"Herhangi bir olayın haberini yazarken; çok fazla bilgisi, eğitimi ve bilinci olmayan ama bu olayı merak eden insanların aklına gelen ilk ve en basit soruları sor, sonra da onların yanıtlarını arka arkaya sırala. Haber kendiliğinden ortaya çıkacaktır."
Gerçekten bu yöntem eksiksiz haber için basit ve kolay bir yoldu ve yeterliydi. Sonra habercilerin "5N-1K" kuralının bunun basit bir "formülü"nden ibaret olduğunu zaman içinde fark ettim. Çünkü bu sorular, soru sormanın en basit yoluydu.
Ardından bir şeyi daha fark ettim: Bu soruların hepsine tam ve doğru yanıtlar vermek hem haberci, hem haber kaynağı, hem de yayın organının bazı "tabu ve değerleri" için bazı sıkıntılar doğurabiliyordu. O zaman yapılan haberi süslemek,yani ayrıntılara boğmak yeterliydi. Böylelikle bu temel sorulara yanıt vermekten kaçınmak mümkün olabiliyordu. Bu da haberciliğin bir başka önemli kuralıydı. Objektif nereye yönelirse onu görüyordu. Haber de böylelikle "objektif" oluyor ve kabul görüyordu.
Sonra da birbiriyle karşıt bu iki durumdan, ancak "ilki yeğlendiğinde" gerçek haberciliğin yapılabildiğini öğrendim. Çünkü kamunun haber alma hakkı ancak böyle sağlanıyor, gazetecilik de ancak böylelikle "bağımsız" olabiliyordu.
Bunları neden yazdım?
Zaman gazetesinin 29/01/2007 tarihli nüshasında "Hastayı en çok poliklinikler mağdur ediyor" başlıklı bir haber vardı.
Haberde "Sağlık Bakanlığı'nın hasta hakları kurullarına yapılan başvurular"dan söz ediliyor ve bakanlığın "hasta hakları birimi"nden sağlanan verilerle mevcut duruma ve yaşanan sorunlara ilişkin bilgiler veriliyordu. Ama bu bilgilerin tümünü okuduğumda herhangi bir kişinin aklına gelebilecek soruların hiç birisinin haberi yazanın aklına gelmediğini veya gelse de yanıt alınamadığı için yazılmadığını veya habercinin "bu konulara" girmek istemediğini" düşündüm.
Veriler
İsterseniz önce haberin bazı ayrıntılarını iletelim. Sonunda da bizim aklımıza gelen ama haberde yanıtları olmayan bazı soruları soralım.
Sağlık Bakanlığı'nın sunduğu verilere dayandırılarak hazırlanan bu habere göre 2006 yılı içinde "43 bin 509 kişi şikayet müracaatında" bulunmuş. Bunların yalnız "12 bin 110'u yazılı şikâyet" olarak yapılmış. Kalan "31 bin 399 başvuru" ise sözlü olarak yapılmış ve Bakanlığın bildirdiğine göre bunlar başvuru sırasında "çözümlenmiş".
Haberde yine bakanlığın verilerinden bazı ayrıntılar ele alınarak bir de kıyaslama da yapılmış: "Hasta hakları uygulamasının başladığı 15 Şubat 2004 tarihinden 2005'in sonuna kadarki yaklaşık iki yıllık süreçte ise 35 bin 457 başvuru yapılmıştı. Bu başvuruların 6 bin 103'ü yazılı olurken, 29 bin 354'ü ise yerinde çözümlenmişti. Bu rakamlar karşılaştırıldığında sadece 2006 yılında yapılan başvuruların önceki 2 seneyi geride bırakması dikkat çekti."
Habere göre "En çok şikâyet edilen kuruluş ise yüzde 50 ile poliklinikler" olmuş ve haberin başlığında da bu durum özellikle vurgulanmış. Bunun ardından, yüzde 13'lük oranlarıyla acil ve ilkyardım hizmetleri ve klinik hizmetleri geliyormuş. Daha sonra da yüzde 12 ile idari birim ve yüzde 10 ile laboratuar ve görüntüleme hizmetleri şikayet edilmiş.
Şikayet edilen sağlık çalışanlarının çoğunluğunu Yüzde 41 ile uzman hekimler, yüzde 11 ile pratisyen hekimler yüzde 9'luk bir oranla da hemşireler izlemiş.
Başvuranların kişisel özellikleri ise haberde şu şekilde veriliyor: Başvuranların üçte ikisi ilköğretim ya da lise mezunu, üçte biri ise üniversiteli; yüzde 31'i 41 yaş ve üstü, yüzde 21'i kamu personeli, yüzde 19'u serbest meslek sahibi, yüzde 17'si de ev hanımı imiş.
Dikkati çeken bir önemli nokta da "43 bin 509 hasta"nın yüzde 45'inin "hizmetten faydalanamama konusunda başvuru yaptığı" yolunda. Bunu "saygısızlık, mahremiyet ihlali ve güvenlik" izliyormuş.
Yazılı olarak yapılan başvuruların yüzde 17'si hasta lehine sonuçlanmış. Hastaların haklarında "haksız olarak" şikâyette bulunma oranı ise Yüzde 61 olmuş. Başka bir deyişle hastalar hasta oldukları için olmalı (?) doğru değerlendirme yapamayarak sağlık personeline bir anlamda "iftirada bulunmuşlar".
Ama yapılan değerlendirme sonucunda "hak ihlali yapan" sağlık personeline ise yüzde 40 sözlü uyarı, yüzde 30 yazılı uyarı, yüzde 5 kınama, yüzde 3 maaş kesme, yüzde 3 ek ödeme kesintisi cezası uygulanmış. Henüz değerlendirme aşamasında olanlar ise yüzde 19'muş.
Genel veriler böyle olmakla birlikte "İstanbul" özelinde yapılan değerlendirmede durum tersine dönmüş durumda. Habere göre "İstanbul'da dilekçe veren 11 hastanın dörtte üçü" haklı bulunmuş. Onlara da "uyarı, kınama ve maaş kesme" gibi çeşitli cezalar uygulanmış.
Ne güzel değil mi?
Haber bizi son bir yıl içinde Türkiye'de gerçekleşen hasta hakları ihlâlleri konusunda bilgilendiriyor. Haberin bütününü okuyunca; bu konunun ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz.
Dahası Sağlık Bakanlığı'nın da bu konuda ne kadar çok çaba harcadığını anlıyoruz. Ayrıca işin bir başka güzel yanı da, aslında hak ihlâllerinin çok fazla olmadığının verilerle gösterilmesi.
Üstelik hak ihlâli yapan sağlık personelinin de hemen çeşitli cezalara çarptırılıyor. Ne güzel değil mi? Her şey yolunda?
Ben ise; aynı zamanda bir hasta hakları aktivisti ve yıllardır bu işlerle uğraşan bir insan olarak bu haberin "eksiklerle" dolu oluğunu düşünüyorum. Bu verileri okuyunca benim aklıma bazı sorular takılıyor.
Sorular
Sanırım bu ülkede yaşayan, gazeteleri okuyan, herhangi bir sağlık kuruluşundan hizmet alan kişilerin de aklına şunlara benzer sorular geliyordur:
Soru 1: Bu dönemde Sağlık Bakanlığının veri topladığı sağlık kuruluşlarının sayısı nedir?
Soru 2: Bunların ne kadarında "hasta hakları birimleri" vardır?
Soru 3:Bu dönemde veri toplanan bu kurumlara ne kadar hasta başvurusu yapılmıştır?
Soru 4: Dolayısıyla bütün hizmet alanlar içinde "şikayet eden hastaların oranı" ne kadardır?
Soru 5: Uluslararası veriler ve bilimsel araştırmalar temel alınırsa (örneğin ABD'de 2005 yılında 98.000 hastanın yaşadıkları hak ihlâlleri sonucu yaşamlarını yitirdikleri bilinmektedir) , buna göre bu oran nasıl bir hizmet sunumunu göstermektedir?
Soru 6: Bu kadar çok okumuş yazmış hastanın sanki birbirleriyle önceden anlaşmış gibi hep haksız yere şikayette bulunması acaba nasıl değerlendiriliyor? Bu kurullar aynı zamanda hizmeti üstlenen kurumların alt birimleri ve aynı amirlerden emir alan insanların hizmet verdiği yerler; acaba burada bir taraf tutma söz konusu olamaz mı?
Soru 7: Burada verilen oranları kabul etsek bile İstanbul'daki kurumlardan hizmet alan ve şikayette bulunan 11 bin hastanın, haklı olan dörtte üçünün yani 8250 hastanın; tüm Türkiye'de şikayette bulunan ve hak ihlâline uğradığı anlaşılan 2058 hastanın başına, yaşadıkları bu hak ihlâllerinden dolayı neler gelmiştir. Ne kadarı yaşamını yitirmiş, ne kadarı kalıcı sakatlığa maruz kalmış, ne kadarı bu sorunlar için ayrıca para harcamak zorunda kalmıştır?
Soru 8: Kamu kurumlarından hizmet verirken, yaptıkları veya yapmadıkları herhangi bir işlem veya uygulama nedeniyle insanlara zarar verenler için yalnız idari cezalar öngörülmez, bunun yanında bedensel zararlarda cezai soruşturmalar da açılması gerekir. Bu kişilerle ilgili olarak savcılıklara bilgi verilmiş midir? Bu şekilde açılan cezai kovuşturma sayısı ne kadardır?
Soru 9: Sağlık Çalışanlarının hatalı işlem ve uygulamalarıyla mağdur ettiği kişiler, zararlarını tazmin için hukuksal hak arama yollarını ne oranda ve ne kadar kullanmışlardır? Açılan dava ve toplam olarak talep edilen tazminat miktarı nedir?
Soru 10: Sonuç olarak bizim ülkemizde kamu sağlık kurumlarının verdiği hizmet sırasında sağlığından olmak bir yana yaşamından olan hasta sayısı ne kadardır?
Soru 11: Sağlık Bakanlığı'na bağlı kurumların verdiği bu sağlık hizmeti iyi, yeterli ve nitelikli bir hizmet midir?
Sonuç ve değerlendirme
Bu soruların sorulmaması ve yanıtlarının olmaması eğer bir "bilgilenme eksikliği" ise haberi yazan haberci ve onun yazı işleri müdürünün eksikliği bu yazım onlara sanırım gereksindikleri "teknik bilgiyi ve rehberliği" sağlayacaktır. Onlardan bundan sonra "daha tam ve daha doğru haberler" beklemek de hakkımızdır.
Yok eğer bu sorular akıllarına gelmiş ama "Bakanlık bunlara yanıt vermemiş" ise o zaman hep birlikte kamunun bilgilenme hakkını ihlâl eden bakanlığa hesap sormamız gerekmez mi?
Eğer Zaman gazetesi bu soruları sormak ve yanıtlarını "Bakanlığı eleştiren" bir yayın organı olmamak için yazmadıysa veya yazamadıysa o zaman bu haberciliği hem gazetecilerin meslek örgütleri bu konuyu ele alıp tartışmalı hem de toplum ve onun örgütleri, başta hak arama ve sağlıkla ilgili toplum örgütlenmeleri bu gazeteye hesap sormalıdır.(MS/EÜ)