Yazar ve Psikolog Gündüz Vassaf, karantina günlerini ABD'nin Massachusetss Eyaletinin Boston kentinde geçiriyor.
"Cehenneme Övgü", "Cennetin Dibi" kitaplarının yazarı Vassaf ile Skype üzerinden buluşmak için randevulaşıp söyleştik...
Sizin için Boston'da karantina günleri nasıl geçiyor?
Önce şunu söyleyeyim size. Ben "terörist" değilim. Yani "terörist" olmamaya çalışıyorum.
Çünkü ne zaman kendime dikkat etmezsem bu yüzden bir başkasını öldürebilirim. Bir kişiye bulaştırırsam o beş kişiye, o beş kişi 25 kişiye bulaştırabilir.
"Terörist" en fazla 100 kişiyi öldürüyor bir bombalamayla. Oysa bu virüs aracılığıyla binlerce kişi ölüyor.
Farkında olmadan taşıyıcı da olabilirim. Hepimiz potansiyel katiliz.
Dışarıya çok çok nadir çıkıyorum. Eve geldiğimde de üzerimde giydiklerimi kapının yanına asıyorum üstümü çıkarıp, pabuçlarımı kapının dışında bırakıyorum.
Alışveriş için bir şeyler sipariş ettiğim zaman onları eve almıyorum. Portakal bile alırsam yıkıyorum.
Hastalıkla ilgili iki grup var A ve B grupları
Dünyadaki insanları iki gruba böldüm bu hastalıkla ilgili, A grubu ve B grubu. A grubu ben, siz, arkadaşınız, biz herkes yani hasta olabilecek olan ya da farkında olmadan taşıyıcı olabilecek herkes, dünya nüfusunun yüzde 99.9'u herhalde...
B grubu da sağlıkçılar ve gıdamızdan sorumlu elemanlar. Onları sağ tutmaya mecburum, çünkü onlar bu virüs sebebiyle hastalanıyor ve ölüyor.
Şu anda yine iyi durumdayız, çünkü onlar öldükçe eleman yetişmeyecek, daha zor durumda olacağız.
Sadece kendimi korumak için değil - onları sağ tutmak için korunmalıyım ki onlar sizi iyi edebilsin, beni iyi edebilsin, çocukları iyi edebilsin.
"Alkışlar güzel ama yetmez"
Birinci sorumluluğumuz düzen çöktüğü ve hazırlıklı olmayarak suç işlediği için B grubunu korumak.
Alkışlar güzel (sağlık çalışanlarına destek için yapılan alkış kampanyası) ama asıl alkışımız müthiş bir sapkınlıkla, Lady Macbeth'in sürekli ellerini yıkaması gibi her şeye dikkat etmek.
Bencil olduğumuz, çok yaşamak istediğimiz için değil, öncelikle onları korumak için...
Mesela Krakatoa örneği... Bilmiyoruz, unutuldu çünkü. Endonezya'da bir yanardağ, üç yıl boyunca iklim değişti, karanlık bir bulut bütün dünyanın üzerine çöktü, türler öldü.
O üç yıl unutuldu, anlatabildim mi, raf ömrü var çünkü, doğal felaketleri unutuyoruz.
Kendi yarattığımız felaketleri de yaşatıyoruz, doğal felaketleri unutuyoruz hiçbir şey olmamış gibi fakat kendimize o kadar hayranız ki, kendi yarattığımız felaketleri de yaşatıyoruz.
Birinci Dünya Savaşı, her yıl hala Avrupalıllar Birinci Dünya Savaşının bittiği günü törenlerle anıyorlar. Veya Çanakkale Türkiye'de her yıl törenlerle anılıyor.
Almanya'nın, Fransa'nın, İngiltere'nin her köyünde bir asker anıtı var o günü hatırlatan, düşmanı hatırlatan, gelecek savaşlara davetiye çıkartan.
Ama bize İspanyol gribini hatırlatacak tek bir şey yok.
Ancak bu felaket olunca İspanyol gribinden bahsetmeye başladılar.
Bu felaketi bize hatırlatacak bir heykel olsa daha hazırlıklı olabilirdik belki doğal felaketlere.
Birincisi Amerika bundan sekiz yıl önce pandemiklerle baş etme merkezini kapattı. "Gereksiz masraf" diye...
Çünkü doğal felaketleri hatırlamıyoruz.
"En büyük sanat insan ilişkileridir"
Peki siz psikolojik olarak kendinizi nasıl koruyorsunuz?
Benim için kolay çünkü benim hayatım hiç değişmedi.Caravaggio kitabımı yazıyorum saatler gidiyor.
Hem de Sibel Oral ile Mehmet Hikmet kitabı için bazen görüşüyoruz.
Film seyretmek istiyorum kaç gündür, iki haftadır izleyemedim. Vaktim yok.
Fakat birden fazla insan olan evlerde bu zor.
En büyük sanat bence insan ilişkileri, insanların birlikte yaşayabilmesi.
Bu konuda başarısızız. Birisinin bizi dinlemesi hoşumuza gidiyor ama ' arkadaşım şimdi beni dinlemek istemiyor olabilir' diyemiyoruz.
Karşımdaki insanın başka bir derdi olabilir, ama ben onun beni dinlemesine alıştığım için hemen saldırıyorum. Evde yakınlarımızla mahsur olunca bu iş çok daha güçleşiyor.
"Özel alanımız yok, cemaat toplumuyuz"
Özellikle Ortadoğu halkları olarak özel alan tanımamakla ilgili problemimiz var. Ne yapmamız gerekiyor bunu kırmak için?
Çok önemli bir nokta. Özel alanımız yok, cemiyet değil cemaat toplumuyuz büyük ölçüde.
Telefon ettiğimizde "Müsait misin?" demiyoruz, "Nasılsın? İyi misin?" girizgahından sonra dalıyoruz konuşmaya.
Bu kapalı ortamda daha da önemli. Açık ortamda ilişkiler bir şekilde dengesini bulmuştu. .
Karantinada zorlanıyor bu ilişkiler. Zorlandığı için kendini mahpus da hissedebilirsin. Hissedeceksin de...
Çünkü eski dünyada erkek işe gidiyor iş arkadaşlarıyla, kadın işe gidiyor iş arkadaşlarıyla, çocuk okula gidiyor okul arkadaşlarıyla, yani her taraf gün içinde pekçok kişiyle sosyal temas kuruyor.
Eve döndüklerinde de herkesin bir rutini var ve günlerinin nasıl geçtiklerini konuşuyorlar. Ondan sonra zaten uyku saati geliyor. Şimdi bu rutin bozuldu.
"Yüzyıllardır tek mekanda birlikte olmadık"
Ne yapalım peki ilişkilerimizi korumak için?
Çok kritik bir konu, belki yüzlerce yıl askeri yönetimler dışında bütün dünyada bu kadar tek mekanda ve ucu belirsiz bir süreç içinde türümüz birlikte olmadı.
Bu yeni birliktelikte güzel şeyler yapılabilir. O bölünmüş ailede, iki kişinin çalışmaya mecbur kaldığı, çocukları kurslara, etkinliklere yolladığı, bakıcılara teslim ettiği ailelerde düzen değişti.
Anne baba belki de ilk defa anne olabilecek ya da baba olabilecek.
Bu büyük bir şans; birlikte olabilmeleri, oyunlar oynayabilmeleri için. Bütün gün televizyon izleyemezsin, izlersen birbirine girersin. Kötümser, edilgen olursan, bağışıklık sistemin çöker. Hastalıklara daha da açık olursun.
Herkesin bu kapalı alanda belirli süreler için özel bir alanı olmalı.Kimse birbirine o özel alanda ilişmemeli.
O özel alanı yaratmak bize yeni pencereler açabilir.
Birlikte yapılabilecek, üretilebilecek o kadar çok şey var ki. Birlikte hikaye yazılır, sessiz film oynanabilir, kendi oyunlarınızı yaratabilirsiniz, yani bir yaratıcılık alanı var.
Birlikte günlük tutabilirsiniz, kitap okuyup üzerine tartışabilirsiniz. Saymakla bitmez... Bir masal uydurabilirsiniz. İlk defa aile tarihinde yüzyıllardır uzunca bir süre bir arada kalabiliyorsunuz.
Şu an toplu konserlerde, tiyatrolarda bulunmak yok, kültürün sanayileştiği bir dönemde yaşıyorduk.
"Tarihi biz yazıyoruz hastalık değil"
Şimdi kişi kendi yaratıcılığını da ortaya çıkabilir. Çizebilir, yazabilir, müzik düşünebilir, internetten merak ettiği bir konuyu araştırıp açlığını giderebilir. Bu durum herkese yeni pencereler, yeni bakış açıları kazanmaları için bir fırsat. Bu dönemden çok güzel sanat işleri çıkabilir.
Devlet aygıtı çökmüş durumda, ilişkiler sağlam kalmalı. Dışarıdaki ilişkilerimizi, ilgi alanlarımızı da korumalıyız, sadece aileye bağlı kalırsak da toplumun bütün örgütleri çöktü demektir.
STK'lar yürümeli, bu çok önemli. Yani gelecekte ne olacağı bugün ne yaptığımıza bağlı. Tarihi biz yazıyoruz, hastalık değil.
"Burada devletlerin suçu var"
Bu salgın modern tarihin yaşadığı en büyük ve en öngörülemez salgını bir noktada bunun da suçlusu devletler diyorsunuz. Bu insan türünü sosyolojik ve biyolojik açıdan nasıl bir noktaya götürür. Ondan sonra insan türünün psikolojisi olarak nasıl bir noktaya gideriz?
İlk önce öngörülemeyen demek yanlış. Çünkü Bill Gates'in TED konuşmaları var. Orada "Pandemik gelecek, yığınlar ölecek, hazırlıksızız" diyor. Bilgi var, devletlerin suçu var burada.
Öngörülemeyen değil. O bakımdan çok abartmamak lazım çünkü vebayla karşılaştırmak felaket tellallığı. Bunu yapanlar tarihi perspektif veriyorlar ki bu büyük bir cürüm çünkü vebadan ölenlerin oranı yüzde 60.
Burada en fazla belki ölecek olan, en kötümser tahmin yüzde 4. O da bize bağlı. Tedavi olabileceğimize değil kendimizi nasıl koruyacağımız, başkalarını kendimizden nasıl koruyacağımıza bağlı.
"Devletler çöküş ve çelişki yaşıyor"
Devletler için ne diyebiliriz, devletler bir çöküş dönemi yaşıyor mu şu an?
Çöküş ve çelişki. Birbirinizden iki metre uzak durun diyor sonra aynı devlet askerleri kışlada yaşatıyor, aynı devlet askerleri savaşa yolluyor, yani iki defa ölüme yolluyor.
Ateşkes ilan etmeliler.
Bugün ülkelerin birleşmesinin zamanı. Geçenlerde G20 toplandı, gündem dünyanın en zengin 20 ülkesi korona virüsüne karşı ne yapabilirizden çok başka şeyleri konuştu.
ABD Dışişleri Bakanı, "bu iş bittikten sonra biz Çin'i dava edeceğiz, hastalîğı onlar yaydı" diye söylemediğini bırakmadı. Oysa ABD ve Çin yönetimlerinin buluşup dünyayı seferber etmesi lazım.
Devletler şu anda kapitalizmi kurtarma derdinde.
"AVM'ler için sonun başlangıcı olabilir"
Bu süreç kapitalizmin çöküşüne gider mi?
Çöküşü değil, devletler onu korumaya çalışıyorlar ve koruyacaklar. Kapitalizmi yaşatacaklar, onu yapıyorlar zaten.
AVM'ler için sonun başlangıcı olabilir, tüketim patolojimizi askıya aldığımız için. Bu altı ay da sürebilir bir sene de sürebilir.
Eğitimi etkileyebilir. Uzaktan eğitim yaygınlaşabilir.
Özel eğitim soygununun da sonu olabilir.
11 Eylül'den sonra alışveriş yapmaya giderken, devlet dairelerine girerken, havaalanında sıkı kontrollerden geçmeye başladık "terörist" olmadığımızı görsünler diye.
Şimdi vücudumuz denetim altına girecek. Hepimiz potansiyel pandemik tetikleyicisiyiz. Devletler salgınların önlemini alabilecek fakat bunu yapabiliyor olmaları herkesi yakından takip etmeleri, bu verilerin şirketlere satılabilmesi onların da bize satmak istedikleri ilaçlara bizi yönlendirebilmesi demek.
Sağ popülizmin yükseldiği bir dönemde salgının siyasi etkileri nasıl olur, sağın yükselişi sürer mi yoksa politik bakış başka bir yöne evrilir mi?
Küresel iş birliği azaldıkça bu olacak gibi gözüküyor şu anda. Trump "Çin hastalığı" diyor buna. Ulus devlet düzeyinde bunu yapmaya çalışınca artık bu artacak.
"Tarihte ilk kez tapınaklar kapandı"
Salgın başladıktan sonra insanlar din kısmına değil de bilime sarılmaya başladılar. Din azalıyor mu, bu tür salgınlar toplumlardaki inanç sistemini değiştirir mi?
1300'lerde vebada din müthiş bir kurtarıcıydı çünkü zenginseniz papaz baş ucunuzdaydı, zengin değilseniz yakındaki tapınaktaydı. Siz cennete gidesiniz diye sizin biletinizi keseceklerdi. Onun için bir kurtuluştu cennet aynı zamanda. Şimdi tapınakları kapatıyorlar, "gelmeyin" diyorlar.
Tarihimizde ilk defa savaşlarda, salgınlarda falan tapınaklar dolup taşarken bu yol kapandı.
Tanrının verdiği ceza olarak görenler var bu hastalığı...
Şimdi Tanrı'ya aşı bulunsun diye dua ediyor insanlar.
Tanrı değil, fakat dinsizliğe gidiş var eğitim arttıkça..
(PT)