Önce İngilizce 'embedded' sözcüğünün anlamına bakalım:
Oxford sözlüğü, bu sözcüğün karşılığını anlatırken, 'fix firmly in surrounding mass' (Çevredeki kütleye sağlam bir şekilde sabit edilmiş) diyor.
Etimolojik olarak 'bed'(yatak) sözcüğünden türetildiği için 'embedded', yatırılmış, yatağın içine gömülmüş anlamlarına da geliyor. Aynı şekilde, mıhlanmış, çakılmış anlamı da var.
"İliştirilmiş"in Masumiyeti!
Sözcüğün etimolojik anlamının yanı sıra ne zaman, nasıl ve hangi bağlamda kullanıldığını da incelemek gerek. Çünkü Türk egemen medyası, bu karşılıklar yerine, çok daha masum ama aslında tahrifatlı bir tercüme kullanıyor ve 'iliştirilmiş' sözcüğünü tercih ediyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) başlattığı İngiliz birliklerinin de uyguladığı bu 'embedded' yöntemi, bizim bildiğimiz yüzyıllık 'akreditasyon' sisteminden son derece farklı.
Çünkü muhabir ile haber kaynağı arasındaki ilişkilerin kurumsallaşması şimdiye kadar akredistasyon usulüyle yönetilirdi, oysa ki artık akreditasyon gözden düştü, embedded moda oldu.
Akreditasyonda mesafe var
Herhangi bir kurumu ya da olayı izleyecek olan muhabir, söz konusu kurumun yetkilisine, gazetesi adına başvurur, gerekli bürokratik işlemleri yerine getirdikten sonra bu kurumun nezdinde ya da izlenip aktarılacak olay için, akredite olurdu.
Bu sistem, muhabir ile haber kaynağı arasındaki karşılıklı ve resmi bir tanıma, tanışmadan ibaretti. Haber kaynağı muhabire bazen özel bir yaka kartı vererek, muhabirin kurumun çalışmalarını ya da olayı daha iyi, daha rahat izlemesini sağlardı.
Akreditasyon yönteminde, muhabir ile haber kaynağı arasında nispeten bir mesafe vardı. Akredite gazeteci, haber kaynağının karargahında ya da mekanlarında yatıp kalkmaz, sadece kuruma kolaylıkla girer çıkar ya da izlenecek olay mahalline yaka kartı sayesinde kolayca ulaşabilirdi.
Embedded muhabirlikte ise her şey çok farklı.
"Embedded"in tarihi!
Önce embedded gazeteciliğin nasıl ortaya çıktığına bakalım:
Amerikan medya mekanizması (Bu deyimle sadece, merkezi ABD'de bulunan ve İngilizce yayın yapan medya kuruluşlarını kastetmiyorum, haber yerine propaganda yapan, kamu çıkarı yerine özel çıkarı savunan, ve bu uğurda dezenformasyon, mizenformasyon ve manipülasyon yapan global, ulusal, yerel yayın organlarının kullandığı sistemleri kastediyorum) Birinci Körfez saldırısı olsun, Afganistan'a yönelik saldırıda olsun, gerek çatışma alanlarında gerekse medya merkezlerinde aldığı tüm sansürcü tedbirlere rağmen, kitleye ulaşmasını istediği medyatik gerçeği tam olarak aktaramadı.
Karabatak, El Cezire, Afganistan
Mesela 1.Körfez saldırısında petrole bulanmış karabatak görüntüsünün aslında yıllar önce Fransız sahillerinde çekilmiş olduğu anlaşıldı.
Afganistan saldırısında ise CNN Amerikan savaş uçaklarındaki kameralardan gelen görüntülerle bombardımanı TV'lere yansıttı ama yerde yani bombaların düştüğü köy ve kasabalarda çekim yapan El Cezire, Amerikalıların sadece ve esas olarak Taliban ve El Kaide'ye değil sivil halka da büyük zarar verdiğini kanıtladı.
Keza, ABD ve müttefik güçlerin Bosna, Kosova ve Sırbistan'a yönelik hava saldırılarında da, Amerikan medya mekanizması büyük başarı kazanamadı. Sırpların direnişi, kimi Avrupalı dürüst muhabirlerin gerçeği yansıtma çabaları, Amerikan propaganda mekanizmasına sokulan çomaklar oldu.
Vietnam yenilgisinden bu yana medya aracılığıyla sürdürdüğü psikolojik savaş yöntemlerinden ders çıkarmaya çalışan Amerikalı uzmanlar, medyatik gerçeğin hakiki gerçeği tamamen silmesi ve herkesi ilelebet ikna etmeye ve rıza göstermeye çalışıyor.
2. Irak saldırısının ilk günlerinde gördüğümüz üzere, Irak devleti de bu medyatik savaşın kimi inceliklerini daha iyi anlamış ve daha iyi uygulamaya başlamıştı. ABD'nin de bu gelişmeden büyük bir ihtimalle istihbarat sayesinde haberi vardı.
İşte 'embedded' muhabirlik bu koşullar altında devreye girdi.
"Embedded"leri hazırlıkları
Gelelim şimdi embedded muhabirliğin uygulanmasına:
ABD, Kasım-Aralık ayından itibaren 2. Irak harekatını izlemek isteyen embedded adaylarını Amerika içindeki askeri kamplara çağırdı ve bu muhabirler en az 2 en çok 3 ay eğitim gördü.
Muhabirler 24 saatlerini Amerikan askeri kamplarında geçirdi, burada silah teknolojisinin yanı sıra medyatik konularda da eğitim gördü. Yani embedded muhabirliğe siyasi, ideolojik ve mesleki olarak hazırlandı.
Akreditasyon muhabirlik yönteminde, muhabir ile haber kaynağı arasında belki sadece gizli, yazılı olmayan bir centilmenlik anlaşması olabilir. Embedded muhabirlikte haber kaynağı, yani Amerikan ordusu 20 sayfalık ayrıntılı bir sözleşme hazırladı ve ancak bu koşulları kabul edenleri eğitim kamplarına aldı sonra da savaş alanına götürdü.
"Embedded" gazetecinin şartnamesi
Amerikalı embedded bir meslektaşım, 20 sayfalık şartnamenin tam metnini göndermese de özünü şöyle açıklamıştı: 'Amerikan birlikleri hakkında öğrendiklerimiz bazı bilgiler, düşman açısından değerli olduğu için yazılamıyor. Ama biz hangi bilginin düşman açısından önemli ve değerli olduğunu bilmediğimiz için, genel olarak başımızdaki askeri yetkiliye soruyoruz. Askerlerin en çok önem verdikleri konu zaman ve mekan. Ne zaman nereye gittik, bunların yazılmasını istemiyorlar. Eğitimde bize genel, askeri ve siyasi konularda haber yazmamız yerine, askerlerimizin moral durumunu aktaran haberler yazmamızı, human interest-human touch (İnsani yanları önplana çıkaran magazin) haber ve feature'lar (Haber-yorum, izlenim, not) yazmamızı salık verdiler'.
Kurala uymayan embeded geri yollandı
Şimdiye kadar Amerikan Genel Kurmayı Amerikalı bir meslektaşı bu embedded kurallara uymadığı için Kuveyt'teki merkezden alıp ABD'ye geri yolladı.
Bu yöntemde, muhabir, haber kaynağına karşı koruması mesafeden uzaklaşıyor. Adı üzerinde muhabir, ordunun içine gömülü, çakılı, mıhlanmış durumda. Askerlerle yatıp-kalkıyor. Sadece bu ortam bile, muhabirin, bağımsız ve özgür olmadığını kanıtlıyor.
"Embeded" ABD ordusunun halkla ilişkilerine gömülü
Şimdi bir embedded muhabirin, 'Orduda moraller çok bozuk. Askerler kendi aralarında sürekli kavga ediyor. Getirilen Iraklı esirlere de çok kötü muamele ediliyor' diye bir haber yazabileceğine inanıyor musunuz?
Yazarsa hemen ABD'ye yollanır. Şu soru çok meşru bir sorudur:
Embedded muhabir ile Amerikan ordusu halkla ilişkiler bölümü mensubu arasında ne fark kalmıştır? Embedded'lik, muhabirleri Amerikan ordusunun halkla ilişkiler bölümüne gömmüş, mıhlamış, çakmıştır.
İşte bu nedenle de 'Embedded' sözcüğüne karşılık olarak, 'iliştirilmiş' sıfatı kasıtlı ve yanlıştır. Ben iyi İngilizce bilen ve gazetecilikten anlayan bir çok meslektaşa, akademisyene sordum, medyadaki çevirileri derledim. Embedded sözcüğünün içeriğini ve işlevini anlatan çeşitli karşılıklar buldum:
- Yatakdaş Muhabir
- Yardım Yataklıkçı Muhabir
- Bordrolu Muhabir
- İşbirlikçi Muhabir
- Yanaşma Muhabir
- Besleme Muhabir
- Kakılmış Muhabir
Askeri leyli muhabir
Embedded muhabirliğin işlevine en uygun ve kurumu en iyi bir şekilde açıklayan Türkçe karşılığın ise Askeri leyli muhabir olduğunu düşünüyorum. Çünkü muhabirler askeri ortamlarda yatılı okul öğrencisi gibi yaşıyor.
İşin bir başka yanı da, muhabirin, savaş gerçeğini aktarabilmesi için her türlü yolu denemesini mubah gören anlayış. Kimi akademisyenler ve bazı savaş muhabirleri, 'Ben embedded olurum, böylece cepheye giderim ama askerlerin istediğini değil kendi gördüklerimi aktarırım' diyor.
Bu iddia geçersiz. Çünkü embedded'lik şartnamesine aykırı. Askerlerin istediği görüntü ve haberleri vermezseniz, yazı işlerine geri yollarlar sizi. Haber, ne koşulda olursa olsun, alınacak, izlenip aktarılacak bir meta değildir. Haber almanın da kuralları vardır. Ve en önemli kural da haber kaynağına temas etmek ve mesafeli davranmaktır.
Embedded gazetecilik mesafeyi imkansız kılıyor.
Meseleye televizyon haber bülteni görsel sorumlusu ya da birinci sayfa sekreteri gözüyle bakacak olursanız muhabirinizin embedded olması için elinizden geleni yaparsınız. Çünkü bu embedded muhabir 'çok iyi' görüntüler ve haberler gönderecek diye beklersiniz. Haberin bizatihi kendisinin içerği kadar o haberin nasıl, hangi koşullarda, kimin yardımı ve kimin engellemesiyle ortaya çıktığı da önemli.
İşin bir de can güvenliği boyutu var: Amerikan ve İngiliz ordusu embedded muhabirleri, tanklarına ya da helikopterlerine de alıp, işgal altındaki bölgelere de götürüyor.
Gazeteci doğrudan hedef
Gazeteci yani muhabir olarak, savaşan taraflardan birinin tankının içine girdiğinizde ya da helikopterine bindiğinizde, doğrudan askeri hedef haline geliyorsunuz.
Oysa ki en iyi muhabir yaşayan muhabirdir. Tank ya da helikopter saldırıya uğradığında, basın pardon embedded kimliğinizi çıkarıp, karşı tarafa 'Asker kardeş beni vurma ben gazeteciyim' diyecek haliniz yok herhalde...
Böyle bir koşulda yaralanan ya da yaşamını kaybeden bir gazeteci, mesleğini icra ederken yaralanmış ya da ölmüş sayılacak mıdır?
Sormazlar mı insana: Sen gazeteci olarak sivil bir kişisin, işin ne tankın içinde?
El Cezire'nin de bir muhabiri embeded
32. Gün programında görüştüğümüz El Cezire'nin bir yöneticisi, Irak saldırısını toplam 8 muhabirle izlediklerini söylemişti. Bunlardan birinin de Amerikan birliklerinde embedded olduğunu söylemişti.
Açıkçası şaşırdım ve bu durumun muhabirin özgürlüğü ve bağımsızlığına gölge düşürdüğünü söyledim. El Cezire yöneticisi, 'Haber nerede varsa biz de orada olmak durumundayız' gibi her anlama çekilebilecek bir yanıt verdi. Flaş görüntü ve haber peşinde koşan, TV haber bülteni görsel sorumlusu ya da birinci sayfa sekreteri gibi yüzeysel bir yaklaşım üstelik de rekabetçi...
Fransızca "yapıştırılmış"
'Embedded' muhabirliğin ne kadar olumsuz bir yapı ve kurum olduğunu anlatan bir başka örnek ise, Amerikan propaganda mekanizmasının 'embedded' olmayan muhabirlere taktığı isim: Unilateral yani tek yanlı!
Embedded olmayan ilk gazeteciler öldürüldüğünde Pentagon sözcüsü açıklamasına başlarken 'Onlar embedded değildi' dedi. Embedded muhabir öldürüldüğünde ise bunun bir kaza olduğunu açıkladı...
Embedded sözcüğünün Fransızca karşılığına da baktım. Ankastre diyor. İçine gömülmüş, yapışmış demek.
Kamera, mikrofon, kalem; Eşit mesafe
Bu embedded meselesi önemli. Çünkü her gün ekranlarda gördüğümüz görüntülerin, radyolarda duyduğumuz haberlerin ve gazetelerde okuduğumuz bilgi ve yorumların kaynağı hakkında önemli bir ipucu veriyor.
Biz sözüm ona 'insider information' yani içeriden bilgi alıyoruz, ama kamera bomba atan uçağın ya da helikopterin bomba yuvasından görüntülüyorsa manzarayı, bu tek yönlü bir görüntü ya da bilgidir. Kamera, mikrofon ya da kalem, savaşlarda, çatışan iki tarafa eşit mesafede durmalı.
Muhabir, ordunun değil, kamuoyunun sözcüsü ve gözcüsü olmalı. Üniformalı, gaz maskeli, kasklı hatta silahlı muhabirler, medyanın, savaşın bir parçası olduğunun açık kanıtı haline geldi. Medya savaşı, savaşın medyası oldu.
Efendim, Türk medyası mı keşfetmiş?
Üstelik bu embedded mekanizmasını savaşın dışındaki olayların izlenip aktarılmasına da yayıp uygulayacak olursak, artık polisevlerinde yaşayan polis-adliye muhabirlerine, Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) misafirhanelerinde ailecek barınan 'muhabirlere', Aziz Yıldırım'ın üvey evladı Fenerbahçe muhabirlerine rastlayabiliriz.
Efendim? 'Embedded muhabirliği, Amerikalılardan önce ve isim takmadan Türk medyası mı keşfetmiştir dediniz?'.
Amerikan medyası, aslında, göreceğiz, embedded muhabirlerden de umduğunu bulamayacak. Medya, ister embedded olsun isterse onların deyişiyle unilateral, savaşın gidişatını değiştiremez, değiştiremeyecek. (RD/NM)