"Para eden bir şeye sahipseniz onu elbette satarsınız." Kapitalizmin temel kuralı budur.
"Kazanmak için satmak gerekir." Kapitalizmin "ideolojisi" de budur.
Sürekli okurlar bilir bunlar benim savunduğum görüşler değil, aslında benim itiraz ettiğim, ama bir gerçeklik olarak da saptadığım, yaşanan ortamın "egemen" bakış açısıdır.
* * *
1999'da yapılan ve bizde "Köstebek" adıyla sunulan "Insider" filmini gösterime girdiği sırada izleyememiştim. Bu hafta CNBC-e'de izleme fırsatını buldum. Al Pacino'nun gerçek hayattaki adı Lovell Bergman (1946) olan araştırmacı gazeteci rolünde resmen döktürdüğü ve yedi dalda Oscar'a aday olan ama hiçbir dalda ödül alamayan (?) bu filmin konusunu izlemeyenler için kısaca özetleyeyim.
Filmde sigara şirketlerine daha sonra açılacak milyonlarca dolarlık davalara "kaynaklık eden" ilk içerden açıklamayı yapan Jeffrey Wigand'ın Amerikan CBS televizyonunda yayınlanan Lovell Bergman ve Mike Wallace'ın yapımcılık ve sunuculuğunu üstlendikleri "60 Dakika" adlı programın yapılma ve yayınlanma süreci anlatılıyor.
Programa konuk olan Wigand sigara şirketinin "nikotin"in etkilerine ilişkin gerçekleri gizlediğini iddia edip bunun kanıtlarını ortaya koymaya çalışıyor. Ama Amerika'nın en ünlü ve büyük sigara şirketi olan B&W hem ona, hem de programcılara yönelik olarak mücadeleye başlıyor ve başlarına gelmedik kalıyor. Gerçekleri ortaya koyan bir belgesel gibi çekilmiş, Amerikan kapitalizminin "içerden eleştiri"sinin yapıldığı bir film İnsider.
* * *
Peki bu film benim yazıma neden konu oldu?
Filmin sonunda Lowell Bergman programın yapımcılığından vaz geçtiğini ortağı Mike Wallace'a söylüyor. Gerekçesi de "bundan sonra haber kaynaklarının ona artık güvenmeyeceği, dolayısıyla konuşmayacağı" şeklinde. "Ben haber kaynağını satan bir gazeteci olamam"diyor.
Haber kaynağının "korunması" gerek yasal, gerekse gazetecilik etiği çerçevesinde bir miktar koruma altına alınmıştır. Ama bu cümlede yer alan "bir miktar"ın altı çizilmelidir.
Bu filmde anlatılan örnekte de görüldüğü gibi "güç" ve onu belirleyen temel unsurlardan birisi, belki de en önemlisi olan "para" büyüdüğü zaman bu korunma "miktar"ı ne yazık ki giderek küçülmektedir.
Ticarileşmiş sağlık alanı da giderek büyümekte, "para" her şeyin üstünde ve önünde gelmektedir. Bu nedenle yalnız onların "kâr"larını büyütecek araştırmalar yapılabilmekte, onlar desteklenmekte, onların duyurulması ve yaygınlaştırılması sağlanmaktadır.
* * *
Dünyanın bir çok yerinde bu arada da ülkemizde duyarlı kişi ve kurumlar bunları ortaya koymaya çalışsa da ne yazık ki sesleri çok duyulmamaktadır.
Bizdeki belki de tek örneği olan bir ilaç firmasının devlete olan ticari faaliyetindeki "yasal olmayan" faaliyetler konusu ancak iş "resmiyete" dökülünce medyada kendisine yer bulmuş ve kısıtlı sayıda yayın organında yayınlanabilmiştir.
Bu konuyu ortaya koyan Insider filminde olduğu gibi yine "içerden" bir üst düzey yönetici olmuş ve aynı Wigand gibi başına gelen kalmamıştır.
Bu örnekler ne yazık ki bu konuda "kamu çıkarı"nı düşünen ve "bilimsel gerçeklerin" peşinde olan insanların "medyayla ilişkileri"ni de güçleştirmektedir. Bergman'ın söz ettiği "güvensizlik" bu konuda oldukça sıkça söz edilen bir durumdur.
* * *
Bu konuda kamunun çıkarına ve onun adına davranmakla görevli olan resmi kurumların da ne yazık ki sıklıkla duyarsız ve sessiz davrandıkları gözlenmektedir.
Günümüzde ise bu görev neredeyse tam tersine dönmüş durumdadır. Onlar da artık "ulus ötesi şirketlerle işbirliği yapmakta" yerlerini ve tutumlarını onların çıkarlarının tarafında yer alarak belirlemekte ve onların "dikte ettiği" politikaları uygulamaktadırlar.
Bu ilişki o kerteye varmıştır ki kamu adına iş görmesi gereken resmi görevlilere; "yapılan uygulamalara getirilecek itiraz ve eleştirilere" karşı nasıl davranacaklarına dair eğitimler verilmeye başlanmıştır.
Dahası bu eğitimleri söz konusu "ulus ötesi" şirketlerin uzmanları bir çok yerdeki örneklerin getirdiği deneyimlerle zenginleştirerek "politika belirleyicileri ve uygulayıcılarına" sunulmaktadır.
* * *
Bu eğitimlerden kullanılan eğitim materyalinin bir yerinde şöyle denilmektedir:
"Medyanın muhaliflere yer vermemesini sağlayın. Muhalifleri tecrübesiz, çıkar düşkünü, hain, ya da diğer olumsuz sosyal değerlere sahip olarak tanımlayın."
Bu metinden çıkabilecek en önemli sonuç şu: "Bir resmi görevli ya da yetkili 'medyanın muhaliflere yer vermemesini' demek ki sağlayabiliyor." Devamını tartışmıyorum bile.
Bana ulaşan bu metnin herhangi bir medya kuruluşuna veya medya mensubuna ulaşıp ulaşmadığını bilmiyorum. Ama eğer ulaştıysa bence "kıyamet" kopması gerekir. Ama tersini de söyleyeyim: "Kıyametin kopmaması bu bilginin onlara ulaşmadığını göstermiyor." Belki de tam tersine bir "kabulü ve işbirliğini" ortaya koyuyor.
Bu durumda "haber kaynağının güvenmediği, "kendisini satabilecek" bir medyaya gidip bazı bilgileri aktarmasını beklemek, dahası o bilgileri bulmaya veya elde etmeye çalışmasını istemek ne derecede olasıdır ve gerçekçidir.
Son sözümü yeniden yazmıyorum. Merak edenler yazının başına bakabilir.(MS/EÜ)