Hak savunucularının hakları, pek dillendirilmeyen bir konu. Hak ihlallerine karşı mücadele ederken, mağdurlarla dayanışırken neler yaşıyorlar? Nasıl ihlallerle karşılaşıyorlar? Erkek şiddeti onlara da yöneliyor mu?
Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu’nun feminist avukatlarından Meriç Eyüboğlu, hak savunuculara yönlenen şiddetin birkaç boyutu olduğunu anlatıyor.
Kadınlar şiddete uğruyor, diğer kadınlar o kadınla dayanışmaya gidiyor ve duruşma öncesinde, duruşma esnasında, duruşma sonrasında bu sefer birlikte cinsiyetçi saldırılara ve hakaretlere uğruyorlar. Saldırılar kimi zaman sanıklardan, kimi zaman sanık avukatlarından geliyor…
Eyüboğlu, “Bir davayı takip edenler, feminist avukatlar, erkek şiddetinin doğrudan muhatabı oluyor. Sadece sanık erkeğin değil, yakınlarının da hakaret ettiği, üzerimize yürüdüğü pek çok örnek var. Davayı takip etmemiz, kalabalık olmamız bir tepkiselliğe neden oluyor” diyor.
Peki şiddet uygulayan erkekler, katiller, avukatları, feministlerin bu davaları takip etmesi konusunda ne düşünüyor?
“Bize genellikle ‘kadın hakları’ diyorlar. Duruşma salonuna girdiğimizde “Kadın hakları geldi’ diyorlar. Sonra ‘kadın hakları mahkemenizi etkilemeye çalışıyor’, ‘Kadın hakları yalan yanlış haberler yaptırıyor’ şeklinde devam ediyor. Bunun ‘duruşmaya kadın hakları girecek, diğerlerini almayacağız’ versiyonu da var.
“Ama daha sancılısı sanık vekillerinin yaptıkları… Takip ettiğimiz davalarda, karşı tarafın avukatı kadın ya da erkek olsun farketmiyor, istisnasız şekilde aynı saldırgan tavrı sergiliyor.
“En sık duyduğumuz argüman ise ‘Bu bir kadın cinayeti değil’! Bunun dışında bir de ‘Burayı kadın programına çevirdiler’ var.”
“Bunun şiddetle ne ilgisi var? Bu bir cinayet davası”
Feminist avukatların mahkemede yaptıkları savunmalar da aynı cinsiyetçi pencereden dinleniyor, avukatlara yönelik saldırı ve hakaret olarak geri dönüyor:
“Takip ettiğimiz davaların hiçbirinde kadın bir anda yaralanmıyor. Uzun yıllara dayanan bir şiddet öyküsü oluyor. Dolayısıyla biz duruşmada bunu anlatmaya çalışıyoruz. Ama şiddet geçmişine dair her beyanımız ‘Burası kadın programı değil’ tarzı cevaplarla karşılanıyor. Mesela Pınar İkiz davasında mahkeme başkanı bize ‘Bunun şiddetle ne ilgisi var? Bu bir cinayet davası’ demişti.
“Tokattan cinayete giden yolu bile anlayamamış oldukları için bu tepki gösteriyorlar. ‘Biz cinayete bakıyoruz, neden öncesini anlatıyorsunuz’ diyorlar. Ama kadın cinayeti davalarında hep iddia edilegeldiği gibi, sanığın bir gün cinnet geçirip, çok kıskanıp, tahrik altında kalıp işlenmediğini, aslında sistematik şiddetin bir parçası olduğunu, erkeğin bunu hakkı gibi gördüğünü anlamaları gerekiyor ki, sudan sebeplerle iyi hal indirimi uygulamasınlar.
“Dolayısıyla şiddet uygulayan erkek, yakınları, onu savunanlar ve yargılamayı yürütenler, bir bütün olarak karşımıza çıkıyorlar. Bazen tek tek, bazen hepsi birlikte karşımıza çıkıyor.”
Feminist değil “bayanlar derneği”
“Kadın hakları” adlandırılmasını ve “kadın programına çevirdiniz” suçlamasından bahsettik. Peki kadın hak savunucuları başka nasıl söylemlerle karşılaşıyor?
Öncelikle hemen her duruşmada, sanık ve sanık yakınlarının en cinsiyetçi küfürlerine maruz kalıyorlar. Eyüboğlu, saldırgan sanığa en güncel örneklerden birinin Çağlayan Adliyesi’nde oğlu tarafından öldürülen Hanime Aslan davası olduğunu anlatıyor.
Cinsiyetçi küfürlerden daha ilginç şeyler de yaşanıyor tabii. Örneğin feministlerin ayrımcılıkla suçlanması. Eyüboğlu, bir keresinde sanık avukatının “Ayrımcılık yapıyorlar. Kadın-erkek eşitliği diye bir anayasal düzenleme var. Ama siz kadın üstünlüğünü savunuyorsunuz” dediğini anlatıyor.
Bir diğeri, feministlikle suçlanmak. Eyüboğlu, Pınar İkiz davasında karşı tarafın avukatının, kadın avukatları mahkemeye “feministlik yapıyorlar” diye şikayet ettiğini anlatıyor. “Feminist bunlar, diyerek bize hakaret etmeye çalışıyorlar” diyor.
Tabii feminist deyince de her mahkeme anlamıyor. Bir defasında “feminist” kelimesinin mahkeme tutanağına “bayanlar derneği” olarak geçtiğini anlatıyor Eyüboğlu. Tabii bu kadar da değil.
“Mahkemelerin iki temel alışkanlığı var: Biri tüm ‘kadın’ kelimelerini ‘bayan’a çevirmek. Bir diğeri ‘kasten öldürme suçunu’, ‘kasten adam öldürme’ diye yazmak. Biz de her seferinde düzeltiyoruz. Bir keresinde bir kadın hakim ‘neden bayan değil de kadın’ diye sordu. Biz de anlattık. Ama erkekler ya dikkate almıyorlar ya da diretiyorlar.”
Mahkeme kararı kadar kadın dayanışması da önemli
Kadın hakları savunuculuğu sadece duruşmalarla sınırlı değil. Şiddete maruz kalan, ölüm tehdidi altında yaşayan kadınlarla duruşma salonu dışında dayanışma boyutunu da unutmamak gerekiyor.
Eyüboğlu taciz, tecavüz ve erkek şiddeti davalarındaki dayanışmayı bir yolculuk olarak nitelendiriyor.
“Kadınla başka türlü bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bir arkadaşlık, yer yer özdeşlik, acısını paylaşmak. Bu da olayın başka bir boyutu. Çünkü burada hatalar yapabiliyorsunuz. Her zaman çok sağlıklı ilişki kuramayabiliyorsunuz. Beklenti eşiğini yükseltip, hayal kırıklığına uğratabiliyorsunuz. Bazen oradaki travmaya iyi gelmeyebiliyorsunuz. Dolayısıyla burada her zaman doğrunun ne olduğunu tespit etmek kolay değil. Ama bunu da kolektif bir biçimde yürütmeye çalışıyoruz. Tüm bunlara rağmen bu yolculukta çok zorlandığımız zamanlar olabiliyor.”
Bu davaların senelerce sürdüğünü hatırlatan Eyüboğlu, “Bu yolculuk hem bizim hem onların açısından bir şeyleri değiştirirse anlamlı” diyor.
“Örneğin tecavüz davasını takip ettiğimiz bir kadın, davanın sonunda hala ‘benim namusum gitti’ diyorsa, aslında dönüp kendimize bakmamız gerekir. Böyle örnekler elbette oldu. Bu mücadelenin hepimizi güçlendirmesi gerekiyor. Sadece mahkemenin verdiği kararın ne olduğu önemli değil, yolculuğun kendisi, kadını nasıl güçlendirdiği daha önemli.”
“Aileler politikamızın öznesi değil”
Bir de öldürülen ya da şiddet gören kadınların aileleriyle bir ilişkilenme söz konusu. Feministler bu ilişkiyi nasıl kuruyor?
“Bizim için bu davaların öznesi kadın, aile değil. Dolayısıyla bizim aileyle beraber dava yürütmek gibi bir alışkanlığımız yok. Zaten erkek şiddetinin ve kadın cinayetlerinin politik olduğunu düşündüğümüz için bu davaları takip ediyoruz. Bu nedenle aileyle belli bir mesafede ilişki kuruyoruz. Çünkü aileler pek çok durumda şiddeti bildiği halde müdahale etmeyen, ‘kızım kocandır, idare et’ diyen, kadın şiddete dayanamayıp sığınmak için geldiğinde zorla barıştırıp o eve geri gönderen örnekler sergiliyorlar. Ülkemizde ailenin ortalama yaklaşımı bu.
“Keza ‘namus’ algısı, aileye ilişkin bakış, kadının hakları gibi konularda o kadar farklı düşünüyoruz ki ailelerle. Aramızda böyle bu farklılıklar yokmuş gibi davranıp gerçek bir yanyana duruş sergilememiz zor. Ama bu birlikte çay içmiyoruz, konuşmuyoruz anlamına gelmiyor. Duruşmayı beraber beklemek bile başlı başına bir temas alanı. Ama onları idare etmek ya da onların acıları üzerinden politika yapmaktan kesinlikle sakınıyoruz.” (ÇT)