|
Bunların en hafiflerinden(!) biri, "Hepimiz Ermeni'yiz" sloganına dair okur yorumlarından: "Kendine Türk'üm diyemeyen defolsun gitsin bu ülkeden!"
Tarhanlı: Nefret söylemi ifade özgürlüğü kapsamında değildir
bianet'in görüştüğü Tarhanlı, sorunun yine bir ifade özgürlüğü sorunu olduğunu saptıyor ve "nefret söylemi", ırkçılık, ayrımcılık öğelerinin ayırt ediciliğine işaret ediyor:
"İfade özgürlüğü kapsamında, ırkçı ve ayrımcı bir nefreti vurgulayan ifadeler, korumayı gerektirmez. Çünkü başkalarının haklarıyla ilgilidir. Başkalarının haklarının gözardı edilmesiyle ilgilidir."
|
Bu madde, aynı zamanda savaş propagandasını da yasaklıyor. Sözleşme'nin 19. maddesi ifade özgürlüğünü tanımlıyor. "20. madde bunun hemen ardından gelir; yani ifade özgürlüğünün sınırlanmasını tanımlar" diyor Tarhanlı ve gazetecileri uyarıyor:
"Bu anlama gelen ifadeler, ifade özgürlüğü kapsamında değildir. İfade özgürlüğünün sınırlanmasına imkan verecek beyanların yer alması engellenebilir."
"Nefret söylemini engellemeyen gazeteci de suç işler"
Tarhanlı, nefret söyleminin sadece insan hakları bakımından değil, basın hukukunun mesleki ilkeleri bakımından da engellenmesi gerektiğine dikkat çekiyor:
Yayıncı, gazeteci, bunu engellenmezse, o gazete de bu yasaklanması gereken suç olan eylemlere destek vermek, yardımcı olmak anlamında rol oynamış sayılır. Suç oluşturan eyleme yardımcı ve destekçi olmaması gerek."
"Uluslararası suç karakteri var"
|
"Kimsenin kimseyi, ülkenin vatandaşını defolmaya davet etmesi düşünülemez. Bu ifadede şiddet var. Buna dair hukuken savunulabilecek bir tezi olduğunu düşünenler varsa, bundan 20 yıl önce Bulgaristan'ın ülkedeki Türk azınlığı 'zulme maruz bırakma' politikasından farklı olmadığını bilmeliler. Bu asimilasyon ya da bir kimliği toplumun parçası olmaktan koparma tavrıdır. Ve uluslararası suç karakteri vardır."
Gazeteci nefret söylemini nasıl ayırt edecek?
Tarhanlı, gazetecilerin, yayıncıların doğrudan gerçekleşen nefret söylemini ayırt edebilmesi için "Her bir vaka bakımından değişir" dedikten sonra, birkaç ipucu öneriyor:
* İfadede ırk üstünlüğü savunuluyor mu, yüceltilen etnik, dinsel değerlerin ya da kendi dilinizin diğerleri karşısında üstünlüğü savunuluyor mu? Eğer yanıt evetse, bu ırkçılıktır.
* Diğerlerini bu bağlamda aşağılamak, daha alt düzeyde korunması gereken çevreler olduğunu söylemek, küçümsemek de bu kapsamdadır.
* Sırf kimliği nedeniyle aşağılamak, alay etmek, karikatürize etmek, ırkçılıktır.
Ancak, nefret söyleminin, ırkçılığın ve ayrımcılığın daha çok dolaylı yoldan gerçekleştiğine de dikkat çekiyor Tarhanlı.
"İfadenin kendisi doğrudan ayrımcı bir ifade olmayabilir, ama uygulamada bir ayrımcılık sonucu doğurabilecek tavır içinde olabilirsiniz. Medyada gerçekleşen özellikle böyle. Üstelik bunu yapan sadece tüzel kişiler değil, bireyler de olabilir."
Gazeteci ne yapmalı?
|
Ancak, Tarhanlı bu durumda "istihdam azlığı"nın bir gerekçe olamayacağını vurguluyor:
"Yayınların bu sorumluluğu gerçekleştirebilecek donanıma sahip olması gerek. Türkiye'nin yaygın medyası, üç beş kişi daha fazla istihdam etme konusunda herhalde ekonomik, mali mazeretler ileri süremez."
Sorun daha çok bir gazetecilik sorumluluğu ve yayın politikası sorunu. Tarhanlı, bu anlamda özenli, dikkatli olmak isteyen gazetecilere, yayıncılara ve meslek örgütlerine şunları öneriyor:
Bilgilenmek; ırkçılığa karşı standartları bilmek: "Bilgi önemli. Gazeteciler ırkçılık, ayrımcılık, nefret söylemi konusunda standartları bilmeli" diyen Tarhanlı, bunun için Avrupa Konseyi'nin Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğü Takip Eden Komisyon'unun (ECRI), Avrupa Birliği'nin İzleme Merkezi'nin (EUMC) ve Birleşmiş Milletler'in (BM) Irk Ayrımcılığına Karşı Komite'sinin (CERD) yorum kararlarının bu konudaki standartları öğrenmek açısından yararlı olacağını söylüyor.
Yayın politikası: Tarhanlı, tekil düzeyde gazetecilerin çabalarından çok, basın organlarının ırkçılığa, ayrımcılığa, nefret söylemine karşı politika belirlemesinin önemli olduğunu belirtiyor: "Muhabir dediğiniz icracıdır. Kendi başına değil, kurumsal politika çerçevesindeki kurumsal altyapı içinde hareket etmesi önemlidir."
Yeniden iç eğitim: Gazetecilerin ırkçılığa, ayrımcılığa, nefret söylemine karşı yeniden meslek içi eğitim alması yararlı.
Hukuki yardım: Gazeteciler, kuşkuya düştükleri ya da bilgiye ihtiyaç duydukları anlarda, hukuki yardım almalı.
Meslek örgütleri: Gazeteci meslek örgütleri de bu konuda müdahil olmalı.
Tarhanlı, bu konunun yalnızca okur yorumlarıyla sınırlı olmadığını, medyanın temel yayınlarının esas olduğunu anımsatıyor: "Haberlerin dilinden seçilen konu başlıklarına, manşetlerden sayfa düzenine kadar, gazeteciler ırkçılığa, ayrımcılığa nefret söylemine izin vermemeli."
"'Hepimiz Ermeni'yiz' ırkçı değil"
Hrant Dink'in uğurlama töreninde dünyanın birçok yerinde, tarihin farklı dönemlerinde ortaya çıkan ve ayrımcılık nedeniyle ezilenlerle dayanışma için protesto edenlerin attığı "Hepimiz..."le başlayan sloganlardan biri kullanılmış, "Hepimiz Ermeni'yiz" sloganı atılmıştı.
Ancak, bu slogan da bir şekilde ırkçılığın hedefi oldu; hatta sloganın kendisinin "ırkçı" olduğu söylendi.
Tarhanlı, bunu "trajikomik bir durum" olarak yorumluyor:
"Türkiye'deki soyutlama yeteneğinin, empati kurma becerisinin olmadığı anlamına gelen bir eleştiri bu. Bunu söylerken bile rahatsızlık duyuyor insan ama,söyleyelim: Irkçılık değil, uğradığı kaba güç karşısında haklarını savunamayacak kişinin o geriye getirilmesi mümkün olamayacak haklarının protesto biçiminde dillendirilmesidir bu söz. Bu sayede o kişinin haklarına manevi anlamda sahip çıkma tavrıdır. Buna benzer dünyada çok örnek var. Dünya açısından yeni bir şey değil." (TK)