Yanlışlık şurada: Batıda ve büyük kentlerde 500-600 kişiye bir hekim; Anadolu'nun bazı yerlerinde özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da 3-5 bin kişiye bir hekim düşüyor. Buralara hekim göndermenin yolu olarak da hekim sayısını arttırmak tek çare sanılıyor; bir de özelleştirme tabii.
Ama özel sektör için oralar cazip değil, çünkü oradaki insanların alım güçleri çok düşük ve sağlık için verecek paraları yok. Dolayısıyla ülkenin kent-kırsal kesimleri arasındaki eşitsizlik sağlık bakımından da sürüyor ve sürecek gibi görünüyor. Çünkü hükümetin bulduğu ve uygulamaya koymaya hazırlandığı çözümler bu durumu değiştirmekten çok günü kurtarmaya yönelik gibi görünüyor.
"Prestij" eskisi gibi değil
Böyle bir durumdaki hekimlerin de toplum gözündeki "prestij"i eskisi gibi değil. İşsiz, hâlâ ana-baba-eş parası yiyen hekimler var. Bazıları da hekimlik dışında iş yapıyor ve bu arada da gönlü hâlâ hekimlikte olanlar, toplum içindeki yeri biraz daha "kıymetli" olan "uzmanlık" için sınava hazırlanıyorlar.
Oysa hekimlik "farklı" bir meslek. Hekime gereksinim bitecek gibi değil. Her gün yeni gereksinimler ortaya çıkıyor. Hekimlik yapabilmek, sürdürebilmek için öncelikle toplum tarafından kabul edilmek gerekli.
Bu da hekimlere farklı bazı görevler, edimler yüklüyor. Onlar bu nedenle toplumun içinde ama herkesten "farklı olmak" zorundalar.
Aynayla insanın içini gören
Benim hekim olmadan önce tanıdığım hekimler öyleydi. Hekimlik yaptıkları yerlerde yaşarlardı. Onlar yaşadıkları yerlerde hemen herkesi tanırlardı. Herkes de onları tanır ya da bilirdi.
Örneğin "Aynası olan ve insanın içini gören göğüs doktoru Gündüz beyi" çocukluğumda ben bile bilirdim. Azıcık öksüren değil de uzun süreli bir göğüs hastalığı olanlar ona giderdi.
Kışları yaşanan çocukluk hastalıklarımda öksürüğümün süresini izlerdim en çok. Yine de onu severdim. Uzman olmasına karşın bazen evlere bile gelirdi. Gündelik ilişkide bulunduğu kişilerin yani komşularının, alışveriş ettiği dükkanların sahip ve çalışanlarının, hastalarının ve onların yakınlarının hepsinin ilgi odaklarından birisi de oydu.
Doktorun yapıp ettikleriyle ilgili olarak herkesin bilgisi ve en azından fikri olurdu. Örneğin "Dr. Gündüz İstanbul'a gitti" denir, geri dönmesi dört gözle beklenirdi.
Artık hasta bile tanımıyor
Bu anlattıklarımın en azından 1980'lerde ve öncesinde hekimlik yapmış meslektaşlarıma bazı çağrışımlar yaptığını sanıyorum. Çünkü bizim hekimlerimiz de böyle ortamlarda bulunduklarında aşağı yukarı bunları yaşıyorlardı.
Günümüzdeyse büyük kentlerde yaşayan hekimlerin büyük bir bölümü için bunlar geçerli değil. Onları çoğu zaman hastaları bile tanımıyor. Büyük hastanelerde çalışıyorlar, kocaman apartmanlarda ya da kentin uzak yerlerindeki villalarda yaşıyorlar.
Her birinin değişik onlarca sorunu var. Bu sorunlar onları da tüketiyor. Bir çoğu artık işi ve yakın çevresi dışında "Doktor falanca bey" ya da "doktor filanca hanım" değiller.
Aman apartman duymasın!
Kuşkusuz bunda küreselleşmenin etkisi de var. Dünyanın küçülüp de "küre" haline geldiği fark edilince insanlar birbirlerine yaklaşacaklarına, kendi çevrelerini de küçülttüler. Doğal çevrelerimiz daraldı. Yabancılaştık ve yalnızlaştık. Küçücük dünyalarımızda kendi başımıza yaşıyoruz neredeyse.
"Aman oturduğum apartmandakiler doktor olduğumu bilmesin, sonra benden hizmet isterler" diye düşüne hekimlerin sayısının arttığını biliyorum.
Küreselleşmenin yeterince ulaşamadığı yerlerde hekimler hâlâ çevresindekiler tarafından bilinip tanınsalar da gidiş bu yöne doğru. Oralarda da hekimler bilinçli olarak dünyalarını daraltıyorlar. Çünkü "tanıdık" olmak genellikle bir şeyler vermeyi, en azından giderek ticarileşen sağlık dünyasında bir şey almamayı gerektiriyor.
Oysa dediğim gibi bana göre hekimlik biraz daha farklıdır. Çünkü herkes günün birinde bir hekime gereksinim duyuyor. Bu nedenle de kimse "sıfır"dan ya da "eksi"den başlamak istemiyor.
O nedenle de bir hekimi tanısın ya da tanıdığı bir hekim olsun istiyor, dolayısıyla da hekimlerle ilgileniyor. Tanınmak ve bilinmek sanki insana devamlı bir gözlem altında olduğu duygusunu veriyor. Bu durum bazıları için keyif verici olsa da bir çok hekim için dediğim gibi rahatsız edici oluyor.
Hekimi hekim yapan
Bu ortam ve koşullarda bütün hekimler için geçerli olacak, belirli ve standart bir tip çizmek ve tavır belirlemek çok güç. Ama üç aşağı beş yukarı her hekimden beklenen en az özellikleri tanımlamak da bence gerekli.
Çünkü bir hekimin davranışı yalnız onu belirlemiyor. Diğerlerini de etkiliyor. Olumsuzluklar onun faillerine değil, bir mesleğin tümüne atfediliyor.
"Hekimlik 24 saat, yedi gün ve yıl boyu süren bir meslek. Hekimlerin insan ilişkileri ve gündelik yaşamlarındaki tutum ve davranışları, mesleki uygulamalar sırasında yapmak zorunda olduğuna benzer olmalı. Bu tutum ve davranışlarla karşılaşanlar bu adam/kadın 'hekim' galiba demeli, diyebilmeli."
Para mı sıcaklaştırır! ?
Bunu geçenlerde bir toplantı sırasında konuşma olanağını bulduğum eski ve değerli bir etik ve deontoloji hocasına söylediğimde bana biraz özlemle karışık ama aslında şaşırarak baktı. Çünkü uzunca bir süredir, hekimlik mesleğine böyle bakıldığını görmemiş. Ama bence böyle.
Muayenehanesine gelen hastasına sıcak ama devlet hastanesinde polikliniğe gelen vatandaşa ya da sokaktaki her hangi bir insana soğuk davranan bir hekim, bu sıcaklığın para için yapıldığı düşüncesinin onun niyetinden bağımsız olarak doğmasına yol açmaz mı?
İşinde ciddi, dışarıda gündelik yaşamda son derece rahat ve vurdumduymaz olan bir hekim en hafifinden "tutarsız biri" sayılmaz mı?
Sigara, kılık, kıyafet...
Yanlışları işaret edip düzeltilmesi için çaba sarf etmek bir yana belirli yanlışları yapmayı sürdüren, örneğin elinde sigara ile hastasını muayene eden, yada akşamdan kalmanın sabah mahmurluğuyla muayene odasına giren bir hekim hastalarına karşı inandırıcı olabilir mi?
Kılığı kıyafeti, duruşu oturuşu, insan ilişkileri ne kadar yoksul olsa da sorunlu olan bir hekim hasta ve yakınlarına,işinin en önemli unsuru olan güveni verebilir mi?
Tersinden sorayım; böyle hekimlerden hizmet almak ister misiniz?
Sadece kendine değil
Kısacası hekimlerin yalnız çalışma ortamları içinde değil, gündelik yaşamdaki tutum ve davranışları da onları belirler.
Bence hekimler her koşulda asıl işlerini, yani hastalarla iletişim ve onlara yaptığımız hizmet için gerekli olan niteliklerini olumsuzlayacak, çatışacak ve yanlış çıkaracak türden tutum ve davranışlar içinde bulunmamalılar.
Bir hekimin "erdemli ve onurlu" olması sadece kendisi için bir görev değil, mesleği ve diğer hekimlere karşı da bir yükümlülüğüdür.
Davranışlarında tutarlı olmanın ötesinde bir de içten olmak önemlidir. Yapılması gerekenleri zorlanarak da yapmamak gerekir. Bunlar birer "içgüdüsel" davranış haline dönüşmelidir. Çünkü zorlama hem inanılırlığı etkiler hem de onun yarattığı gerginlik işini iyi yapmayı engelleyerek ve hastaların aldığı hizmete yansır.
Falan hekim değil; hekimler
İnsanlar hekim olmanın zor iş olduğunu düşünürler. Oysa tıp fakültesine bitiren birisine bu zor bir iş gibi gelmez. Okul bitince hekim olunur sanılır. Ama öyle değildir. Hekimlik gerçekte çok zor bir iştir.
Üstelik de karşılığı yoktur. Tutarlı davrananlara fazla para vermezler. Etik ilke ve mesleki kurallara bağlılık alınan maddi karşılıklara yansımaz. Tıpkı tutarsız davrananların ücretini, maaşını kesmedikleri gibi.
Ama böyle davranılmadığında bedelini hem tıp mesleği, hem de bu mesleği uygulayanların tümü öderler. Ben sağlık hizmeti alırken bir olumsuzluk yaşayan bir hasta ya da yakınında "Allah falan hekimi kahretsin, bana şunu yaptı" dediğini duymadım.
Ne hekime, ne hakime
Onlar bu yakınmalarını tüm hekimlere yöneltirler ve en hafifinden "Allah insanı hekime de hakime de düşürmesin" derler. Hekimlerin bugünkü durumu biraz da bu bedeli ödediklerini göstermiyor mu?
Sağlık Bakanlığı ve 59. Hükümetin uygulamalarının hepsi biraz da bu sorunlara bulunan "yanlış çözümler"den oluşmuyor mu?
Hekimler "ayrıcalık" istemeden "farklı" olmak zorundalar: "Farklı olmak" bu koşullarda her zaman olduğundan çok daha zor olsa bile. (MS/NM)