Sonuç olarak insanlar talep eder, hekimler de durumlarını belirten raporlar verirler.
Bu raporlar resmi birer belgedir. Bu raporlar yasalar karşısında birer kanıttır. Bu raporlar, hukukun ve adaletin işleyişinde vazgeçilmez dayanaklardır.
Bunun bir tek koşulu vardır: Raporun içeriğinin doğru olması. Çünkü yasalar da, etik de ahlak da, bilim de böyle söylüyor.
Rapor veren verdiği raporun sorumluluğunu alır. Yalan, yanlış rapor veren bunun bedelini öder.
Bu saydıklarım olması gerekenler; yani doğrular. Peki ya gerçekler?
Her zaman olduğu gibi doğrularla gerçekler arasında hep bir açı vardır. Bu konuda da öyle.
Sadece sağlık değil
Sağlıkla ilgili konular hekimlerin doğal ve ilk görevleridir. Ama hekimler yalnız insanların sağlıklarıyla ilgili konu ve durumlarda değil, adaletin işlemesi sırasında da, hukukun gereklerinin yerine gelmesi sırasında da yargının olmazsa olmaz unsurlarının bir adım önünde giderler.
Kişinin suçlu olup olmadığından önce suçu işleyecek durumda olup olmadığına bakılır. Bunu saptayacak olan hekimdir. Suçu kesinleşince, cezasını çekip çekemeyeceği de yine bir doktor raporuyla belirlenir. Hekimler bu anlamda adaletin de yardımcısıdırlar.
Geçtiğimiz günlerde bunun böyle olduğunu kanıtlayan iki önemli olay yaşadık. İlkinde bir eski başbakan işlediği bir suçtan dolayı ceza alınca cezasının infazı aşamasında ülkenin "şeref ve haysiyetini" kurtarma görevi bu ülkenin "hekimleri"nin üzerine kaldı.
Ya hekimlerin ve onur ve haysiyetleri? Onu daha sonra göreceğiz.
Önce Anadolu Ajansı'nın geçtiği haberleri yorumsuz bir şekilde okuyalım:
Tarih 23.12.2003 Saat 13:51:
Başlık "Erbakan rapor almak için hastaneye başvurdu"
Haber metni:
Ankara - "Kayıp Trilyon" davasında "özel belgede sahtecilik" suçundan 2 yıl 4 ay hapis cezasına mahkum olan Necmettin Erbakan, mahkumiyetinin infazının ertelenmesi amacıyla rapor almak üzere Ankara Numune Hastanesi'ne geldi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca dün 2 yıl 4 aylık mahkumiyet cezasının infazı için hakkında yakalama emri çıkarılan Erbakan, öğlen saatlerinde kalabalık bir partili grubu eşliğinde hastaneye geldi.
Aracından indikten sonra tekerlekli sandalyeye alınan Erbakan, Başhekimlik katına çıkarıldı. Erbakan'a, daha sonra bir grup doktor tarafından sağlık durumunun belirlenmesi amacıyla konsültasyon uygulandığı öğrenildi.
Erbakan, yaklaşık bir saat kaldıktan sonra hastaneden ayrıldı. Hastane çıkışında Erbakan'ın görüntüsünü almak isteyen basın mensupları arasında izdiham yaşandı.
Bu sahneyi ben tv.de gördüm. Sayın Erbakan her zamanki tavır ve hareketleriyle bir arabadan indi ve hastanenin kapısını yürüyerek geçti, sonra birden bir tekerlekli sandalyeye bindirildi, korumaları ve birçok insandan oluşan bir grupla bir yere doğru götürüldü. Tekerlekli sandalyedeki haliyle her zamanki bildiğimiz Necmettin Erbakan'dı.
Vatandaş sağlık raporunu böyle almıyor
Bazı resmi işlemlerde Sağlık Kurulu raporu gerekir. Sağlık Kurulları bazı hastanelerde oluşturulur ve belirli bir programla insanlar çeşitli işlerde kullanmak üzere Sağlık kurulu raporları alırlar. Özel bir formu vardır. Önceden bu form alınarak başvuruda bulunulur.
Bazı incelemeler yapılır ve en az beş hekimden oluşan bu kurul kişinin durumuyla ilgili resmi belge niteliğinde Sağlık Kurulu raporu verirler. Sayın Erbakan'ın aldığı rapor en azından uygulama açısından sokaktaki herhangi bir vatandaşın aldığı sağlık kurulu raporuna benzemiyor.
En azından vatandaşlar hastanelere bu şekilde gelip, başhekimlerin odasına girip ilgili doktorları oraya çağırtarak Sağlık Kurulu raporu almıyorlar.
Bu ülkede bütün vatandaşlar kanun karşısında eşittirler. Hekimler de kimseye farklı davranmayacaklarına dair hekimlik andı içmişlerdir.
Başhekim yardımcısı raporu okuyor
Sürdürelim...
Aynı gün saat 16:07:
Başlık: "Necmettin Erbakan 'sağlık raporu' aldı"
Haber metni; yine yorumsuz:
Ankara - Ankara Numune Hastanesi Sağlık Kurulu, SP Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ın tespit edilen hastalıklarının hayati önemi olduğu gerekçesiyle cezasının infazının 1 yıl ertelenmesinin uygun olacağına karar verdi.
Sağlık Kurulu adına gazetecilere açıklamada bulunan Başhekim Yardımcısı Faruk Çetin, Ankara Cumhuriyet Savcılığı'nca, CMUK'un 399. maddesi gereği Erbakan'ın cezasının ertelenip ertelenmeyeceğinin sorulduğunu belirterek, Erbakan'ın Nöroloji, Kardiyoloji, Nefroloji ve Ortopedi uzmanlarınca muayene edildiğini söyledi.
Çetin, raporu gazeteciler okudu. Raporda, şöyle denildi:
"Serebrovaskuler hastalık ve geçirilmiş beyin enfarktüsü (beyin damarlarında daralma ve tıkanıklık), hipertansiyon, hipertansif kalp hastalığı, hafif aort darlığı, kalpten çıkan damarlarda daralma, böbrek fonksiyon testlerinin bozulduğu, böbrek yetmezliğinin bulunduğu, Lomber skolyoz, torakal kifoz, torakal 12, lomber 1, vertebrada kompresyon kırığına bağlı artrozik değişiklikler (Omurgalarda öne ve yana eğilme ile omurgada kırık) ve bunlardan dolayı bacaklarda ağrı ve yürüme güçlüğü tespit edilmiştir.
Bu hastalıkların hayati önemi olduğu, CMUK'un 399. maddesi gereğince cezasının ertelenmesi gerektiği, bu nedenden dolayı cezasının 1 yıl ertelenmesinin uygunluğuna karar verilmiştir."
Bu hastalıklar sahiden varsa!
Sağlık Kurulu raporu Ankara Cumhuriyet Savcılığı tarafından istenmiş. Sağlık Kurulu Sayın Erbakan'ı değerlendirmiş. Sayın Erbakan'ın 78 yaşında olduğu söyleniyor. Raporda belirtilen hastalıklar eğer varsa gerçekten çok önemli.
Ama Sayın Erbakan eğer Ankara Numune Hastanesi'nde düzenli izlenen bir hasta değilse, 2 saat 20 dakika içinde bu kadar çok hastalığın nasıl ve neye dayanarak teşhis edildiği doğrusu ortaya konulmalı.
Eğer yanında bunlara ilişkin raporlar, tetkikler getirdiyse, bunların ne zamana ait olduğu çok önemli. Eğer o incelemeler yakın zamana ait değilse o an itibariyle Sayın Erbakan'ın durumu ortaya konulmamış demektir. Değilse Sayın Savcı bu rapor hakkında da soruşturma yapmalıdır.
Raporun ayrıntılarını okuyalım: "Serebrovaskuler hastalık ve geçirilmiş beyin enfaktüsü" en ciddi hastalık tablosu. Haberde bunun anlamı parantez içinde belirtilmiş: "beyin damarlarında daralma ve tıkanıklık hali."
65 yaş üzeri, 20 yıl sigara içmiş mahkumlara tahliye
Eğer bu durum sayın Erbakan'ın hapiste yaşamasını engelliyen bir durumsa; cezaevlerinde 65 yaşından yukarı ve en az 20 yıl sigara içmiş olan herkesi tahliye etmek gerekecek. Tabii sayın Erbakan gibi yine sokakta yaşayan bu durumdaki insanlara da büyük bir ihtimam gösterilmesi gerekiyor.
İkinci önemli hastalık; "hipertansiyon, hipertansif kalp hastalığı, hafif aort darlığı, kalpten çıkan damarlarda daralma" biçiminde ortaya çıkan bir kalp hastalığı tablosu. Gerçekten çok ciddi bir durum. Ama yine cezaevlerinde bulunan ve bu durumdaki insan sayısı da hiç de az olmamalı.
Üçüncü önemli hastalık ise "böbrek fonksiyon testlerinin bozulduğu, böbrek yetmezliğinin bulunması". Bunu da eklediğinizde böyle bir insanın kıpırdayacak halinin olmaması gerekir. Sürekli yoğun bakım koşullarında yaşaması, dialize girmesi filan gereklidir.
Erbakan'ın yaşamı ciddi risk altında
Eğer sayın Erbakan gerçekten bu durumdaysa çok kötü. Ya hekimleri onu hiç bilgilendirmemiş ve karşı karşıya olduğu tehlikeleri anlatmamış, ya da Sayın Erbakan büyük bir vatanseverlikle herşeyi bir kenara koyarak ilkesi için çalışan bir "kahraman". Ama yaşamı ciddi risk altında.
Bunları tamamlayan başka hastalıkları da var: Lomber skolyoz, torakal kifoz, torakal 12, lomber 1, vertebrada kompresyon kırığına bağlı artrozik değişiklikler".
Bunlar da Sayın Erbakan'ın ayakta durmasını zorlaştıracak çok önemli patolojiler. Sayın Erbakan'ın haberde parantez içinde verildiği gibi omurgalarında öne ve yana eğilmeler var. Bunlar çok şiddetli ağrılar verir.
Düz yatakta sırt üstü yatmak dışında çözümü de yoktur. Hele hele omurgasında daha önce yaşadığı bir kırıktan kaynaklanan nedenle kemik yapısındaki kötü değişiklikler ve bunlardan dolayı bacaklarındaki ağrı ve yürüme güçlüğü de ona yaşamı zehir ediyor olmalı.
Adeta yalnız ağrı kesiciler ile duran bir insan sayabiliriz Sayın Erbakan'ı. Böyle bir insanı değil cezaevinde yatırmak, hastane dışında bir yerde yaşamaya izin vermek, hem de politika gibi eziyetli bir mesleği yaptırmak bir başka hak ihlâli sayılmalı.
Sürdürelim...
Saat 18:23:
Başlık: "Erbakan'ın mahkumiyetinin infazı 1 yıl süreyle erteledi"
Haber metni:
Ankara - "Kayıp Trilyon" davasında, "özel belgede sahtecilik" suçundan 2 yıl 4 ay hapis cezası alan kapatılan RP'nin Genel Başkanı ve halen SP'nin Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ın cezasının infazı 1 yıl süreyle ertelendi.
SP Genel İdare Kurulu üyesi Şeref Malkoç ve Erbakan'ın avukatı Yaşar Gürkan, Ankara Numune Hastanesi Sağlık Kurulu'nun raporunu, infaz işlerinden sorumlu Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Bekir Selçuk'a sundu.
Selçuk, daha sonra, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Boyrazoğlu ile görüştü.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, sağlık raporu doğrultusunda Erbakan'ın cezasının infazının 1 yıl süreyle ertelenmesine karar verdi.
Bu işlem için bekleyen İnfaz Savcılığı hızlı bir şekilde işlemi tamamlayarak, Sayın Erbakan'ı sağlık sorunlarının çözümünün sağlanması için cezasını ertelemeye karar vermiş olmalı. Bu durumda sayın Erbakan'ın söz konusu 23 Aralıktan bu yana sağlık durumunu hem toplum, hem de ona bu raporu veren hekimler oldukça merak ediyor olmalılar.
Erdoğan'ın raporu
Bunları yazarken birden Sayın Erbakan'ın selefi Sayın Başbakan'ın bir mahkeme için aldığı doktor raporu ve arkasından bir yerlerde haber kameralarının kaydettiği, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı oldukça sağlıklı gösteren görüntüler aklıma geldi.
Bu bir tür alışkanlık mı, yoksa rastlantı mı diye düşünmeden edemedim. Sahi o zaman rapor veren hekimle ilgili her hangi bir mesleki ya da idari soruşturma açıldı mı, nasıl sonuçlandı?
Onur kurtaran doktorlar
İlk haberin giriş saati:13.51. Son haberin ki ise 18.23. Yani dört saat 31 dakikada görev tamamlanmış. Bu ülke bir eski başbakanını "siyaseten" astıktan, birkaçını hapislerde ağırladıktan sonra, bir başkasını, hem de "adi" suçlardan hapislerde çürümekten kurtararak, ülkenin "onuru"nu kurtarıyorlar o raporun altındaki imzalarıyla, bu ülkenin şerefli doktorları.
Bu noktada aklıma güncel olduğu için gelen bir soruyu da sormadan edemeyeceğim: Acaba bu raporun altında imzası olan o doktorlar 5 Kasımda ve 24 Aralıkta ülke insanının sağlık hakkına, sayın Erbakan'ın sağlık hakkı kadar sahip çıkmışlar mıydı?
Herhalde birisi parantez içinde sorduğum bu soruya da yanıt verir.
Halk inanmıyor, hekimler de
Burada yer verdiğim haberlerin bulunduğu "tnn.net" İnternet sitesinde yer alan okur tepkileri durumu çok net biçimde ortaya koyuyor: Ülkemizin insanları ne yazık ki bu raporlara inanmıyorlar.
İnanmadığını sözleriyle, yazdıklarıyla ortaya koyuyorlar. Dahası benim konuştuğum birkaç meslektaşım da inanmıyor, bu rapora. Aslında inanılmayan "rapor" değil. Onları yazanlar. Yani hekimler.
Onların bu yoldaki sözlerine burada yer vermek istiyorum. Bakın neler diyorlar: "Bu rapor tümü ile yalandır, Allah'tan korkmaz kuldan utanmaz takıyyesini yapmıştır yine. Türk adaletinden kaçma yolları bulmuştur ama Allah'ın adaletinden kaçış yoktur..."
Bir başkası: "Bir sene sonra daha mı sağlıklı olacakmış yani? Adam ölecek(!) hala takiyye yapıyor."
Yine bir başkası: "Hoca şimdi yeni bir rapor daha almış. Sağlık kurulu 'Çaldıklarını ödemesi sağlığına zararlıdır, 25 yıl ertelenmesi uygundur' raporu vermiş."
Bir başkası daha: "Türk adaletinin ne kadar tarafsız olduğunun ve Türk doktorlarının göreve başlarken ettikleri yeminlere ne kadar sadık olduklarının bir göstergesi."
Ve bir son örnek: "78 yaşında emektar bir politikacıyı hapisle cezalandırmanın memlekete sadece zararı dokunur , uluslararası imajımıza halel gelir . En iyisi affetmek"
Toplum bizi neden desteklemiyor?
Bunları okuyunca biz hekimlerin "neden bu toplum bizi yeterince desteklemiyor, bize sahip çıkmıyor" dememizin boşuna olduğunu daha iyi anlıyorum.
Çocuğunun okuldaki devamsızlığı için hekimlerden rapor isteyenler ve bunu alabilenler, hekimlerin sözlerine güvenmiyorlar doğal olarak. Bu güvensizliğe yol açanlar yine bizler yani "meslektaşlarımız".
İçimizden çıkanlar. Aynı yemini edip aynı diplomayı duvarlarına asanlar.
Ozanın dediği gibi: "Ağacımı kesen baltaya kızacağım ama sapı benden."
Ölüm orucu ertelemeleri
Şimdi size başka bir haberi özetleyeceğim. Amacım yalnızca iki durumu kıyaslamak. Bunu da yakından bildiğinize, izlediğinize eminim:
Cezaevlerinde tecride karşı ölüm orucu tutarak direnen insanları bir bölümü, "Wernicke-Korsakoff hastalığı" denilen bir beyin ve ruh hastalığına yakalandılar. Bu durumdaki tutuklu ve hükümlüler Sayın Erbakan'ın cezasının ertelenmesini sağlayan Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu'nun 399. maddesine göre, "ceza ertelemesi" ile tahliye oldular ve tedavileri sürdürüldü.
Bu kişilerin bazıları şimdi "erteleme süresinin dolduğu" gerekçesiyle yeniden tutuklanıyor. Bu kişileri tedavi edenler, söz konusu hastalığın düzelmesinin olanaksız olduğunu, bu kişilerin sürekli bakım ve tedaviye gereksinimleri olduğunu söylüyorlar.
Cezaevi koşullarında ise bu tedavi ve bakımın sağlanamayacağını, sonunda bu kişilerin en azından bakımsızlık nedeniyle ölebileceklerini belirtiyorlar. Ama alınan kararlar ve verilen raporlar bunun tersi doğrultusunda. Üstelik kararı alan da bu ülkenin tek resmi bilirkişisi: Adli Tıp Kurumu.
"Emirle rapor istenmiş" söylentisi
İşte bu kurum; daha önce bu kişilerle ilgili olarak defalarca "durumu 399.maddeye girer" diye rapor verdiği halde şimdi "iyileştiler" diyebiliyor. Uzmanlar bu kararın doğru olamayacağını ileri sürüyorlar. Ortada iki çelişik karar olduğuna göre verilen iki aksi rapordan birisi doğru değil. En azından kuşkuyla irdelenmesi gerekiyor.
Konuyla ilgili olarak alınan bazı duyumlar doğruysa; Adli Tıp Kurumu'nun başkanı ile bu kişiler için söz konusu kararı veren dairesinin yetkilileri Ankara'ya çağrılmışlar ve kendilerine "artık böyle rapor vermeyin, iyi oldular deyin" denilmiş. Yani emirle rapor istenmiş.
Hukukta "emirle karar bozma" diye bir mekanizma var. Adalet Bakanlığı bazı koşullarda bir yargı kararını bozma kararını verebiliyor. Ama benim bildiğim "doktorun raporunu bozma veya doktora emirle rapor yazdırma yetkisi" diye bir yetki yok.
Şimdi iki farklı konu, iki tekil örnek, bir yasa hükmü ve bu hüküm doğrultusunda hekim raporlarıyla alına iki farklı karar var. İkisinde de buram buram "emirle yazılan rapor kokusu" duyuluyor. Daha önce böyle bir koku duymayanlar olabilir. Ama haberlerin ayrıntıları ve arka planları böyle olduğunu gösteriyor.
"Rapor"dan meslekten men'e
Bu raporları hekimler vermişler. Hekimlerin mesleki faaliyetleri ise üyeleri olsun olmasın, bağımsız olmalarının yarattığı rahatsızlık nedeniyle yeni bir yasa çıkarılarak Sağlık Bakanlığı'na bağlı bir daire haline getirilmek istendiğini bildiğimiz ama henüz söz konusu yasa çıkmadığı için, eski yasasına göre "halen" bağımsız olan Türk Tabipleri Birliği ve ona bağlı tabip odaları tarafından denetleniyor.
En ufak bir kuşkuda hekimler hekimlik uygulamaları nedeniyle soruşturuluyor. Bu görev hekimlerin meslek örgütlerine verilmiş, çünkü yasaları onlara hekimlerin çıkarlarını korumanın dışında; toplumun sağlığını korumak ve hekimlik mesleğinin onurunu savunmak gibi görevler yüklemiş durumda.
Türk Tabipleri Birliği Soruşturma ve Yargılama Yönetmeliği şöyle diyor: "Madde 6: Geçici olarak meslekten alıkoyma cezasını gerektiren eylem ve durumlar şunlardır: ...c) Maddi veya başkaca çıkar için gerçeklere uymayan rapor veya belge vermek. "
Yani bu raporlar eğer doğruyu işaret etmiyor ve bunlar kanıtlanabiliyorsa raporları verenlerin hakkında verilecek cezalar çok net.
Görev meslek örgütlerinde
Dolayısıyla şimdi görev onlarda: Bu raporları isteyecekler, araştıracaklar ve verilen kararların doğruluğunu irdeleyecekler. Eğer doğruysa hekimlerin "doğru raporlar yazarak" meslek onurlarını koruduklarını ortaya koyacaklar.
Hekimlerin üzerlerindeki "yalan" ya da "emirle" rapor yazdıkları yolundaki şaibe ortadan kalkacak. Yeniden bu ülkenin hekimleri güvenilir hale gelecekler. Ya da "emirle" bile olsa yalan yere rapor yazanlar cezalandırılarak hekimlik onuruna sahip çıkılacak.
Böylelikle hekimlere kimse baskıyla rapor yazdıramayacağını anlamış olacak, hekimler de kendilerine yönelik gelen bu tür taleplere göğüslerini gere gere "hayır" yanıtını verebilecekler.
Raporların doğruluğunu ortaya koyacak olanlar hekimler. Eğer bu yapılır ve raporların doğru olmadığı ortaya çıkarsa o zaman yasaları da işletmek mümkün olacak. Çünkü henüz değiştirilmemiş olan Türk Ceza Kanunu'nun 290. Maddesi de aynı konuda şu hükmü getiriyor.
Günümüz diline çevrilmiş şekliyle; "Adliye huzuruna davet olunarak gerçeklere aykırı bir şekilde kanaat ve bilgi veren bilirkişiler ile ifadeleri gerçeğe aykırı biçimde beyan eden ve çeviren tercümanlar hakkında da daha önce belirtilen 286-289. Maddelerde yer alan hükümler uygulanır. Bilirkişiler hakkında geçici olarak meslekten men cezası ile kamu hizmeti kısıtlaması da getirilir."
Bu güç görevi hekimlerin meslek örgütünün daha önceki örneklerde olduğu gibi başaracağına eminim. (MS/NM)