başka deyişle “Dünyayı değiştirmek” uğruna büyük fikirlerin kitlesel hareketlerle ete kemiğe büründüğü ortamlarda Pançuni gibi insanlara ait kimi düşün ve tavırların da yer alması, zaten önlenebilir bir durum değildir. Ve bu tiplerin elinde o büyük ideallerin karikatürleşmesinin sanat alanında işlenmesi de, daha çok yine o kesimin içinde veya çevresinde bulunan sanatçılar eliyle olmaktadır. Genel olarak sol da bir özeleştiri kültürü varken, statükocu, gelenekçi, muhafazakâr yapısı gereği sağ da böyle bir kültür pek bulunmaz. Gerçi yazar Odyan, Ermeni devrimcilere epeyi mesafeli ve muhafazakâr biridir. Kitabında Pançuni’nin şahsında bir devrimciyi ti’ye almakla birlikte, özel bir sosyalizm düşmanlığı da yoktur. (HŞ/HK)
Pançuni yazıları: