“hak temelli” yaklaşımı öğrendiğimden beri, her yeni uygulamada önce en kötü durumdakileri ve en çok gereksinimi olanları, en yoksul olanları düşünürüm, “bu konuda ne yapacaklar” diye!
antalya eczacı odası başkanı kerem zabun, reçetesiz ilaç satışının yasaklanmasıyla 1.29 liraya satılan ağrı kesici, öksürük şurubu, göz kremi gibi ilaçları, vatandaşın hekime reçete yazdırarak, 8 lira muayene ve 3 lira reçete katkı payı ödeyip 12.50 liraya satın almak zorunda kaldığını, bunun da mağduriyete yol açtığını söylemiş.
bunu doğan haber ajansı (dha) muhabiri tolga yıldırım’ın yazdığı ve başka haber sitesindeki “zorunlu reçetenin faturası vatandaşa: ağrı kesici almanın maliyeti 10 kat arttı” başlıklı haberden öğrendim.
bu da aynı düşünceyle okuduğum haberlerden birisi oldu.
ilaç reçeteyle satılmalı, ama reçete satılmamalı!
“bilimsel bir doğru” olduğu için “aspirin”in bile reçeteyle satılması gerektiğini, markette, bakkalda ilaç satışının yanlış olduğu, dolayısıyla “tezgah üstü” diye söylenen “reçeteye tabi olan ve olmayan” ilaç ayrımının yanlış olduğunu savundum; hâlâ da savunuyorum:
çünkü ilaç keyfe göre tüketilecek herhangi bir tüketim nesnesi değildir!
ama bu, her koşulda ilaca erişimin sağlanmasıyla çelişen bir durum olmamalıdır. ilacı herhangi bir sağlık kurumu gereksinen herkese sağlamalıdır. eczaneler de bir “sağlık kurumu”dur ve “özel durumlar dışında” ilaçlar eczacı eliyle sağlanır, sağlanmalıdır.
ancak hiçbir koşul öne sürmeden toplumun tüm bireylerine her zaman, gereksindikleri tedavi ve bakımı sunacak, kolaylıkla ve önkoşulsuz erişecekleri bir sağlık kurumunun olması temel bir “hak”tır.
ne yazık ki artık bir sağlık kurumuna ulaşmak artık bir çok koşulun üstesinden gelmeyi ve hepsinden önemlisi de bir maddi kaynağa sahip olmayı gerektiriyor.
cüzzamlı hasta ne yapacak?
yıllarca cüzzamlı hastalara hem köylerine, mezralarına, evlerine giderek, hem de onların geldiği lepra hastanesinde hizmet ettim.
asıl hastalıkları ve yaşlarının, durumlarının gereği yaşadıkları sağlık sorunları yanında hemen herkeste olduğu gibi “küçük dert”leri için gerekli “derman”ı da benden, bizden talep ettiler hep.
her zaman da bir yolunu bulup onlara bu gereksinimlerini sağladık. hastanede nasıl sağlandıysa, kendi yaşadıkları yerlerde de aynı şekilde oldu ilaca ve tedaviye erişimleri.
şimdi onlar hâlâ varlar ve aynı yerlerde yaşamayı sürdürüyorlar.
ecz.zabun’un söylediklerini onların da nasıl yaşadığını, nasıl yaşayacağını düşündüm haberi okuyunca.
“isyan” eğer zorda kalanın, kendisini “zorda bırakana” karşı bir doğal hakkıysa, onlar ecz. zabun’un anlattıklarını yaşıyorlarsa isyan ediyorlardır; bundan kimsenin kuşkusu olmasın!
çünkü her zaman yaşadıkları ağrıları, sızıları için aldıklar “aspirin”e artık ulaşamayacaklar.
çünkü onun için eczaneye gittiklerinde, ya da bir yakınlarını gönderdiklerinde eczacılar, sağlık bakanlığı’nın 1953 yılında yürürlüğe giren 6197 sayılı eczaneler ve eczacılar hakkındaki kanunun reçetesiz ilaç satışını yasaklayan 24'üncü maddesinin uygulanmasını emrettiğini ve artık reçetesiz ilaç veremeyeceklerini, eğer verirlerse kendilerine “ceza kesileceği”ni söyleyecekler.
bunun anlamı şu: bundan böyle onlardan da “1,3 tl”lik ilaç için “12,5tl” istenecek!
sorun o paranın olup olmaması ve/veya bunun ödenmek isteyip istenmemesi değil!
çünkü onlar geçen yaz yaptığım gezi sırasında bir kez daha gördüğüm gibi, onların ulaşacak bir sağlık kurumunun olmadığı yerlerde yaşamaları.
32 kısım tekmili birden “aspirin” yazdırma macerası
bu yeni durumun nasıl yaşanacağını birlikte düşünelim:
o lepralı hastam, bir gün önceden birisinden rica edecek, telefonla kasabadaki hastaneden randevu alacak, ertesi gün sabah altıda kalkan kasabaya giden minibüse, sakat ayağı ve o sakat ayağının altındaki “yara”sıyla ulaşacak, minibüse binen insanların fark ettikleri o kötü bakılmış yaranın yaydığı kokunun yayıldığı bu sıcak “mayıs” gününde, diyelim 45 dakika uzaktaki ilçe hastanesine gidecek. orada ondan çekinen, uzak durmaya çalışan insanlarla sıra bekleyecek.
sırası geldiğinde kendisine sıradaki diğer hastaları düşünerek “şöyle bir bakan” cüzzamı bilmeyen, o güne kadar muhtemelen hiç cüzzamlı hasta görmeyen bir doktora, eğer dili dönerse, yeterince zaman ayrılır, dinlenirse derdini anlatabilecek ve istediği “ağrı kesici ilacı” yazdırmayı başaracak.
sonra akşamki minibüsü bekleyecek, karnı acıkacak bir şeyler yiyecek, epeydir lâzım olan bir iki parça aslında “onsuz” da edebildiği bir şeyleri, sadece kasabaya geldiği için parası varsa alacak, toplamda bir “elli kağıdı” gözden çıkarmış olacak!
akşam da ayağındaki yara daha da büyümüş ve kötüleşmiş halde evinde geri dönecek.
- “ne için?”
- “1,3tl’lik aspirin için!”
gitmez ve bunları da yapmaz! belki yüzüne okusun üflesin, ya da ağzına “tükürsün” diye köydeki “şeyh”e gider ama kasabaya gitmez. küfreder, beddua eder, belki dayanamaz intihar eder, ama gitmez.
onların bedduasından korkmalıdır, bu uygulamayı dayatanlar!
- ben de gitmem; kimse gitmez!
ya diğerleri, tüm “dezavantajlı kesimler”?
bu ülkedeki “lepralı”ların sayısının çok az olduğunu, bu örneğin örnek olmadığını söyleyebilirsiniz.
ama başka nedenlere bağlı sakatlığı olan 12-15 milyon sakatın, bir o kadar kronik hastanın, nüfusun %10’una erişen yaşlıların, çocukların, hapishanedeki tutukluların, işsizlerin, diğer dezavantajlı grupların, hepsinden önemlisi nüfusun tam yoksulların bu olaydan etkilenmeyeceklerini söyleyebilir misiniz?
işte o yüzden yapılanı öyle tanımladım:
“sağlıkta dönüşüm programı ve onu uygulayan akp hükümeti, önce insanları sağlıklarından etti; sonra başta sağlık ocakları olmak üzere sağlık kurumlarını ellerinden aldı, şimdi de “ilaç”larına “derman”larına göz dikti.
yerine “şeyhin nefesi ya da tükürüğünü” geçirmek, bunu yapmak istemeyenlerin ise cebinde neyi var neyi yok almak için.
şimdi tüm insan hakları savucularının, hak örgütlerinin, bu durumu bir “sorun” olarak gören herkesin, türkiye’nin de onayladığı bm ekonomik,sosyal kültürel haklar sözleşmesi’sinde belirtilen “dünya sağlık örgütü temel ilaçlar eylem programı kapsamı altında belirli zaman aralıkları ile tanımlanan temel ilaçların temini” konusunda uluslar arası bir talepte bulunma zamanıdır. üstelik bu “yüksek sesle” yapılmalıdır.
çünkü söz konusu düzenleme ve uygulamayla bu ülkede artık temel ilaçlara erişim olanaksız hale gelmiştir. (ms/hk)