* Moda'da bir oturma odası (Fotoğraflar: Tunahan Emre Bilgin)
Cuma akşamı bir eposta aldım ve bütün cumartesi günüm değişti.
“…Yarın saat tam 16:45’te verdiğimiz adreste ol…Yanında kimseyi getirme…Sessiz ol…Biz diyene kadar hiçbir yere ayrılma!..’’
Her ne kadar bu sözleri aksiyon film sahnelerinde duymaya alışık olsak da, bu sefer durum farklı: Sofar konsepti çerçevesinde İstanbul’daki ilk “gizli ev konserine’’ yaptırdığım kayıt kabul edilmişti! Macera dolu bir cumartesi beni bekliyordu artık.
Peki nedir bu Sofar? “Sounds From A Room’’ (Odadan Gelen Sesler) kelimelerinin kısaltması olan Sofar, tanımadığınız bir insanın oturma odasında (konser anına kadar) bilmediğiniz müzik gruplarını dinleme imkanı veriyor.
Yani biraz couchsurfing, biraz last.fm tadında. Ve elbette biraz da “flash mob” ruhu taşıyor.
Türkiye’de mi icat edilmiş bu konsept? Hayır. 2009’da Chicago ve Londra’da başlayan konserler zinciri, an itibariyle kadar dünyada 45 şehre yayılmış.
Konserlere gitmek için tek yapmanız gereken şey sosyal medya üzerinden duyuruları takip etmek ve erken kayıt olmak. Sofar konserleri her daim ücretsiz, ama erken yaptırmazsanız yer bulmanız neredeyse imkansız.
Cumartesi günü saat tam 16:40’ta adrese vardım. Sofar konseptini Türkiye’ye getiren Eda Demir ve Gözde Tekay karşıladı beni. Sessizce konserin yapılacağı geniş oturma odasına geçmemi söylediler.
İçeriye girince şaşkınlığımı gizleyemedim: Kimi kanepelerde kimi yastıklarla yere oturmuş 70 kadar insan vardı, ama “tık” yoktu. Görünüşe bakılırsa, herkes sessizlik kuralına harfi harfine uymuştu. Her ne kadar konuşmasalar da, birbirlerini tanımayan onca insanın heyecanı yüzlerinden okunuyordu.
Hiç tanımadığım birisinin evinde konser izlemek hala garip geliyordu. Yüksek tavanlı oturma odasının kitaplık bölümü sahneye çevrilmişti. Çalışma lambalarından sahne spot ışığı, minderlerden anfi taburesi yapılmıştı. Konserleri kaydetmek için bir video kamera ve ses mixer hazır duruyordu.
Etkinlik tam 17:02’de başladı. Eda Demir, kısa bir konuşma yaparak epostada yaptığı uyarıları tekrarladı. Ayrıca ses kaydını etkilememesi için telefonlarımızı uçuş moduna almamızı söyledi.
Aslında tıpkı telefonlarımız gibi biz de uçuş moduna geçmiştik. Destinasyonlarımız Ali Somay, Yüzyüzeyken Konuşuruz ve The Away Days idi.
* Ali Somay
Sahneye ilk olarak Ali Somay ve ekibi çıktı. “On the Road’’ adlı şarkıyla. Sanırım daha iyi bir başlangıç olamazdı. Seyirciler olarak büyülenmiştik. İlk başta memnuniyetimizi nasıl ifade edeceğimizi bilemedik. Çok kural vardı.
“Alkış serbest galiba!’’ diye atıldı birisi. Bütün odayı bir gülme sardı ve alkışlar başladı. Odadaki bütün buzlar erimişti.
Ali Somay ve ekibi 35 dakika boyunca 5 şarkı çaldı. Kendilerini alkışlarla uğradık ve 20 dakikalık ara verdik. Biralar açıldı (buzdolabından!), sigaralar yakıldı (koridorda!), twitter’dan ilk paylaşımlar başladı.
Saat 18:10 gibi Yüzyüzeyken Konuşuruz sahneye çıktığında herkes çok konser havasındaydı: Fotoğraf çekenler, kafasını hafifçe sallayanlar ve hatta arada bir alkış tutanlar. İnsanlar kızlı erkekli (!) eğleniyordu ve her şey güzeldi.
* Yüzyüzeyken Konuşuruz: Kaan Boşnak ve Engin Sevik
Ali Somay’ın İngilizce ve slow akustik havası, Yüzyüzeyken Konuşuruz ile Türkçe’ye dönmüştü. Tempo da biraz artımıştı. Yüzyüzeyken Konuşuruz sahnede kaldığı 32 dakikaya 7 şarkı sığdırdı. Göz açıp kapamadan biten performansın ardından ikinci 20 dakikalık aramıza geçtik.
İkinci ara boyunca gerek koridorda gerekse tuvalet kuyruğunda insanlarla muhabbet ettim, “gizli gazeteci kimliğimle” ilk izlenimlerini aldım. Konuştuklarımın neredeyse çoğunluğu üniversite öğrencisi ve 20 - 25 yaş arasındaydı.
Away Days oturma odasında çalarken "susadık" deyince mutfaktan gidip su getirdiğimiz ortama ev; etkinliğe @SofarIstanbul diyoruz. #sofarist
— Ozan Sakin (@osakin) December 7, 2013
Konserlerin gizli olması ve performansa odaklanmak için sessiz olma şartı herkesin onayını almış gibiydi. Herkes konserin “sound”unu çok beğenmişti.
Peki insanlar böyle bir konseri kendi evlerinde düzenlemek isterler miydi? Bu sorunun cevabı “evet, ama…” diye başlıyordu. Çünkü birçoğu ailesiyle yaşıyordu, kendi evinde yaşayan diğerleri ise durumu komşularına nasıl anlatacağı konusunda endişeliydi. Ayrıca, AKP hükümetinin “kızlı erkekli’’ etkinliklere ve alkole bakışı aşikar gibiydi. Ya bir ihtimal evleri basılsaydı?
Bu endişeleri hiç beklemeden Eda ve Gözde’ye yönelttim. “İlk etkinliği evimde düzenlememizin nedeni biraz da buydu’’ dedi Gözde. “Konserleri vereceğimiz evler konusunda birçok kriter var. En başta kapasitesi uygun olmalı. Ayrıca, komşu konusu kesinlikle çözülmüş olmalı. Elimizde bunlara uyan bir sürü başvuru var.’’
* The Away Days: Oğuz Can Özen, Tan Deliorman, Sezer Koç ve Anıl Atık.
Organizasyonun başından beri gösterdikleri titizliği göz önünde bulundurarak bu cevaptan tatmin oluyorum. Ve üçüncü konsere konsantre oluyorum.
Yaklaşık 2,5 saat süren etkiliğin son grubu The Away Days, atmosferi tekrar akustik ve İngilizce’ye çevirmişti. Ama tempo yerinde kalmış herkesin enerjisini yukarıda tutmayı başarmıştı.
Konserin sonunda büyük bir alkış koptu. Sonra da yine bir sessizlik…Bu kez herkesin yüzünde heyecanla birlikte böyle bir etkinliğe katılmanın memnuniyeti okunuyordu. Ve belki de herkesin kafasında aynı soru vardı: Ne yapsam da komşuları (ve belki de başbakanı) ikna etsem? (BM)