Geçtiğimiz günlerde çeşitli ülkelerden toplanan 265 plastik ambalajlı şişe suyu markasının yüzde 90’ında plastik parçacıkları tespit edildiği açıklanmıştı. Yapılan laboratuvar testlerinde bir litre sudaki plastik parçacığı sayısının ortalama 325 olduğu belirlenmişti.
Sorun sadece plastik ambalajlı sularda değil. Bir araştırma ekibi geçen yıl dünya genelinde çeşitli ülkelerden toplanan çeşme suyu örneklerinde benzeri bir çalışma yapmış ve örneklerin yüzde 83’ünün plastik parçacıkları içerdiğini tespit etmişti.
Plastik ambalajlı şişe sularının çeşme sularına kıyasla iki katı daha çok plastik parçacığı içerdiği de belirlendi.
“Plastik parçacıkları sadece sularda mı var”, “Suların plastik parçacıkları ile kirlenmesi ne gibi sorunlara yol açabilir”, “Bünyemize giren plastik parçaları sağlık sorununa yol açar mı” sorularına yanıtlar aramadan önce dünya genelinde ne kadar plastik kullanıldığına bir bakalım.
Plastikler ham petrolün işlenmesi ile elde edilen organik polimerler. Yan yana dizilmiş birimlerden oluşan yapıya Yunanca “çok parçalı” anlamına gelen polimer adı verilir.
Plastik malzemelerin kullanımı günümüzde ne kadar yaygın olsa da plastiklerin gündelik hayatımıza girişi 1940’lı yıllardan sonra olmuştur. Otomotiv, inşaat ve elektronik sektöründe kullanılan pek çok ürünün bileşiminde plastik var. Plastikler kozmetik sektöründe de kullanılıyor. Çeşitli kozmetik ürünlerin bileşiminde çok küçük, gözle görülmesi zor plastik parçacıkları var. Örneğin sürtünmeyi artırsın ve böylece dişlerimiz daha beyaz görünsün diye diş macunlarına mikroplastik parçaları katılıyor.
Plastik malzeme üretimi dünya genelinde son 60 yıl içinde 560 kat arttı.
Her yıl en az 300 milyon ton plastik malzeme üretiliyor. Bu miktarın yüzde 2’sinin (8 milyon ton) deniz ve okyanuslara karıştığı tahmin ediliyor.
Karıştıktan sonra ne oluyor sorusunu evde yapılabilecek basit bir kimya deneyi ile görünür kılmak mümkün.
Evde kimya deneyi
Plastik güneş ışığı ve oksijenin varlığında ya da denizdeki dalgaların oluşturduğu çalkantılı ortamda parçalanan, yani polimerik yapısı daha küçük birimlere ayrılan bir malzeme. Ne kadar kırılgan ve dağılabilir bir malzeme olduğunu evde yapılacak basit bir testle görmek mümkün.
Bir naylon poşet evin iyi güneş alan bir köşesine koyularak birkaç ay bekletilmeli. Bu süre içinde poşetin giderek yumuşaklığını ve esnekliğini kaybederek gevrekleştiği görülebilir. Bir süre sonra ele alındığında ise un ufak olup dağılacaktır. Evde basit bir deneyle gözlemleyebileceğimiz bu parçalanma süreci sularda da gerçekleşiyor ve ortaya mikroplastikler çıkıyor.
Mikroplastikler
Çapı 5 milimetreden küçük plastik parçacıklarına mikroplastik adı veriliyor.
Sularda bulunan mikroplastikler doğrudan kozmetik ürünlerden ya da sulara karışan plastik malzemelerin zamanla parçalanması sonucu açığa çıkıyor.
Parçalanma süreci sürekli daha küçük boyuttaki parçacıklar üretiyor; öyle ki parçalanmanın gözle görülmesi güç mikroskobik büyüklükteki parçacıklara hatta atomik boyutlara kadar süreceği de belirtiliyor. Örneğin Polistiren esaslı mikroplastikler 50-100 nanometre (nanometre bir milimetrenin milyonda biridir) gibi atomik boyutlara kadar parçalanabiliyor.
Bu parçacıklar atık sular ya da nehirler vasıtasıyla deniz ve okyanuslara karışıyor. Okyanus akıntıları ile de yavaş yavaş her yere taşınıyor. Öyle ki, insan nüfusunun çok az olduğu kutuplarda bile kalıntıları var
Gıdalarda mikroplastik var mı?
“İçme sularında mikroplastik parçacıkları varsa yediğimiz gıdalarda da mikroplastik parçacıkları var mı”, “Sağlık açısından bir sorun yaratıyor mu” gibi sorular akla gelecek doğal olarak.
Yediğimiz gıdalarda da mikroplastik parçacıkları var.
Denizler ve okyanuslarda yaşayan canlılar sudaki mikroplastik parçacıklarını soludukları suyla ya da yedikleri besinlerle birlikte bünyelerine alıyor. Dolayısıyla bu mikroskobik parçacıklar besin zincirine dâhil oluyor. Mikroplastiklerin sağlık açısından oluşturduğu önemli sorun da burada başlıyor.
“Hangi sağlık sorunlarına yol açıyor”, sorusunun yanıtına geçmeden önce mikroplastiklerin can sıkıcı kimyasal özelliklerinden birine dikkat çekmeliyiz.
Toksik kimyasal süngeri
Mikroplastik parçacıkları deniz ve okyanuslarda bulunan çeşitli toksik kimyasalları bir sünger gibi bünyelerine çekiyor. Kimya diline bu olaya “absorbe etme” adı verilir.
Toksik kimyasallar da nereden çıktı diye düşünmeyelim. Dünya genelinde açığa çıkardığımız toksik atıkların bir kısmını yine deniz ve okyanuslara boşaltıyoruz. Deniz ve okyanuslarda yaşayan canlılar bu toksik kimyasal maddeleri bünyelerine alıyor ve besin zincirinin üst katmanlarına doğru çıktıkça toksik kimyasal maddelerin canlılardaki birikim miktarı da artıyor. Yani planktonlardan başlayan ve besin zincirinin en tepesinde yer alan bir avcı balığa uzanan süreç içinde toksik kimyasal maddelerin canlılardaki miktarı sürekli artıyor.
Planktonlarda daha az miktarda toksik kimyasal madde bulunurken, avcı balıkların ve deniz suyunu sürekli filtreleyerek besinlerini temin eden kabuklu deniz canlılarının bünyelerinde daha çok toksik kimyasal madde bulunuyor.
Mikroplastiklere bağlanan toksik kimyasalların başında DDT, poliklorlu bifeniller, organik klorlu bazı pestisitler, alevlenmeyi geciktirici bromlu bileşikler, fitalatlar, alkil fenol bileşikleri ve bazı ağır metaller geliyor. Yapılan bazı çalışmalar mikroplastiklerdeki toksik kimyasal madde miktarının deniz suyundaki miktarın milyon katına kadar ulaşabileceğini gösteriyor.
Pek çok tehlikeli kimyasalı absorbe eden plastik parçacıkları onları solunum ya da beslenme yolu ile bünyelerine alan deniz canlılarına ve onları yemek suretiyle de biz insanların bedenine girmiş oluyor.
Bünyemize ne kadar mikroplastik alıyoruz?
Başta martılar olmak üzere deniz kuşları, balıklar ve kabuklu canlıların sindirim sistemlerinde mikroplastik parçacıkları tespit edildi. İnsanlar da mikroplastik içeren gıda ürünlerini yemek suretiyle bünyelerine mikroplastik alıyorlar.
2017 yılında yapılan bir çalışmaya göre Avrupalılar her yıl yedikleri gıdalar vasıtasıyla bünyelerine 11 bin mikroplastik parçası alıyor. Alınan parçaların yüzde 99’u sindirim sisteminden geçtikten sonra dışarı atılıyor; ancak yüzde 1’inin vücut tarafından absorbe edildiği tahmin ediliyor. Üstelik bu rakamlara sular vasıtasıyla alınan mikroplastikler dahil değil.
Mikroplastiklerin ne gibi sağlık sorunlarına yol açtıklarını henüz bilmiyoruz. Ama bazı tahminlerimiz var.
Her yıl deniz ve okyanuslara atılan plastik materyaller nedeniyle deniz suyundaki mikroplastik miktarı da sürekli artıyor. Bu, hem deniz canlıları ve hem de insanlar için zaman içinde açığa çıkan sağlık sorunları da artacak anlamına gelir.
İki olgunun yan yana gelmesi ise meseleyi zamanla çok ciddi bir halk sağlığı sorunu haline getirecek. Bunlardan ilki mikroplastik parçacıkları tarafından absorbe edilen toksik kimyasalların bebek ve çocuklarda hormonal sistem bozuklularına yol açan en önemli kimyasal maddeler olması. İkincisi ise mikroplastik kirliliğinin dünya genelinde gözleniyor olması.
Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda bu sorunun daha çok gündeme geleceği kesindir.
Gidişat nereye doğru?
Her yıl doğaya milyonlarca ton plastik atık saçmak ve bu atıklar denizlere ya da okyanuslara taşınarak gözümüzün önünden kalktığında atık sorununu çözdüğümüzü, bu maddelerin bütünüyle yok olduklarını düşünmek hiç de akıllıca değil. Mikroplastik parçacıklarını sudan ayrıştıracak ya da temizleyecek bir teknolojiye sahip değiliz. Böyle bir teknoloji geliştirilebilse bile küçük ölçekli olacaktır; dolayısıyla dünya denizlerini nasıl temizleyebileceğimiz konusunda en küçük bir fikrimiz yok. Muhtemelen hiçbir zaman da olmayacak. Neden diye merak edenlere şunu söyleyebilirim: Mikserden geçirilmiş mercimek çorbasını tekrar taneli haline dönüştürmek olanaklı değildir.
Bir tarafta ciddi sağlık sorunları açığa çıkaracak böyle bir süreç yaşanırken diğer taraftan önümüzdeki 30 yıl içinde plastik üretiminin 125 kat artacağı ve 33 milyar tona çıkacağı tahmin ediliyor.
Bu artışın bütün canlı türleri için bir facia doğuracağını söylemeye bile gerek yok sanırım. Doğadaki bütün canlıların yaşamı birbirine bağlı; diğer canlılar için zararlı olan insan için de zararlı.
Ne yapabiliriz?
Plastik kullanımını azaltacak önlemler almak gerekli.
Kozmetik ürünlerde mikroplastik kullanımı derhal yasaklanmalı. Mikroplastik içeren ürünler satın alınmamalı.
Mikroplastik kalıntılarının sulardaki varlığının dikkatle izlenmesi gerekiyor. Sağlık Bakanlığı bu konudaki çalışmaları yapmakla sorumlu kurumdur.
Plastik kullanımı bireysel olarak azaltılabilir ya da bütünüyle ortadan kaldırılabilir. Ancak temel mesele endüstriyel olarak üretilen binlerce üründe plastik kullanımını nasıl azaltabileceğimiz ve açığa çıkan atıkların sulara karışmasını nasıl önleyebileceğimiz noktasında yatıyor. Bu meseleye işe yarar bir yanıt üretebilmekse bir yurttaş olarak içinde yaşadığımız siyasal süreçlere müdahil olmayı zorunlu kılıyor.
Meselelerin çözümü uzmanlara bırakılmamalı.
Akademik jargonla anlaşılmaz kılınmış, uzmanlık alanlarına hapsolmuş meseleleri kamusal dile tercüme ederek anlaşılır kılmak, görünürlüğünü artırarak tartışılabilir kılınmasını sağlamaksa uzmanların asli görevlerinden biri.
En azından bunlar yapılabilir ve bu kısa yazıda da ancak bu kadarı söylenebilir. (BŞ/HK)