Yasağa uyalım ama yaşamımızdaki yasaklara dair yazalım. Her konuda ve her düzeyde... Ne dersiniz?
Yasak öncelikle "yasağı" tarif ve kontrol eden "bir egemen ve onun sahip olduğu bir erk"in olmasını gerektiriyor. Yani "yasak olanın" dışında bir "yasaklayan" ve bir de "yasaklanan" olmak zorunda. Başka bir deyişle "yasaklar" daha baştan "eşit"lerin olmadığı bir durumu gerektiriyor.
Yasakların "yasak" olabilmesi için bir de "şiddet" unsurunun en azından "tehdit" bağlamında var olması gereklidir. "Şiddet"e karşı tepki ve tutumumuz ya da "şiddet"i uygulayıp uygulamamamız da "yasaklarla olan ilişkimizi" belirleyen çok önemli bir etmendir.
Yaşamımızda "şiddet" ne kadar çok yer alıyorsa, koyduğumuz ya da uyduğumuz "yasaklarımız" da o oranda çoktur.
Çünkü her yasak "özü itibariyle" şu ya da bu oranda içinde "şiddeti barındırır" ya da "şiddeti çağırır."
Yasakları yasaklamak bile belli bir oranda, "erki, egemenliği ve şiddeti" gerektirir.
* * *
Biraz "yasak ve yasaklamak" üzerine düşünelim:
"Yasakların olmadığı bir yer, zaman ve dönem olamaz mı?"
"Örneğin herkesin "eşit" olduğu toplumlarda "yasaklar" olmayacak mı, ya da çok aza inmeyecek mi?"
"Bir toplum kendi düzeni için kendilerine bir takım "yasaklar" koyup, sonra da onlara uyulması için 'izleyenler, gözleyenler' görevlendiremez mi, sonra da yasaklara uymayanlara yine kendi koydukları kurallar çerçevesinde cezalandıramaz mı?"
"Acaba insanlar kendi kendilerine, yine kendileri tarafından belirlenmiş yasaklar koyamaz mı?"
örneğin kendimize sigara içmeyi, abur cubur yemeyi yasakladığımız zaman da bir "egemen ve erk" mi söz konusu olmaktadır?
* * *
Bu sorular ve onlara verdiğimiz yanıtlar bizim "egemenlik ve erk"le olan algımızı ve ilişkimizi de tanımlar.
Bir adım daha ileri gidelim; yasakların sayısı, kapsamı, alanı ve uygulama biçimi de yine bizi ve bizim bu kavramlarla ilgili konumumuzu da gösterir. "Erk ve egemenlik" dışsal olgular değildir, onların gerçekten var olması, onları tanıyan ve kabul edenlerin varlığını gerektirir.
Kendi kendimize koyduğumuz yasaklar bunun en alt düzeyidir ve kendi içimizde yarattığımız "ikiliğin" bir tür dışa vurumudur aslında.
Bizleri belirleyen ya da engelleyen "ilahi yasaklar"ımız vardır. Bir inanç sisteminin koyduğu yasaklar gibi görünse de, aslında o sisteme bağlılığımız oranında bizi etkileyen yasaklardır bunlar. O sisteme tabi olmadığınızı düşündüğünüzde sizin için yasak olmaktan çıkarlar. Başka bir deyişle "özne" yine aslında kendimizdir aslında.
* * *
En küçük biriminden örneğin aileden başlayarak, mesleğin, aidiyetin, cemaatin ve nihayet toplumun koyduğu "yaşamla ilgili yasaklar" da söz konusudur yaşamımızda. "Ahlak ya da etik" adına, "adet ve gelenekler" adına tanımlanırlar ve uyulması beklenen yasaklardır onlar. Aslına bakacak olursak bunların da "öznesi" yine kendimizdir. O toplumsal ortam ve çevrede olmakla, kendimizi bunlara uymaya kendimiz zorlarız. Ama başka bir ortam ya da çevreye gidersek bunların ortadan kalktığını, ama başkalarının ortaya çıktığını görebiliriz.
İçinde olduğumuz "düzen, sistem" adına konulmuş yasaklar vardır. Genellikle "yazılı hale" getirilmiş kurallarla tanımlanmış yasaklardır bunlar. Zamana, yere, döneme, düzenin ne ve nasıl olduğuna bağlıdırlar.
Bunlar da sanki bizim dışımızda belirlenir gibi görünse de aslında onları bir kural haline getirenleri, o kuralları uygulayanları ve yasaklanan şeyler yapıldığında yaptırımları uygulayanları da aslında yine bizler belirleriz.
Aslında onları var etmek de, ortadan kaldırmak da, değiştirmek de elimizdedir ve bu bizlerin birey ya da toplum olarak seçimlerimizle doğrudan ilgilidir.
Herhangi bir yasağı ortaya koyarken ya da kabul ederken genellikle düşündüğümüz kendimiz değilizdir. Yasakların hep başkaları için konulduğunu düşünürüz. Yasaklar ne zaman bizi somut olarak kısıtlar ve engellerse o zaman ayrımına varırız "yasakların ve yasaklamanın" anlamının ve öneminin.
* * *
Yasakların süreç içinde bir "ömrü" de vardır. İnsanların ve toplumların değişimiyle "yasaklar" da değişir. Ama yasakları var eden ve yasakların varlığını sağlayan "erk, egemenlik ve şiddet" öğeleri her zaman varlığını korur.
Yasakların ortadan kalkması için "ideal" anlamda eşitliğin kabul edilmesi ve yasakları var eden bu unsurların da insanların gündeminden çıkması gereklidir.
Bunların gerçekten gündemimizden tümüyle çıkmasını isteyene ve bunu sağlayana kadar yasaklar yaşamımızda hep olacak ve bizleri belirleyecektir.
Onun için öncelikle kendimizi sonra da birlikte olduğumuz insanlarla oluşturduğumuz "topluluk ve toplumlarımızı" değiştirmemiz gereklidir.
Değişimin nereden, nasıl ve ne zaman başlayacağı, yine gerçek "özne" olabilenlerin irade, karar ve kararlılığına bağlı olacaktır.
Yasaklarla mücadele etmeyi istemek, bunu yapmaya niyetlenmek ve gerçekten mücadele etmek ancak kendimizin "özne" olduğumuzu fark etmemizle ve bu bilince erişmemizle mümkün olabilir ancak.
O nedenle yazının başında belirttiğim yasak aslında başkalarının, düzenin, sürecin ya da içinde bulunduğumuz toplumun koyduğu bir yasak değildir.
O bizzat benim bu yazıya başlarken bir erki, egemeni ve kendimi "özne" olma yerine bu konuda bir "tâbi olma" ilişkisini kabul etmemle başlamıştır ve yazdıklarımı belirlemiştir.
* * *
Yasaklardan yakınmadan önce kendimizin ne kadar "özne" olabildiğimizi sorgulamaya ne dersiniz?
İsterseniz bunu yarın sabahtan akşama kadar da yapabilirsiniz.
Kim bilir belki de hepimiz aynı anda aynı şeylerin farkına varır, aynı şeyleri ister, aynı şeyleri yapmaya karar verir ve yapabiliriz.
Böylelikle bir değişimin ilk adımlarını hep birlikte böylelikle atmış olabiliriz! Ne dersiniz?