Örgütlenme özgürlüğü en temel insan haklarından biridir ve insana değer veren her toplum bunu olabildiğince geliştirmekle yükümlüdür. Diğer yandan örgütlenme demokrasinin de vazgeçilmez unsurlarından birisidir.
Bu nedenle her insanın siyasi görüşü doğrultusunda bir partiye, inançları doğrultusunda bir cemaate, mesleğiyle ilgili olarak mesleki örgütüne, emeğini savunmak için sendikasına, aidiyet duygusu, sosyal ve toplumsal sorumlulukları, kişisel ilgi ve merakları nedeniyle çeşitli derneklere üye olmasının hem bir hak hem de ödev olduğunu düşünürüm.
"Örgüt kurulacaksa, devlet kurar"
Bizim ülkemizde örgüt deyince yönetenlerin de vatandaşların da aklına "yasadışı" örgütler gelir. Daha doğrusu getirilir. Örgütlenmek onlara göre kötü yurttaşların işidir. Eğer bir örgüt kurulacaksa bunu devlete de egemen olan kesimler ya da doğrudan devlet kurar.
O örgütler de "kurum"dur, "oda"dır, "cemiyet"tir ya da "kulüp"tür. Tabii bir de "parti"ler kurulabilir. Ama parti kuracak olanlar bunun devletin icazet verdiği koşulda örgütlenebileceğini bilir.
Son dönemlerde "STK" ya da "STÖ" olarak nitelenen "sivil toplum" sözü çevresinde kümelenen bazı yapıların oluşum ve işlerliği özendirilse de bu da onlara "sistemin temel örgütleri" nitelemesinin doğruluğunu kanıtlarcasına devlete, dahası da sermayeye bağımlı örgütlenmeler olmasındandır.
Demokrasi için örgüt olma
Yasayla kurulan ve yarı kamusal bir örgütlenme olan "oda"lar yani meslek örgütlerinin bazıları demokrasinin kıt zamanlarda bir görev olarak üstlendiği "demokrasi için bir örgüt" olma işlevlerini sürdürmeyi gelenek haline getirmişlerdir.
Bu da onların sistemin "zapt edilemez yaramaz çocukları"nın toplandığı yapılar haline gelmesine yol açmıştır. Bu meslek örgütleri 80 öncesi devlet organizasyonunun gereksindiği bazı işlevler üstlenmişlerdir.
Ama şimdilerde birçoğu sistem için çıban başı olan bu yapıları sisteme egemen olan unsurlar bir şekilde ele geçirmek istemektedir. Odaların her seçim dönemi bunun görünür hale geldiği ortamlar yaratmaktadır.
İstanbul Tabip Odası'nda yaratılan gelenek
Yukarıdaki genel nitelemelere İstanbul Tabip Odası da uymaktadır. Orada yaklaşık 30-35 yıldır sisteme muhalif insanlar örgütlenmektedir. Bir gelenek yaratılmıştır.
Orayı demokrasinin savunulduğu kalelerden birisi olarak elde tutmaktadırlar. Bu insanlar bir yandan da arada da bu mesleğin insandan ve toplumdan yana değerleri korur bir şekilde işlemesi için çaba sarf etmektedirler.
Ara ara sistemle bütünleşmek, onsan karşılıklı olarak yararlanmak isteyen kişi ve düşünceler bu odanın da çeşitli birim ve yapılarında varolmaya çalışmıştır.
Demokrasi ve katılımcılık
Hatta son olağan genel kurulda olduğu gibi sosyal ve toplumsal arenada çatışan iki ana ideolojinin bir mücadele alanı haline geldi. Türkçü-İslamcı söylemi bayraklaştıran bir grupla, Devletçi-Laik söylem çevresinde toplanan bir diğer grup oda seçimleri sırasında mücadele ettiler.
Ama hekimler hastaları için olduğu kadar yaşanılan durumla ilgili olarak da çoğunlukla doğru tanılar koymayı sürdürüyorlar. Bu kez de öyle oldu ve hekimler onların da amaç ve hedeflerinin ne olduğunu fark etiler.
O seçimde de "demokrasi ve katılımcılık" düşüncesi çoğunluk oldu. Böylelikle odanın "demokrasi için olmazsa olmazlığının" bir kere daha altı bir kez daha çizildi.
"Alemdaroğlu da bir hekimdir"
Ülkenin en büyük üniversitesinin en üst koltuğunda oturan kişi de bir hekimdir ve odayla ilgi ve ilişkisi hemen hemen her zaman sürmüştür. O dönemde de odayı önemli bir yapıl olarak görüyor, dahası "devletçi-laik" söylemi benimseyenlerin arasında yer alıyor ve onları destekliyordu.
Bu dönemde yani seçim öncesi yayınlanan odanın dergisinde aynen "İstanbul Tabip odası her zaman olduğu gibi 'tıbbiyelilik ruhu' içerisinde Türk tıbbına ve ulusuna hizmet vermenin gururunu taşımaktadır." diyecek kadar da meslek örgütünü yücelten ve sahiplenen bir tutum içindeydi.
Dahası bu tutumunu seçim günü seçim mekanına gelerek, desteklediği grupla uzun süre birlikte olması da bu örgüte verdiği önemi gösteriyordu.
Genel kurulun üzerinden bir süre geçti. Kamuoyunun da gündemine taşınan bir olay hekim ve üniversite çevrelerinde yaşandı. İstanbul Üniversitesi (İÜ) Rektörü'nün bir "intihal"de bulunduğu yani kaynağını göstermeden bir yayın yaptığı ve bunun bir "bilimsel aşırma" eylemi olduğu iddia ediliyordu.
Bu hekimlik mesleğinin ilkelerine, hekimlerin yapmaları gereken doğru tutum ve davranışlara aykırı ve dahası suç olan bir durumdu ve tabip odası Yönetim Kurulu kendisine yapılan bu yöndeki başvuruyu değerlendirdi. Yapması gerekeni yaparak üyesi olan Dr. Kemal Alemdaroğlu hakkında bir mesleki disiplin soruşturması açtı.
""Artık beni soruşturamazsınız!"
Bu soruşturma henüz sürerken her ne kadar açıkça neden olarak bu soruşturmayı göstermese de Dr. Alemdaroğlu oda üyeliğinden istifa talebinde bulunduğu görüldü. 1980'de yapılan yasa değişikliği buna olanak sağlıyordu.
Gerçekte bu tarihe kadar hekimlik mesleğini fiilen yapan herkes bulunduğu yerin meslek odasının üyesi olmak zorunluluğundaydı. Ama 1980 darbesi özel hekimlik yapmayanlar için bu zorunluluğu kaldırmıştı. Ama kimse bu düzenlemeye karşın örgütünden istifa da etmemişti.
Dr. Alemdaroğlu bu kararıyla sanki "artık beni soruşturamazsınız, yargılayamazsınız" demek istiyordu. Ama 12 Eylül Darbe'sinin yaptığı değişiklik bile üye olmasalar da odanın hekimleri mesleki yönden soruşturmasını engelleyemiyordu.
Tıbba hizmet
Böyle bir antidemokratik dönem hükmünden yararlanarak meslek örgütünden istifa eden Dr. Kemal Alemdaroğlu'nun bu fiiliyle başka ne demek istemiş olabileceğini uzun süre düşündüm.
Bir hekimin meslek örgütünden istifasının bir anlamda hekimliğinden, hekimlik değer ve ilkelerine sahiplenmekten, çağdaş ve demokrat insan olmaktan, ülkeye ve insanlık için bir şeyler yapma isteği ve hedefinden istifa etmek anlamına gelip gelmediği konusunda kafa yordum.
Öğrencilerine hem hekimliği hem de insanlığı öğretme ödeviyle yükümlü bir öğretim üyesinin yalnız söz ve söylemleriyle değil, aynı zamanda tutum ve davranışlarının da örnek olması gerçeğinden yola çıkarak bu davranışın acaba "değerleri boş verin çıkarınıza bakın" demek mi olduğunu düşündüm.
Kendisini tıp fakültesi öğrenciliğinden beri meslek örgütü içinde sayan bir hekim olarak, bu karar ve davranışın "tıbba ve ulusa" hizmet etmekten vazgeçmek olup olmadığını öğrenmek yalnız oda üyesi her hekimin değil, bu ülkeyi ve ülke insanını, dahası demokrasiyi benimseyen her insanın hakkıdır diye düşünüyor ve soruyorum: Sayın Dr. Alemdaroğlu meslek örgütünden neden istifa ettin. (MS/NM)